Alp Altınörs
Libya’dan Ermenistan’a savaş tamtamları
Eski bir Osmanlı marşını anımsatıyor günler: "İleri, ileri haydi ileri /Alalım düşmandan eski yerleri" AKP iktidarı bir yandan Ayasofya kararı ile içeride Osmanlıcılığı, fetihçiliği pompalarken, bir yandan da dış politikada tek yanlı askeri güç kullanımını (ve kullanma tehdidini) giderek artırıyor.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, aynı konuşmada iki ayrı ülkeye dair barut kokan mesajlar verdi: Libya’da Haftar Sirte’yi boşaltmalı, Ermenistan, aklını başına toplamalı. Yoksa Libya’da Sirte’ye yönelik askerî harekât geliyor, ayrıca Türkiye bütün imkanlarıyla Azerbaycan’ın yanında yer alacaktır. Hemen ertesi gün, benzer mesajlar AKP Genel Başkanı Erdoğan tarafından da tekrarlandı.
İlk açıklamadan anlaşılan, AKP iktidarının Libya petrollerinin %60’ını barındıran Sirte bölgesi uğruna doğrudan Mısır’la çatışmayı göze aldığı idi. Nitekim hemen ertesi gün, tıpkı Trablus hükümeti gibi, BM tarafından tanınan Tobruk’taki ‘meşru meclis’, ‘Libya’nın ulusal güvenliğini sağlamak üzere’ Mısır’a askeri müdahale çağrısında bulundu. Eğer Trablus hükümetinin çağrısı Türkiye askerinin Libya’da bulunmasına meşruluk sağlıyor ise, Berlin Konferansı’nda Libya’nın yeni kurucu meclisi olarak tanınan Temsilciler Meclisi’nin çağrısı da Mısır askerinin Libya’ya girişine meşruluk sağlar. Peki bir adım sonrası ne olacak? Mısır’a savaş ilanı mı? Sirte çevresinde şiddetli çatışmaların yeniden başlayabileceğine dair sinyaller giderek artıyor.
Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki sınır çatışmalarında ölenleri kimse geri getiremez. Ama herhalde bölge ülkelerinin çatışmaya dahil olma tehditleri, ancak yeni ölümlere yol açacak şekilde çatışmanın derinleşmesine yol verebilir.
Aslında Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan sınır çatışmaları tekil, yalıtılmış bir olay değil. Dünya genelinde yükselen militarizmin yeni bir göstergesi. Tıpkı, Hindistan ile, geçen yıl Pakistan ve bu yıl Çin arasında, Cammu Keşmir’in paylaşımı için yürütülen sınır çatışmaları gibi. Tıpkı Çin ile Vietnam arasındaki Güney Çin Denizi ihtilafı gibi, vb. Kapitalizmin küresel bunalımı derinleşip pasta küçüldükçe, paylaşım savaşları daha da tırmanacaktır.
Ermenistan-Azerbaycan sınır çatışmalarının yaşandığı bölge, bu sefer Dağlık Karabağ değil, kuzeydeki Tovuz bölgesi. Ama arka planında Dağlık Karabağ geriliminin yattığını anlamak zor değil. Şu ana kadar en az 16 askerin öldüğü bu çatışmalar bir ilk değil. Daha önce de 2008, 2010, 2012, 2014, 2016, ve 2018 yıllarında (adeta 2 yıllık devrelerle) iki ülke arasında sınır çatışmaları yaşanageldi. Tarafların verdiği bilgilere göre sayılar değişmekle birlikte, bu çatışmalarda her iki taraftan yüzlerce askerin öldüğü bilinmektedir. Dağlık Karabağ, 1989’dan beri Kafkaslar’ın iyileşmeyen yarasıdır.
Dağlık Karabağ meselesi: Nereden nereye
Meselenin dününü anlamadan bugününe dair bir şeyler söylemek mümkün değil. Kafkasların grift ve iç içe geçmiş nüfus yapısı, bir devlet sınırı içinde tek bir etnik kimliğin homojenliğini öngören tekçi milliyetçi katı ulus devlet paradigmasıyla kökten çelişir. Sovyetler Birliği, bu gerçeğe uygun olarak, Sovyet cumhuriyetleri ve bu cumhuriyetlerin içinde özerk cumhuriyetler ve özerk bölgeler yöntemini geliştirmişti. 1917 devrimlerinin ardından bağımsızlık kazanan Azerbaycan ve Ermenistan arasında (Osmanlı’nın işgaliyle tırmanan) kanlı etnik çatışmalar yaşandı. Çatışmaların odak noktaları, Nahçıvan ve Dağlık Karabağ idi. Zira, Nahçıvan, coğrafi olarak Ermenistan içinde, ancak nüfus olarak Azeri iken; Dağlık Karabağ ise tersine, Azerbaycan içinde bir Ermeni bölgesiydi. Yine bu ikisinin ortasında yer alan Zangezur (Syunik) bölgesinde de çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda on binlerce insan katledildi.
1920 yılında Azerbaycan’da ve Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulması, iki ülke arasındaki milliyetçi gerilimi hızla sona erdirdi. Müthiş bir kardeşlik havası esiyordu. O kadar ki, Sosyalist Azerbaycan’ın lideri Neriman Nerimanov, Ermenistan’da Sovyet iktidarı kurulduğunda şu açıklamayı yapıyordu: "Bugün itibariyle, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki eski sınırlar artık tarihe karışmıştır. Dağlık Karabağ, Zangezur ve Nahçıvan, artık Sosyalist Ermeni Cumhuriyeti’nin parçaları olacaktır". Sovyetlerin lideri Lenin, bu açıklamayı "Sovyet halkları ailesi arasında sınırların artık anlamsızlaştığını gösteren bir açıklama, Sovyet kardeşleşmesinin büyük bir eylemi" olarak selamlarken; yine de alınan kararı doğru bulmadı ve Nahçıvan’da referandum yapılmasını istedi. Referandumda halkın %90’ı Azerbaycan’a katılmak istediği için, Nahçıvan, Azerbaycan’a bağlı bir özerk Sovyet cumhuriyeti ilan edildi. Dağlık Karabağ, Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlı bir özerk bölge oldu. (Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki bölge olan) Zangezur (Syunik) ise Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlandı.
Ne var ki, 1989’da SSCB’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte, Kafkaslarda etnik gerilim yeniden yükseldi. 1989 nüfus sayımına göre, Dağlık Karabağ’da 145.593 Ermeni (%76,4) ve 42.871 Azeri (%22,4) yaşamaktaydı. Oysa, Azerbaycan’da parti yönetimi, Dağlık Karabağ’ın özerkliğini kaldırma girişiminde bulundu. Özerk Bölgenin ulusal konseyi ise, buna karşılık Ermenistan SSC’ye katılma kararı aldı. Bu aslında, Nahçıvan benzeri bir statünün Dağlık Karabağ’a da sağlanması talebiydi. Sovyet kardeşliği çerçevesinde karşılanamaz bir talep de değildi. Ne var ki artık SSCB çürümüştü, kapitalizm restore edilmişti ve Sovyet kardeşliğinin yerini milliyetçi boğazlaşma almıştı. Bu talebin yanıtı katliam oldu.
SSCB’nin resmen dağılmasının hemen ardından, 1991’de Ermenistan ve Azerbaycan savaşı başladı. Ermeni birlikleri Dağlık Karabağ’ı denetim altına aldı. Ermenistan ve Karabağ arasında fiziki sınır bulunmadığı için, Ermeni orduları Laçin, Kelbecer gibi Azerbaycan bölgelerini de işgal ederek (burada bir koridor oluşturarak) Karabağ’a ulaştı. 1994’te ateşkes imzalandı, ama barış anlaşması hâlâ imzalanamadı. Birleşmiş Milletler, Ermenistan ordusunu D. Karabağ’da işgalci saymaktadır, ancak 1915’te yaşanan gibi bir katliam yaşamak endişesi içerisindeki Karabağlı Ermeniler, Azerbaycan yönetimini kabul etmemektedir. Böylece Ermeni ordusunun, sadece Karabağ’daki değil, çevreleyen bölgelerdeki işgali de sürmektedir.
Dağlık Karabağ sorunu, 1994’ten bu yana hem Azerbaycan’da hem de Ermenistan’da despotizmin ve militarizmin kaynağı olmuştur. Politik özgürlüklerin askıya alınmasının, demokratik hakların yok edilmesinin gerekçesi olmuştur. Yeniden başlayan çatışmalarla, aslında hiç bitmemiş olan bir savaş yeniden alevlendirilmiştir.
Bu sorunun çözümü, hiç kuşkusuz her iki devletin ve Karabağ Bölgesi halkının uzlaşmasıyla, müzakerelerle olabilir. Ancak, tekçi-milliyetçi ulus devlet anlayışının bu sorunu çözemeyeceği kesindir. 1989’da Karabağ’ın özerkliğinin kaldırılması girişimiyle ortaya çıkan ve hala çözülemeyen bu sorun, ancak demokratik ulus anlayışıyla, halkların barış içinde bir arada yaşayabileceği bir çerçevede çözülebilir.
Ankara’dan gelen açıklamalar, meselenin kapsamı ne olursa olsun, her zaman Azerbaycan’ın haklı olduğu yönünde olageldi. Ancak bu sefer doğrudan çatışmalara taraf olmaktan bahsetmesi, AKP iktidarının her türlü bölgesel çatışmaya müdahil olma yönelimini yansıttı. Bir zamanlar, nişanesi Ermenistan sınırının açılması olan "komşularla sıfır sorun" politikası vardı. Anlaşılan artık "sıfır komşu" politikasına geçildi.