Kurban ritüeli: Zulmün kutsalla örtülmesi

Bereket tanrısına edilen kurbanlar bereketi arttırmadı. Kurban, o toplumdaki ilişkileri organize etti sadece. Gelecekte bugüne merakla bakanlar günümüzdeki kurbanların saçmalığını ve zalimliğini anlatacaklar herhalde.

Sadece katledilen köpekleri konuşmuyoruz… İnsanın diğer canlı türlerine karşı tutumu da söz konusu. Diğer canlı türlerini yok edebilecek potansiyele sahip insanın keyfi katliamları da konu. Konu sadece köpekler değil. Kurban ritüellerinin koyunları, kuzuları da dolaylı olarak bu tartışmanın konusu.

Birçok zulmün anlatısı ‘keyfi değildir’ ve genelde meşrulaştırılır. Yani ‘canım istedi’ denilerek gerekçelendirilmez. Katliamlar, toplu katliamlar ‘kutsalın izniyle/emriyle’ ya da ‘yüce insani değerler’ için yapılır. Köpek katliamları da öyle…

İnsanlar hayvanları avlayıp kendilerinde besin yaptıklarından beri öldürülen hayvanın ne hissettiğini görmezden gelmişler. Sokak hayvanlarına ilişkin tartışmada öne çıkan mesele de bu: Hayvanlar ne hissediyorlar. Niçin bu toplu katliam. Merhameti tartışıyoruz. Önce ‘halkımızın rahatça sokağa çıkması’ yani yüce insani değerlere vurgu yapıldı; sonra merhamet rekabeti. Köpek saldırılarının mağdurlarının deforme olan hallerinin fotoğrafları. Faşizm böyle bir şey. Merhametin bile kutuplaştırılması. Çocuklarıyla çocukça oyunlar oynayan sevimli babanın toplama kaplarındaki Yahudi çocukların yakılma emrini vermesi.

Kutsalın (tanrı, devlet, millet, vatan için) emrettiği yerde akan sular duruyor. Zulümleri insanlar onaylamaya meyilli değiller. Bu nedenle zalimler mutlaka kutsal bir perde buluyorlar. Kurban edilen koyunun neler hissettiğini hayal etmek yasak. Köpeğin ne hissettiğini kavrayabilmek için köpekle yakınlaşmak ve kendimizi onun yerine koymamız da gerek. Köpekleşmek, kendini yüce ve üstün sayan insan için bir aşağılama adeta. Katledilen, kurban seçilen insansa köpekleşmeden de empati yapılabilir. Aztekler, Mayalar, İnkalar… Tanrılarına insan kurban ederlerdi.

Günümüz olimpiyatları gibi ‘çiçek savaşları’ bile düzenlerlerdi.[1] Aztekler tanrıların besine ihtiyacı olduğuna inandıkları için komşu kabilelerle savaşlar yaparak dökülen kanın tanrıya besin olacağını düşünürlerdi. Aztekler bile bu kanlı ve zalim oyuna kültürel bir özelliği yansıtan lirik bir isim bulmuşlar: Çiçek Savaşları. İnsanlar zulme şiirsel bir isim buluyorlar.

Son yıllarda savaşlara, askerî harekâtlara bulunan isimlere bakmak bile yeterli bu sahtekarlığı görmek için. Aztekler esirlerini tanrılarına kurban ederken esirlere onurlarını iade ettiklerini savunuyorlar. Yani tanrılarına esirleri kurban etmeye layık görmek bir esire yapılan kutsal bir iyilikmiş. İnsanları esir etmek, sonra da eşit insan statüsüne koymak için katletmek. Katliamlar, toplu katliamlara ‘çok manalı’ açıklamalar buluyor insanoğlu. Köpekleri de köpeklerin iyiliği için katledecekler.

Bir şey beni acıtıyorsa, acımı yaşayarak dindirmek için geri çekilerek anlamayı ve anlamayı deniyorum. Kurban edilen kuzuların sessizliği, toplu köpek katliamları. Anlamak için geri çekilmek, okumak, üzerine düşünmek ve acı çekmekten kaçmamaya çaba göstermek. Anladım demiyorum, ama anlamayı denemek acımızı azaltır diyorum. Acının ilacı ama mücadele etmek, direnmek galiba.

Masallarda hayvanlar vardı; insanı anlatmak içindi hayvanlar ve masallardaki hayvanlar aslında insandı. İnsan, insan olmakla sınırlı; masallar ise bu sınırları geçme izni veriyor. Masallarda insan don/tür değiştirebiliyor. Ceylan, turna, aslan, kaplan, kartal, kurt olabiliyor. Terapide hayvan ailesi testinde çocuklar kendilerini ve ailelerini bir hayvan ailesi olarak hayal ederler. Çocukların çizdiği ayılar, kurtlar, kuşlar, balıklar... İnsanlar... İnsan ve hayvan düşündüğümüzden daha iç içe. Küfürlerimiz bile bunu yansıtıyor: "it oğlu it", "eşek sıpası"... İnsani özelliklerimiz: Tilki kurnaz, karga uyanık, aslan güçlü, eşek aptal...

Her ne kadar Âdem ve Havva’dan geldiğimiz söylense de bozkurt/Asena, Remus, Romulus gibi mitolojik figürler aracılığıyla birçok halk kendini bir hayvanla tanımlıyor. Milletler bir hayvandan geldiğine inanıyor. Hayvanlar halkların sembolü olabiliyor: Horoz ve Fransızlar, aslan ve İngilizler; boğasız İspanyollar düşünülebilir mi? Evrim teorisi atalarımızın hayvan olduğunu anlatır. Çocukların bu hayvan figürü oyuncakları kendileri ve sosyal ilişkileridir de.

İşte bu kadar duygusal ilişki kurduğumuz hayvanları öldürürken, bu duygusal bağ hayvanla koparılır. Kurban edilen koyunla çocuğun oyuncağı olan koyun arasında, nesli tükenen ayıyla çocuğun oynadığı ayı arasında bir bağ yoktur sanki. Köpekleri katleden devlet, çocukların oyuncağı olan köpek figürleri, köpek çizgi filmleri, duvarlara asılan bozkurt posterleri arasındaki bağı koparmış adeta.

Her kurban bayramında tartışılır. Dinsel olan kendini sergilemek ister. Kurban ritüeli, dinsel olanın aynı zamanda gücün teşhiridir. Kurban yemeği festival yemeği gibidir. Kahramanlık filmlerindeki kötü adam figürleri ve yemek yeme sahnelerindeki güç gösterimi. Kurban kesmenin kanlı halleri... Bir annenin "okulu bitirsin, kurban keseceğim" veya "Oğlum sigarayı bıraksın, kurban keseceğim" demesi. Gurbettekine de kurban kesiliyor. Genç ve annesi, annenin çocuğuna dair tanrıdan bir isteği var. Her şey buraya kadar normal.

Anne Tanrıdan bu isteğini yerine getirmesini diliyor. Tanrı, anne, çocuk... Ve bir istek, bir dilek… İlişki bunlar arasında. Koyunla/kuzuyla ilgili hiçbir şey yok ortada, fakat koyun/kuzu kesiliyor. En alakasız en dışarıdaki kurban ediliyor. Sevinçlerimize kan döküyoruz. Kansız eğlenemiyoruz. Sünnet düğünleri... Kanlı düğün... Gerdek gecelerinde de çok kan aranıyor. Askere gidene, askerden dönene kan dökülüyor. Okulu bitirene yeni alınan arabaya. İnsan kendisini radikal olarak kurban edebiliyor; intihar saldırısı gibi. Fedakârlık da kurban etmek/edilmek anlamına geliyor

Kurbanın herkesin kabul edebileceği bir tanımı yok. Kurbanın en belirgin özelliği "kutsal bir eylem" olması.[2] Kurbanın bir başka özelliği de ölüler için de adanıyor olabilmesi. Kurbanda çoğu kez bir canlı öldürülse (katledilse) de kurbanın teması yaşama ve yaşamın sürdürülmesine dairdir. Kurbanın yaygın olduğu dinlerde kurban ve ritüeli endüstrileştirilir ve kurban etme profesyonelleştirilir.

Kurban günümüzde metaforik (fedakârlık) anlamında da kullanılabiliyor. Tanrıdan kurbana karşılık dilenen, çoğu kez bir eksikliği/yetersizliği gidermek için de olabiliyor. Kurban ve ritüeli, sosyalleşmede sosyal ilişkileri düzenlemede önemli bir işlev üstleniyor. Kurban paylaşmak ve kurban yemeği de toplu yenilen bir yemek.

Çocuğun ilk dönemi oral dönemdir ve çocuk dünyayı ağzına aldıklarıyla tanır. Kurban yemeği oral bir ritüeldir. Yemek agresyon olmadan yaşanamaz. Çiğnemek, ağızla parçalamak yaşamak için gerekli olan agresyondur ama aynı zamanda yemek agresyon önleyici bir eylemdir. Birlikte yemek yenilirken sembolik olarak birlik olunur da. Bir sofra etrafında oturmak, aşı paylaşmak birlik, bir birim olmayı sembolleştirir. Aile olmanın kafamızdaki en yaygın fotoğrafı aynı masada yemek yiyen kişilerdir. Aile birlikte yemek yiyebilen toplumsal birim. Yemekte paylaşma var... Paylaşma çok anacıl bir özelliktir.

Anne bedenini paylaşır bebeğiyle. Doğum sonrası da paylaşma sürer. Kucağını sunar çocuğuna, bedenini sunar. Memesini, sütünü... Paylaşmak, bebeğin farkına varmadan anneden öğrendiği ilk özelliktir aslında. Bu paylaşma karşılıksızdır. Bebek de anneyi kucağına almaz mesela. Ama bebek anne sevgisiyle anneyle özdeşleşerek onu içine alır ve kendi iç dünyasında anneyi temsil eden bir iç anne resmi oluşturur. Anne doğurarak dışarı çıkardığı bebeği duygusal olarak yeniden içine alır. Bunu almakta zorlanmak. Doğum sonrası depresyon… Doğum sonrasının annede bıraktığı boşluk… İşte yemeği paylaşmak bu ilk deneyimleri anımsatır bazen. Tanrıya sunulan ve paylaşılan kurban ritüelinde, kurban sahibinin takdir edilme ve onurlanma isteği de vardır. [3] Tanrıya sunulan kurbanda, tanrının otoritesinin mutlak kabulü ve bu otoriteye boyun eğme de sergilenir.

Günümüzde kurban ritüelinde sadece onurlanma ve gurur yok. Bazı kurban ritüelleri, bazı gruplarda tiksinti ve itici bir tepkiye de yol açabiliyor. Metropollerde sokak ortasında kurban kesmenin olmaması bu durumla da ilgili. Kurban kesme işlemleri kamusal alanların dışına özel mekanlara taşındı: Kesimhaneler, kasaplar... Aztekler kurbanlarının kalbini çıkarıp olabildiğince canlı bir şekilde sunarlardı tanrılarına. Bu tür kurban etme biçimi günümüzde çok itici ve imkânsız.

Kurban genel bir kavram, ama ayrıntılandırdığımızda kurbanın da çeşitlilik gösterdiğini tespit ederiz. Psikanalist Hans-Jürgen Wirth üç türlü kurbandan söz eder.[4] İnsan (victim, sacrifice, armağan) bazen kasıtlı ya da kasıtsız olarak bir şiddetin mağduru olabilir. Mesela mağdur tesadüfen kurban olabilir. Bir kazada kurban/mağdur olmak gibi. Burada mağdurun pasif konumda olması önemlidir. Bazen de insan bir faciadan sorumlu tutularak kurban (cezalandırılma) edilebilir. Kurban etme/olma dinamiğinde ayrıca kurban olmamak için kurban vermek de önemlidir. Tanrıya sunulan kurban, tanrının öfkesinden kaçınmak ve kurban olmamak için alınan bir önlem gibidir. Kurban, tanrıya verilen armağandır. Bazen de insan kutsala kurban sunulur. Bir asker vatanı savunurken kurban olur/edilir.

Kurban kültü, insanın birincil ritüellerinden biridir. [5] Kültürün başlangıcında kurban var. Doğaya karşı güçsüz insan ve doğa olayları (deprem, sel, kar, kış gibi) karşısında çok çaresizdir ve bu olaylar insandan en sevdiklerini alıp götürebilir. İnsan bu çaresizlik karşısında etkin olabilmek için kendine ait en değerliyi tanrıya vererek bu çaresizlikten kurtulur. Yani bereket tanrısının kızgınlığını almak için, tanrıyı sakinleştirmek ve iyiliğini almak için kurban verir. Böylece tanrı karşısında bile sonsuz çaresizlikten kurtulur ve etkin olur: "Tanrıya kurban verirsem onun öfkesinden korunabilirim". Yani kültür dediğimiz şeyin başlangıcında kurban ritüeli vardır.

Ritüellerin başlangıcındaki temel ritüel kurban ritüeli ve ritüeller buradan çıkarak çeşitlenir. Kurban kültürün temelini oluşturur.[6] Birbirinden uzakta ve habersiz kültürlerin de benzer ritüelleri vardır. Her kültür genelde yücelttiği, değerli olan hayvanı tanrısına kurban eder. Amerika’daki halkların dinsel ritüellerinin incelendiği bir yapıtta, Peru yerlilerinin eskiden lama kurban ettiklerini yazarlar.[7] Verim artsın diye hayvanın kanı da tarlalara dağıtılır.

İnsan kurban etmenin Mayalarda da yaygın olduğu ve Azteklerde olduğu gibi kurbanın göğüs kafesinden kalbi çıkarılarak tanrıya kurban edildiği bilinmektedir.[8] Ayrıca Mayalar, tutsaklarını da tanrılarına kurban ederler; kalbi çıkarılan kurban yere yığılırken kafası da koparılır.[9] Kanibalizmde (yamyamlık) insan ritüelleşmiş bir şekilde yenilmesine rağmen bu tür insan katliamında kurban fikri yoktur.[10]

Yamyamlar, düşmanlarını yediklerinde düşmanlarının gücünü kendilerine kattıklarını sanmaktadırlar. Brezilya’da ise başka bir gelenek vardır: Jaguar kurbanı. Jaguar yerli halk için tehlikeli bir hayvandır. Bu hayvandan korku, kurban sonrası da sürer ve halk adeta jaguardan özür diler.[11] Hayvanı yakaladıkları için suçluluk duyarlar. Kısacası, insanlık tarihi boyunca insanlar tanrıları sakinleştirmek, arzularını kabul ettirmek için kurbanlar sunmuşlardır. Bugün bize çok saçma gelen kurban geleneği günümüzde de saçma değilmişçesine sürdürülmektedir. Kurban ritüelleri vahşi ve korkunçtur. Bu vahşiliği insan kutsal ve tanrısal olarak adlandırarak korkunç olmaktan çıkardığını sanır. Tanrısal/kutsal anlatısıyla bu korkunçluk relatife edilir, normalleştirilir ve bu vahşet korkunçluk değilmiş gibi algılanır.[12]

Her ne kadar kurban tanrıya adansa da hiçbir kurbanı tanrı yemez; tanrıya sunulan kurbanı insanlar kendi aralarında paylaşır. Binlerce yıldır et, insan için önemli bir besin kaynağı olmuştur. Bu besine ulaşmak için insan üç yöntem bulmuş: Avlayarak hayvanı öldürmek, hayvanların evcilleştirilmesi ve ev hayvanlarını kurban etmek, hayvancılık endüstrisinin adeta fabrikasyon hayvan üretimi ve tüketime sunulması.[13]

İnsanın et yemeyi öğrenmesinin de başka bir hikayesi var. İnsanlığın ilk dönemlerinde insan, avlanmayı bilmeyen, daha çok yırtıcı hayvanlara av olan bir canlıdır. Avcı hayvanlara göre çok becerikli değildir; birçok hayvandan yavaş, gözleri de avcı hayvanlardan daha az görür. Bazı av hayvanları kadar hassas bir kulağı yoktur, çok hızlı da koşamaz. Bu özellikler insanı çok zayıf hale getirir ve kolay bir av durumuna sokar. Bu koşullarda insan, önce leş yiyerek başlar et yemeye ve bu arada da hayvanları izleyerek avcılık yeteneğini geliştirir. Ayakları üzerinde yürümeye başlamasıyla da muhtemelen daha uzak mesafeleri görmesi ve kontrol etmesi mümkün olur. Kendini avlayacak hayvanlara yukarıdan bakabilme olanağı kendisini daha iyi koruma ve avlanmada avantajlı konuma getirir. Ateşin kontrolüyle de ateşi hem korunma hem de saldırı amaçlı kullanarak taze ete ulaşabilir.

Daha sonra dinleri oluştururken, bu et tüketimine ilişkin anlatılar ve tanrısal izinler hikayelendiriliyor. Tanrının kurban istemesi ya da tanrının hayvanları (evreni) daha üstün bir canlı olan insanlar için yarattığı ve böylece insanların hayvanları katletmesinin tanrının izni/emri olduğu anlatısı gibi. Ete ulaşmak, hayvan öldürmekle mümkündür. Bu öldürme suçluluk duygusu yaratabilir (yaratmalıdır da). İnsanların evcilleştirdikleri hayvanları acımasızca öldürüp yemelerinin getireceği suçluluk duygusu... İşte dinsel anlatılarla bu suçluluk duygusu ortadan kaldırılır. Bir köylünün beslediği, ad verdiği, sevdiği bir kuzuyu büyütmesi ve sonra da onu kesmesi...

İşte bu öldürmede suçluluk oluşmuyor, çünkü bu katletmeler tanrının isteği/emri gibi. İnsan kendi suçluluğunu böylece dışarı atar ve bu artık bir psikolojik sorun olmaktan çıkarılır. İnsanlar hayvanları evcilleştirirken ilginç bir şey oluyor: İnsan, hayvanı insanlaştırıyor da. O hayvana insani özellikler yüklüyor. Tilki kurnazdır. Kurnazlık insani bir özelliktir ve hayvanlar arasında böyle bir kategorileştirme yoktur. Aslan güçlüdür, bozkurt hürdür gibi. Köpekler sadıktır. Yani insan, hayvanı insancıllaştırırken onunla olumlu bir bağ da kuruyor.

Bazı hayvanlara da olumsuz/düşmanca özellikler yüklenerek yok ediliyor. Orta Çağ’da kara kedilerin uğursuzluk getirdiği, cadı olduğu inancı kara kedilerin hunharca katliamlarıyla sonuçlandı. Evcil hayvanları olanların bu hayvanlarla sevgi ilişkilerine de rastlanır sıkça. İşte bu durum öldürme anında inkâr edilerek, yokmuş gibi davranılarak hayvan öldürülür. Kurbanlık koyunlarla da benzer hikayeler olur ve bir anda sanki yıllarca o hayvanı beslememiş gibi boynuna bıçak dayanır. İşte bu an, inkâr anıdır ve tanrısal anlatılarla suçluluk duygusu rasyonelleştirilir/en aza indirilir.

İnsanın hayvana bakışında, hayvanlarla ilişkilerinde gariplikler var. Bu kurban ettiği hayvanlara da yansıyor. İnsan, kendisini hayvanlarla karşılaştırmadan kaçınmıyor ama bu karşılaştırmada çoğu kez kendisini üstün bir canlı olarak tanımlıyor. İnsan, düşünen/hisseden/ölüm bilinci olan/konuşan/soyutlayabilen hayvandır gibi. Bu tür söylemlerde insanın hayvan olduğunu kabul var ama aynı zamanda "daha fazla", "daha üstün" olduğuna da vurgu var. Kutsal anlatıda da zaten insanın üstün olduğu ve evreni insanların kullanması için yarattığı söylenir. Bu anlatı hayvanları da insanın istediği gibi kullanacağı, kurban edeceği, öldüreceği fikrini doğurur.

Bütün bunlara rağmen günümüz insanı, et yemesine rağmen kendi yiyeceği hayvanı kendisi öldürmek istemiyor.[14] Bu nedenle et lokantaları kesimhane fotoğrafları değil de kızarmış/pişirilmiş et fotoğrafları gösteriyor. İnsanların öldürmekten kaçınmaları, kesim endüstrisinin doğumunu beraberinde getiriyor. İslam’da erkeğin kestiğinin helal olması, besin üzerinden İslam erkek egemenliğini de güvenceye alıyor. Hayvan katletmekten kaçınmadan ötürü hayvan kesimleri kamusal alanın dışına taşınıyor. Macho bir şeye dikkat çeker: İnsanlar hayvanları evcilleştirirken hayvanlarla empatiyi, hayvanların yerine kendini koymayı da ihmal etmeye başlar.

Sırtına yük vurduğunuz eşeğin halini düşünmekten, boğazı kesilen kuzunun ne hissettiğini düşünmekten kaçınır. Bu kaçınmada kutsal önemli bir işlev üstlenir: tanrının emri/isteği. İnsan, hayvandan üstündür ve hayvanları kullanmak/kesmek tanrının da isteğidir de. Hayvana yapılanı kutsal zulüm olmaktan çıkarır. Helaldir yani. Hayvanlara eziyet etmenin suçluluk duygusu oluşmaz. Sokak köpeklerini toplayıp katledenlerin gerekçelerinde de benzer konulara değinilir. Yani köpekleri katletmek günah değildir. İnsan üstündür ve hayvana istediğini yapabilir. Hayvan katleden masum değildir ama kutsal anlatı bu masumiyeti insana iade eder.

Psikanalist Mathias Hirsch, bir yazısında kültürün kurban ritüeli üzerine kurulduğunu yazar. Kurban, dinin ve kültürün temelini oluşturur.[15]

Çocukluğumda İslami usullere göre kesilen hayvanları gördüm. Kurbanlar tanıdım. Yani kamusal alanda herkesin göreceği, hatta özellikle insanlara gösterilerek yapılan bir öldürme. Kurban edilmeye sadece sağlıklı hayvanlar seçilirdi. En güzeli, en güçlüsü en sağlıklısı. Türünün en iyisi seçilirdi. Kurban öncesi hayvana isimler veriliyor ve insani özellikler atfediliyordu. Kurbana öldürmeden önce adeta gelin muamelesi yapılıyordu bu kurban koç bile olsa.

Dinsel ritüele göre kurbanı ve kesimini teşhir etmek, göstermek ve kurban kesebiliyor olmanın gurunu yaşamak/göstermek rol oynardı. Adeta 'lütfen gör' töreni. Kurban edilecek hayvanın üç ayağını bağlar, dördüncü ayağını serbest bırakırlardı. Bu serbest ayak çırpınır, sert hareketler gösterirdi. Bu durum ‘can vermek’ olarak tanımlanırdı. Yani bilerek ve isteyerek ritüelin parçası olarak adeta vahşetin sergilenmesi…

Ritüel dediğimiz oyunun can alıcı noktası. Bu serbest ayak ve çırpışlar çaresizliğin ve kurtulmanın imkansızlığını gösterirdi izleyenlere. Kurbanın kaçma şansının olmamasını. Serbest olan ayağın çırpınışı da bu çaresizliğin zirvesidir. Travmatik çaresizlik. Bu anı yaşayan yetişkinler suçluluk duygusunu inkâr ederler. Adeta yok hükmündedir. Merhamet çocukların hissettiği duygudur. Ve korku çocuklara kalır. Bu ritüelle çocuklar için yetişkinlerin ne kadar zalim olabileceği gerçeğini öğrenirler. Kurban töreninin derininde bir suçluluk duygusu vardır. İşte bu kurbanla dışa vurulur. Tanrıya borcumuz/vazifemiz söyleminde işte bu suçluluk deforme edilerek dışa vurulur: Bir canlıyı zalimce katletmenin suçluluğu değil de tanrıya olan borç…

İbrahimi din anlatılarında kişi hem tanrıya görevlerini yapmadığından suçlu (günahkâr) hem de çevresinin yaptıklarından sorumlu tutulduğundan günahkâr sayılır. İbrahimi dinlerde doğal afet yoktur. Doğal afet dediğimiz şey tanrının kullarını cezalandırmasıdır. Tanrının emirlerine uymadığı için insanlar depremle, selle cezalandırılırlar. Lut Kavmi… Yani sarhoşlar, dekolte giyenler yüzünden toplu cezalandırmalar vardır. Bu anlatının sonucunda inançlı kişi, çevresinin davranışlarından sorumlu tutulur ve bu kişiler, kendilerinde tanrının bir emri olarak ötekileri kontrol etme hakkı bulurlar. Ötekine müdahale etmenin altında bu anlatılar var çoğu kez. İşte kurbanda bireysel suçlar ve çevresini yeterince denetlemiş olmamanın suçluluğunun itirafı da vardır. Suçluluk, tanrıya borç konseptiyle gizleniyor ve dönüştürülmüş, adı başka konmuş şekilde dışa vuruluyor.

Başka bir kurban seçimi de bir kişinin aile için kurban seçilmesidir. Gurbete gönderilenler... Aile, aileyi kurtarsın diye üyelerinden birini (bu genelde erkektir) gurbete para kazanmaya gönderir. Kurbana kurtarıcı rolü verilerek kurban olarak seçildiği gizlenir. Burada kurban fedakârlık olarak tanımlanır. Gurbete gönderilenlere Musa’dan bu yana Musa’nın öğüdü tembih edilir: "Sakın nereden geldiğini unutma!" Bu öğütle gönderilenlerin ‘yoldan’ çıkması, yani bireyselleşmesinin önüne engel konulur.

Giden zaten suçluluk ve minnet duygularıyla gider, çünkü gönderenler de fedakârlık yaparlar. Aile fedakârlık yaparak çocuğun okuması ve aileye sonra da destek olması için okumaya gönderir. Okumaya giden minnet borçludur, çünkü okuması ailenin fedakarlığıyla yani diğer çocukların okutulmamasıyla mümkündür. Yani giden de kalan da fedakâr/kurbandır biraz. Yoksulluk... Yoksulluktan çıkma arayışları çeşitli fedakarlıklar ve kurbanlar istiyor.

Müslümanlara göre zenginler, hali vakti yerinde olanlar kurban kesebilirler. Bu, toplumdaki eşitsizliğin kabulü ve dinsel onayıdır da. Ama zenginler kurbanı yoksullara pay etmek zorundadırlar. Böylece zenginlerin zengin olma süreçlerindeki suçluluk/borçluluk halleri de pay edilir. Kurban bir yanıyla zenginin suçunu bağışlatma ritüelidir de.

Müslümanlıkta bir konsept var: Hakkını helal etme. Bu konsept, borçluluk (birine karşı vazifeden yola çıkılarak kurgulanır) üzerine kuruludur. Mesela çocuğun annesine/babasına doğal borcu vardır. Bu ilişki, borç almak ve alınan borcun ödenmesiyle ilişkili değildir. Anne/baba çocuğu dünyaya getirdikleri için çocuk ‘doğal’ olarak anne/babaya borçlu sayılır ve çocuk ömür boyu bu borçlulukla yaşar. Bu borç hiçbir zaman eşitlenemez. Yani ömür boyu borç kalır. Borç üzerinden oluşan bir minnet duygusu vardır. Bu borç yüzünden ilişki her zaman hiyerarşik kalmaya mahkumdur.

En temel ilişki bir güç ilişkisidir ve eşitsizdir. Yani İslam hiçbir ilişkiyi eşit saymaz ve her ilişkiyi eşitsizleştirir. Kurbanın paylaşımında da bu eşitsizliğin kabulü ve paylaşmayla da bu suçun onayı sembolleştirilir. Kurban eti paylaşmayla suç da pay edilir ve suç ortadan kaldırılır adeta. Yani kurban üzerinden hak helal edilir. Yani kutsal için yapılan ritüelle kutsalın da onayı alınmış sayılır ve zenginin günahlarının affedildiğine inanılır.

Burada bir nokta daha var. Öldürme hakkı tanrınındır. Tanrı adına ve tanrı için kurban öldürmede tanrısal bir özelliği insan üstlenirken, tanrı için yapılıyor olma nedeniyle öldürme relatife edilir. Psikanalist Mathias Hirsch, kurban ritüeliyle toplumların oluşan şiddeti regüle ettiklerini yazar.[16] İnsanlar arasındaki her ilişki agresyon da doğurur. İşte bu agresyonun denetlenmesi gerekir. Ritüeller bu agresyonun yönlendirilmesine, dışa vurulmasına olanak tanır.

Kurban sadece verilmez, bazen insan kendi kendisini de kurban edebilir. Kurbanın amacı tanrıyı ikna etmek ya da tanrıdan af dilemek içindir.

ASKER SEÇİLMİŞ KURBAN

Çoğumuz tanık olmuşuzdur. Askere gönderilenin ayrılık törenini. Çok coşkulu ve gürültülü olur. Adeta içimizdeki korkuyu/sesi bastırmak içindir bu tören. Bu gidişte öldürme/öldürülme yani kurban olma/edilme gizlenmeye, görmezden gelinmeye çalışılır. Şehitlik, kutsal için ölme, kutsal için ölenin cennete gideceği anlatısı bu korkuyla/acıyla baş edebilmek için anlatılır. Şehitliğin tazminatıdır cennet. Bu anlatılar kurbanı özendirmek içindir. Kurban burada kurban olmaya gönüllüdür. Bu anlatıyla İsmail anlatısı arasında paralellik var: İsmail de babasının kendisini kurban etmesine karşı çıkmaz, bilakis onay verir. Şehidin anne/babası da dolaylı olarak kutsal tarafından ödüllendirileceğine inanır.

Şehit anne/babası/kardeşi olmak toplumda özel bir konumda olmak demektir. Şunu anlatmayı deniyorum: Savaş vatanı savunmak, millet için kaçınılmaz olarak lanse edildiğinde ve halka bu kabullendirildiğinde çocuklarımızı asker olarak savaşa göndermek suçluluğu ve utanmayı ortadan kaldırıyor. Kutsal savaş, ölüme bağlı korku, utanma, suçluluk gibi duyguları rasyonelleştirirken nefreti, tiksintiyi, hasedi güçlendiriyor. Deprem, sel felaketi... Doğal olaylar yani takdiri ilahi...

