Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

‘Mayın tarlasında söğüt gölgesi’ ya da Bahçeli ne dedi?

Bahçeli, DEM Partililerle tokalaşmasını “eşik adımı” olarak görüyor ve muhataplarını samimiyet göstermeye davet ediyor. Peki Bahçeli samimiyet testine girecek mi?

Devlet Bahçeli kritik dönemlerde kritik çıkışları yapmış biri, 2002’de koalisyonu bitirip ülkeyi seçime götüren kişiydi. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, şimdiki iktidar blokunun temellerini atan girişimlerde de ön plandaydı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, mevcut rejimin hukuki altyapısını oluşturan referanduma gidişin düğmesine de o basmıştı. Şimdi de peş peşe hamleler yapıyor.

Önce TBMM’deki DEM Parti grubuna giderek el sıkıştı. Sonra Meclis resepsiyonunda niye el sıkıştın diye soranlara, ‘barış’lı cevap verdi: “Yeni bir döneme giriyoruz. Dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım.”

BOĞAZ SIKMAK, EL SIKMAK

Elbette MHP lideri Bahçeli yakın zamana kadar DEM’lilerin (seçmenleri dahil hepsinin) ellerinin değil boğazlarının sıkılmasını savunmuş, dile getirmiş olmasa kimse niye el sıktın diye sormazdı. Yine “barış” sözcüğünü “terör ağzı” olarak tanımlayan biri olmasa “Yurtta sulh, cihanda sulh” şiarını tekrarlıyor denilip geçilebilirdi. Bahçeli, CHP lideri Özgür Özel’le de beklenmedik “nezaketli sohbetlere” girince gözlemciler ilk yorumu yaptı: İktidar yeni anayasa yapmak istiyor, oyu yetmiyor, o yüzden muhalif partilerle yumuşak sohbete dayalı bir tarza yöneliyorlar.

Bahçeli dün bu yaygın yoruma kendi belagatiyle cevap verdi: “… önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme çabası olarak görenler mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan zavallı biçarelerdir.”

Cevabın yer aldığı grup konuşması, tokalaşma hamlesinin bilinçli olduğunu ilan ediyor, tokasına karşılık beklentileri olduğunu açıklıyordu: “Uzattığım el, gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenenin temenni ve teklifidir.”

DEM PARTİ’YE ADİSYON KESMEK

Temenni ve teklifle yetinecek değildi elbette, tokalaşmasının adisyonunu da yazmıştı:

“DEM’e evvela düşen sorumluluk, uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması, dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.”

Bir ilginç son derece ilgi çekici ifade de “elimizi … dümenden ve düzenden uzatmayız” sözüydü. Dümen ve düzen? Neden ihtiyaç duyuldu bu ifadeye? Mesele cumhurbaşkanlığı seçimi ve anayasa değişikliği meselesi değil demişken zaten, bu vurgunun nedeni ne olabilir?

Cevaba geçmeden önce, DEM Parti’ye yazılan adisyona biraz yakından bakmakta yarar var: Bahçeli gayet iyi bilir ki bir tokalaşmayla barış gelmez, tokalaşma daima iyi bir başlangıç olsa bile. Sıkılı yumrukları açıp el sıkışma daima makbul olsa bile “samimiyet” için başka şeyler de gerekir. Zaten bunu bildiği için sıralıyor: “Gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın.” Tokalaşmasını “eşik” olarak tanımlıyor bir de. DEM’in kapatılmasını, DEM’lilerin hapsedilmesini, maaşlarının kesilmesini filan daha yakın zamanda savunmuş biri için tokalaşma bir “eşik geçme” adımı olarak kavranabilir, ama adımın tamamlanması için bu kadarı yetmez, Bahçeli bunu iyi bilir. Bahçeli, DEM Parti’nin “barış” sözüne yüklediği anlamları da gayet iyi bilir, “Türkiye partisi” lafı zaten DEM’in dahil olduğu geleneğin geliştirdiği bir kavram, keza DEM Partililerin “terör” lafından anladığı şey ile kendisinin kastettiği şeyin asla aynı olmadığını da herkesten iyi bilir.

DÜZEN, DÜMEN DERKEN NE DEDİ?

Peki o zaman, ben el sıkıştım, barış dedim, ama onlar yanaşmadı türünden basit bir şark kurnazlığından mı ibaret bütün bunlar? Çünkü aynı Bahçeli, DEM Parti yetkililerinin kendi adımlarının samimiyetini nasıl ölçeceğini de yine herkesten iyi bilir. Şayet bu Bahçeli’nin açık iddiasının aksine bir “dümen, düzen” işiyse zaten birkaç haftaya sönümlenip gider. Yok öyle değilse? Eğer değilse o zaman DEM Partililerin davet edildiği samimiyet testinin iddia sahibi tarafından da verilmesi gerekir. Kuvvetle muhtemel ki Bahçeli, “dümen, düzen değil” derken, ilk gününden itibaren ve şiddetli biçimde karşısında durduğu son “çözüm süreci”nin bitmesinin özelde dönemin HDP’sinde, genelde de Kürt hareketinin bütün unsur ve bileşenlerinde ve elbette Kürt halkında yarattığı derin hayal kırıklığı ve aldatılma duygusunu bildiğine işaret ediyor. Peki o halde bütün bunlar “yeni bir sürecin başlangıcı” olarak değerlendirilebilir mi?

BAHÇELİ 2002 YAZINDA İDAMIN KALDIRILMASI

Bunun cevabına geçmeden önce, (AK Parti dönemindeki) tüm çözüm süreçlerine karşı çıkmış Bahçeli, böyle bir işin başlama vuruşunu yapan kişi olabilir mi sorusuna da yanıt vermek lazım. Yanıt aslında son çözüm sürecindeki bir tartışmanın içinde saklı. Hala hatıralardadır, Bahçeli hem başbakanlığı döneminde hem de cumhurbaşkanlığı döneminde çözüm girişimleri nedeniyle Erdoğan’ı sert biçimde eleştirirken, Erdoğan sürekli aynı cevabı verirdi: “Sen Abdullah Öcalan’ı astırmadın.” İş miting meydanlarında ip atmaya kadar varmıştı. Peki neydi bu tartışmanın temeli? 2002 yazında, AK Parti’nin tek başına iktidara geleceği seçimden önceki dönemde TBMM’de yapılan bir dizi “reform” ya da “açılım.” Dönemin DSP, MHP ve ANAP koalisyonu yani Ecevit-Yılmaz-Bahçeli koalisyonu, idamın kaldırılmasından Kürtçe radyo-TV yayınlarının mümkün kılınmasına kadar bir dizi anayasa değişikliği yapmışlardı. MHP grubu idamın kaldırılmasına evet oyu vermemişti ama Bahçeli mesela bunu “ortaklığı bitirme” sebebi yapmamıştı, şöyle demişti o zaman: "Eğer Meclis`e idam cezasının kaldırılmasıyla ilgili bir düzenleme gelirse, 127 tane oyumuz var, `hayır` diyeceğiz. Bizim dışımızda, Meclis olarak bu değişikliği yerine getirebiliyorlarsa getirsinler. Ancak bunu bir hükümet problemi haline getirmeyiz."

SAMİMİYET TESTİ

Şimdi dönelim bir önceki soruya: Bütün bunlar gerçekten bir tür yeni çözüm sürecinin başlangıcı mı? Eğer öyle ise DEM’lilerin davet edildiği samimiyet testine Bahçeli’nin de girmesi gerekir, daha doğrusu ortağı olduğu iktidar blokunun. Sözün samimiyetini ölçecek olan eylemdir. Dümen-düzen yokluğunu kanıtlayacak olan da eylemdir. 2002 yazındaki “samimiyet” kendisini anayasa değişikliği-açılımı olarak ortaya koymuştu mesela. DEM Parti’nin meşru ve makbul muhatap olarak görülmesi iyi başlangıç, ama sadece başlangıç. Hemen yanı başında duran bir önemli mesele daha var: Parlamenter düzlemde politika yapan sayısız HDP’li siyasetçi hala hapiste, en ünlüsü Demirtaş ve Yüksekdağ. Hemen beraberinde, 30 yıldır hapiste tutulan ve türlü çeşit dümen-düzenle tahliyeleri engellenen birçok kişi var. Beraberinde hasta mahpuslar var. Cezaevleri tıklım tıklım doluyken, türlü çeşit dümen-düzenle her hafta birçok kişi daha oraya yollanıyor, mesela “terör finansmanı” denilerek, cezaevindeki yoksul mahpuslara para yollayanlara dört-beş yıllık cezalar veriliyor. Üstelik bunların hepsi mevcut yürürlükteki hukuka aykırı biçimde yapılıyor. “Kürt meselesi” ile ilgili görünmüyorsa bile Can Atalay ve Gezi mahkumlarını da eklemek gerekir, çünkü o meselede geliştirilen yöntemlerin aynısıyla hapiste tutuluyor onlar da. Samimiyet varsa “hukuk uygulamaya” başlanır.

Hukuku uygulamaya başlamak derken çok önemli bir başlık daha var: Ceza İnfaz Kanunu uygulaması. İmralı’da tutulan Abdullah Öcalan çok uzun bir süredir infaz hükümlerine aykırı biçimde kimseyle görüştürülmüyor. Buna dikkat çeken bir gazeteci daha geçen yıl bir süre hapiste tutuldu, sadece “Kanun niye uygulanmıyor” diye sorduğu için.

Bahçeli bu teste girecek mi? Dediklerinde samimiyse, samimiyet testi basit ve açık biçimde ortada duruyor.

NOT

Bahçeli’nin grup konuşmasının ele alınması gereken birçok yönü bulunuyor, bu yazıda sadece “çözüm süreci ihtimali ve potansiyeli” üzerinde durmaya çalıştım. Devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi