Süreyya Karacabey
Kürek: Cemaati nasıl bilirdiniz?
Bir fotoğraf vardı, muhtemelen hayvan terbiyecisi bir adamla, karşısında korkuyla büzülmüş bir maymunu gösteren. Her zamanki gibi yine çok ağır günlerden geçiyorduk ve benim dünyaya katlanma eşiğim çok düşmüştü. Haber sitelerinde gezinirken bu fotoğraf çıktı karşıma, maymunun ifadesi o kadar dokunaklıydı ki bütün biriktirdiklerim, bütün üzüldüklerim o maymunun bakışı karşısında patlayarak fışkırmaya başladı.
O fotoğraf, tanık olup, nasıl katlanabiliyoruz dediğim bütün haberleri, görüntüleri bir hayvanın bakışı olarak geri getirmiş, savunma araçları elinden alınmış bütün kurbanların yerine geçmişti.
Başına ne geldiğini anlamayan bir varlığın korkulu bakışından daha dehşet verici bir şey yoktu benim için, o zamandan beridir, karşılaştığım hayvanların diline çalışıyorum, insanın öğrettiği dilin dışına çıkmak için. O zamandan beridir o kırbacın, elleriyle yüzünü kapatarak bükülmüş gövdesiyle çok çaresiz duyan o hayvanın acısını, kendi türümün acısından hiçbir zaman ayırmadığımı onlara anlatmak istiyorum, insana değil.
Siz hiç işlemediğiniz hatta işlemeyi aklınızdan bile geçirmediğiniz kötülükler ve zalimlikler için sürekli özür diler misiniz, ömrüm böyle geçti, tesadüfen aynı tür altında sınıflandırıldığım yaratıkların yaptıkları için karşılaştığım bütün hayvanlardan özür diliyorum; biliyorum, bu uygarlıkta benim de payım var, benim özne olarak varoluşum, onların olmadığı kabul edilen dünyalarını anlamlandırmak için işlevlendiriliyor, benim türümü “kutsal, seçilmiş” kabul eden bütün dinler, düşünceler onların imhasını, katliamını meşrulaştıran zulümler bileşkesinin “keşif yolunu” kuruyor.
Ayrıcalıklı olduğu düşünülen türün sağlığı için, güzelleşmesi için onların katledilmesi gerekiyor, ilaçlar, aşılar için kobay olarak kullanılıyorlar.
Kozmetikte kullanılan kimyasal bileşenlerle onlar sakatlanıyor, onların yolunmuş tüyleri ve yüzülmüş derileriyle ısınılıyor ve bütün bunlar “her şey insan için” başlıklı bir ideolojiyle bize sunuluyor. Her şey insan için!
Her şey insan için!
Evrenin tarihinde belki bir kesinti, süreksizlik, eklemlilikten başka bir şey olmayan insan,- henüz ne olduğunu bile anlamayan insan, kendini yüce bir varlık olarak kutsayan dinlerin/ideolojilerin aparatı olarak insan, geldiği noktayı tarihsel olarak bir incelmişlik olarak gören insan, rafineliğinin göstergesi olarak elindeki kürekle kendi için önemsiz olduğunu hissettiği-düşündüğü değil, o bile yok- başka canlıları parçalıyor. Ve bütün barbarlıkların öznesi olarak dünyaya zarardan başka bir şey vermeyen bu tür, elindeki yıkım projelerini havaya kaldırarak, kendini ağaçtan, sudan, hayvandan üstün görerek durmadan böbürleniyor. Her şey insan için!
“Onun da bir canı var” uyarısının hiç ulaşmadığı kulaklara, işte bu yüzden senin canının da bir kıymeti yok diyor elindeki kürek, öldürülmeni sıradan hale getiren sensin, bu kürekle cesedine toprak atacaklar ve sonsuzluğa değil, hiçliğe karışacaksın.
Onun da canı var derdik, çocukken çiçekleri koparıp atarak zalimlik egzersizi yapan çocuklara, dur, onun da canı var. Sonradan anlamlandıracağımız bir gülüşle bakıp, bizimle dalga geçerlerdi. Ama başka çocuklar da vardı, karıncalara basmamak için tuhaf biçimlerde yürüyen ve yaprakların perisine dileklerini ileten. Başka çocuklar da vardı, hayatları boyunca diğerlerinin zorbalığına katlanmak zorunda kalan ve bu dünyada tekmelenen bir kediden hiç farkı olmadığını çok küçükken kavrayan.
İnsanın çevreyle kurduğu netameli ilişkiden pek çok şey çıkmıştır, sözgelimi “temel bir özellik olarak her halkın kendi yaşam alanına içten bağlı olduğu” savı, Nazizmin jeopolitikası üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Böylece kendi algısına göre biçimlediği çevre fikrini insan, ayrımlar ve dışlamalar üzerine kurar ve onun tasarımında aynı evreni paylaştığı canlılar için bir yer yoktur; çitleme yoluyla ayırdığı tarlasında, ülkesinde nasıl yabancıyı bir işgalci olarak sınıflandırılmışsa, benzer biçimde kendi rahatına göre kurduğu mekanlara, yok edilecek araziler olarak gördüğü doğa parçasından her sızan canlıyı da “fazla” olarak kategorize eder.
Hayvanlardan çaldığı alanlara fetih hakkı muamelesi yaparak yerleşir ve asıl sahipleri topraklarından uzaklaştırmak için her şeyi yapar.
Onun da canı var derdik çocukken, çocukluğu rahat bıraksalardı her şeyin bir canı olduğu bilgisini çok uzak atalardan devralıp sürdürebilecekti belki, kendi türüne bile akıl almaz işkenceleri yapan bir topluluk içinde büyümeseydi eğer, küreği sadece toprağı havalandırmak için kullanılan bir araç sanabilirdi, eğer rüya zamanına inanan o uzak kabilenin şarkısıyla büyüse toprağı kazmanın, altında yaşayan büyülü canlılara zarar vermek olduğunu bile düşünecekti. Ama burada büyüdü, bu cehennemde. Kürekle hayvanların öldürüldüğü bir yerde.
Kendi ölümünü sıradanlaştıran, gündelikleştiren bir düzenin yardımcısı olarak, gücü kime yetiyorsa ona ölüm dağıtan insanların arasında büyüdü. Kürekle, çekiçle, tüfekle, sopayla hem birbirlerini hem de hayvanları öldürenlerin ortasında nefes almaya çalışan çocuklar hala var. Hala yaprak perisine dileklerini sunuyorlar, annelerinden gizlice kedilere bakıyorlar, köpeklerin acıklı bakışları karşısında ağlıyorlar, hala bu korkunçluğun ortasında şefkatli bir bahçe düşlüyorlar.
Adamın elindeki kürek, köpeğin başına inerken, köpek korkuyla inlerken, kürek dayanamayıp sordu, ey hayat, cemaati nasıl bilirdiniz?
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.