Savaş ve savaştaki ölümler adeta doğal olaylar konumuna indirgeniyor. Devletin dış ülkelerde operasyonlar yapması çok doğal, kaçınılmaz. Devletin adını terörist koyduğu insanlara yaptığı her kötülük ‘normal’ ve kaçınılmaz. ‘Terörist’ insani haklarının tümünü yitirmiş ‘hiç’ ilan edilmiş insan demektir. Terörizme övgü değil bu yazdıklarım, bilakis terörizm eleştirisi. Devletin terörist diye adlandırdıklarıyla mücadelesi yani antiterör, devletin terörüdür. Konuyla bağlantısı da bu terörist olarak adlandırılarak zulüm yapılanlar da insan, bu ülkenin vatandaşı ve bu ülkenin kendisine seçtiği bir tür kurban.

Toplum, kendi içinden seçtiği kurbanlara kendi kötülüklerini yansıtarak mücadele ediyor. Tarihin bazı dönemlerinde önce insanlar en sevdiklerini, yani çocuklarını tanrıya kurban ederken zamanla savaş ganimeti düşmanlarının çocuklarını tanrılara kurban etmişler. Savaş günümüzde çocuklarımızın ve ötekinin çocuklarının temsili olarak kurban edilme ritüelidir.

Etnopsikanalist Mario Erdheim, Azteklerdeki çocuk öldürme ritüelleri incelemesinde devletleşmeyle kurban etme/vermede değişim olduğuna dikkat çeker.[17] Aztekler önce kendi çocuklarını tanrılarına kurban verdiler ama devletleşirken, yani kurumlar oluştuktan sonra başkalarının/düşmanlarının çocuklarını tanrılarına kurban etmeye başladılar.

İbrahimi dinlerde hayvanın kurban edilmesi anlatıda bariz bir şekilde gösterildiği gibi ‘temsili’ kurbandır. Yani hayvan insanın yerine (İsmail) kurban edilir. Bu tür kurban seçimi ve temsil bir devrim niteliğindedir. İnsanın kurban edilmekten çıkarılması... Bu devrim ama savaşlarla insan öldürme, insanın birbirini öldürme geleneği sürmüştür.

BAŞKA BİR KURBAN BİÇİMİ: GÜNAH KEÇİSİ

Freud’a eleştirel yaklaşan ve beni etkileyen bir isimden ve teoriden söz etmek istiyorum: Rene Girard. Dinleri ve dinlerdeki şiddeti inceleyen Girard, dinin insanlığın başlangıcından bugüne kadar eski olduğunu vurgular.[18] Girard çeşitli yapıtlarında varoluş/kuruluş şiddetini (Gründungsgewalt) anlatır.[19] Her din, her halkın kuruluş mitolojisinde şiddet, yani travmatik bir olay vardır.

Toplumda bir kriz var ve bu kriz toplumun dağılmasına gidiyor. Varoluşsal bir sorun. Toplum kendi içinden bir günah keçisi yani kurban seçerek kendi içindeki negatif olanı, çelişkileri bu günah keçisinin üzerine yüklüyor. Burada toplumun seçtiği bir kurbanı kolektif öldürdüğü anlatılır. Yani ortak bir suç ve bu ortak suç üzerinden oluşturulan bağ vardır. Sonra öldürülen yüceltilir.

Freud da ortak suçtan sonra öldürülenin daha güçlü olduğunu yazar. Girard, bu ortak cinayetin işlevlerine dair şunları yazar.[20] Kurbana atfedilen suçlar birçok kültürde aynıdır veya çok benzerdir. Kurban etme sonucu toplumda öldürme/kendi şiddet potansiyelinden korku da başlar. Bu tedirginlik bazı yasakların konulmasını beraberinde getirir. Girard, arkaik dinlerin şiddete sebep olmadığını, bilakis şiddetin ve şiddetle baş edebilme çabasının dinleri doğurduğunu yazar.

Günah keçisi kuramı, toplumun kendi içinde oluşan gerilimi dışa vurarak toplumun bir rahatlama aradığını ve bu kurban üzerinden oluşturulan günahlarla toplumun kendisini regüle ettiği anlamı çıkar. Günümüzde dinci ve ırkçı anlatıların hedef gösterdiği ‘düşmanlara’ biraz da bu gözle bakmak gerek belki de.

Kurban sunulan tanrıyla kurbanı sunan arasında aslında sembolik olarak bir takas ilişkisi vardır. Ya da kurban verenin tanrıdan kurbanına karşılık beklediği bir armağan vardır. Marcel Maus’un sözünü ettiği, her ilişkinin temelinde bir takas/alışveriş olduğu durum yani.[21] Kurban, tanrıya sunulan bir armağandır ama sıradan herhangi bir armağan hediye gibi kurgulanamaz.[22] Kurban, kutsalla ilişkiyi ve gücü regüle eden bir boyuta sahiptir. Kurbanın adresi (kutsal) kurbanın sahibi ve kurbandan yararlananlar… Kurban ritüellerinde insana ait arzular, korkular ve iktidarın o toplumdaki izlerine rastlarız.

KURBAN KÜLTÜRÜ

Robert Pfaller, B. Campell ve J. Manning’in kültür teorilerini özetler ve kültürü üç kategoride inceler.[23] Namus/şeref kültürü: Bu kültür kişinin/alenin/sülalenin adı çok önemsenir ve bu adın kirlenmemesine/kirletilememesine özen gösterilir. Namusun kirlenmesinin mutlaka intikamı alınır, yani terbiyesiz cezalandırılır. Bu cezayı da namusu/şerefi kirletilen veriri. Böylece de namus/şeref bir şekilde onarılır. Bu kültürlerde utanma duygusu çok önemsenir ve toplumdaki ilişikler utanma/utandırma üzerinden regüle edilir. Onur kültürü: Onur bir iç değerdir.

İnsanın konumundan, düşüncelerinden bağımsız olarak her insanda iç değer olarak vardır. Burada başkalarının (el alem) dediğinden bağımsızlaşır kişi. Bu kültürde insanlar öfkelerini kontrol etmeyi kültürleştirirler. Namus kültüründe kişi namusun kirlenmesine kendi karşı çıkarken onur kültüründe yaşanan olumsuzlukta bir kurum, üçüncü bir taraf (polis, mahkemeler) olaya dahil edilir ve onur kırıcı davranış kişi tarafından değil de bu kurum tarafından cezalandırılır. Kurban olma kültürü: Burada kastedilen aslında mağduriyet kültürüdür. Bu kültürde insanlar her türlü incinmeye hassastırlar.

Her incinme bazen abartılı bir şekilde geniş kitlere duyurulur ve kitlenin dikkati bu incinmeye çekilir. Böylece mağduriyetlerine saygı ve sempati beklerler. Bazen utandıran mağduriyetler adeta teşhir edilerek anlayış beklenir. Gündüz kuşağı programı itirafçıları, sosyal medya da bu tür mağdurlar bulmak mümkündür. Kuşkusuz her mağduriyet acı verir. Ama mağduriyeti kültürleştirenler duygularıyla aralarına mesafe koyarak asıl duygunun (mahcubiyet, utanma, korku, acı) yerine teşhircilik ve bunun hazzını yaşıyorlar. Başkalarını aldatma isteği insanın kendi kendisini aldatmasıyla sonlanıyor.

Laf lafı açıyor. Tarihe baktığımızda o kadar çok insanın ve hayvanın tanrılara kurban edilmesine, bu kurban etmenin saçmalığına ve anlamsızlığına rastlıyoruz. Bereket tanrısına edilen kurbanlar bereketi arttırmadı. Kurban, o toplumdaki ilişkileri organize etti sadece. Gelecekte bugüne merakla bakanlar günümüzdeki kurbanların saçmalığını ve zalimliğini anlatacaklar herhalde.


Şahap Eraslan kimdir?

1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berlin'de çalışıyor.

KAYNAKÇA

[1] Die Religionen der Azteken, Maya und İnka=Aztekler, Maya ve İnkaların dinleri, Günter Lanczkowski, 1989, Wissenschafliche Buchgesellschaft, s. 53.

[2] Bernd Janowski&Michel Welker, Theologische und kulturelle Kontekste des Opfersw=Kurbanın teolojik ve kültürel çerçevesi, 2016, Kitap: Opfer, Suhrkamp, 2. Basım, s. 9.

[3] Bruce J. Malia, Rituale der Lebensexklusivität, 2016, Kitap: Opfer, Suhrkamp, 2. Basım, s. 41.

[4] Psychoanalytische Aspekte des Opferbegriffs und das Beispiel von Selbstmordattentäter= Kurban kavramının psikoanalitik boyutları ve intihar saldırısı tapanların incelenmesi, 2017, Kitap: Opfer, Psychosozial Verlag, s. 67.

[5] Christoph Türcke, Opfer und Menschwerdung=Kurban ve İnsan olma, 2017. Kitap:Opfer. Psychosozial Verlag, s. 15.

[6] Türke, s. 15.

[7] Walterm Krickenberg, Hermann Trimborn ve diğerleri, Die Religionen des alten Amerike=Eski Amerikanın dinleri, 1961, Kohlhammer Verlag, s. 137.

[8] Ag. E. s. 74.

[9] Age. S. 34.

[10] Age. S. 343.

[11] Age. S. 318.

[12] Richard Kaerney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, 2023, Metis Yayınları, s. 113.

[13] Thomas Macho, Warum wie Tiere Essen=biz neden hayvan yiyoruz, 2022, Molden Verlag, s. 11.

[14] Age. S. 39.

[15] Die Opferung des Kindes als Grundlage unserer Kultur=Çocuk kurban etmek kültürümüzün temelidir, 2006, Kitap: Das Kindesopferung=çocuk kurbanlar, s. 13.

[16] Die Opferung des Kindes=Çocuk Kurban Etme, 2006, Kitap: Das Kindesopferung=çocuk kurbanlar, s. 17.

[17] Prestige und Kulturwandel=prestij ve kültürel dönüşüm, 1973, Focus Verlag, s. 58.

[18] Gewalt und Religion=Şiddet ve Din, 2010, Matthes&Seitz Verlag, s. 56.

[19] 1.Das Heilige und die Gewalt, 2. Das Ende der Gewalt, 3. Sündenbock

[20] Religion und Gewalt. S. 10/11.

[21] Die Gabe, 19910, Suhrkamp, s. 18-22.

[22] Sigrid Brandt, Hat es sachlich und teologisch Sinn, von Opfer zu reden? 2016, Kitap: Opfer, Suhrkamp, 2. Basım, s. 250.

[23] Erwachsenensprache= Yetişkin dili, 2017, Fischer Verlag, 113-116.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi