Erol Köroğlu
Meclise Çerkes gerek: Bir siyasal destek yazısı
Geçen haftaki yazımda, katıldığım “Edebiyat ve Millî Mücadele Sempozyumu”ndan söz etmiştim. Öncelikle Zeytinburnu Belediyesi Kültür Sanat’ın tüm sempozyumun oturum kayıtlarını izlenebilir hâle getirdiğini belirteyim. Benim katıldığım ilk oturumun kaydı burada.
Oturumun ilk günü tarihçi Caner Yelbaşı, bazı Kurtuluş Savaşı romanlarında Çerkeslerin ele alınışı üzerine bir sunum yaptı. Yelbaşı, Türkiye Çerkesleri: Osmanlı’dan Türkiye’ye Savaş, Şiddet, Milliyetçilik başlıklı önemli kitabın yazarı. Aynı zamanda benim gibi bir Çerkes ve özellikle Kurtuluş Savaşı romanlarında işlenen, Çerkes Ethem bağlantılı “Hain Çerkes” imgesinden mustarip. konuşmasında da soğukkanlı bir biçimde bu durumu ortaya koydu.
“Hain Çerkes” imgesi benim de üzerinde pek çok kere yazdığım bir konu. Academia.edu sayfamda “Çerkesler” başlıklı bir klasör var ve buradaki yazılar genellikle romanlarda bu imgenin geliştirilmesi hakkında. Türkiye’de var olan etnik ve kültürel kimliklere dönük hoşnutsuz ve baskıcı söylemin yarattığı bir imge bu. O yıllarda önce Millî Mücadele adına faaliyet gösteren daha sonra Ankara’yla anlaşmazlığa düşerek Yunanlılara sığınan Ethem Bey, Atatürk’ün Nutuk’unda doğrudan hain olarak anılır ve ondan sonra hep “Çerkes Ethem” olarak bilinir. Böylece Ethem üzerinden Çerkes ve hain eşanlamlı hale getirilmiş ve Çerkes kimliğini saklamayan herkese karşı bir tehdit gibi kullanılır olmuştur. Türkiyeli her Çerkes, hayatında en az bir kere kendine parmak sallandığını bilir: “Aman dikkat! Bu Çerkesliğini fazla öne çıkartma. Sonra, alimallah sen de Çerkes Ethem gibi hain olursun.”
BİTMEK TÜKENMEK BİLMEZ BİR İHANET YAVESİ
Çerkes olsun olmasın, Çerkesleri çalışan pek çok yazar bu konuyu işledi. Bunun ve Çerkeslerle ilgili pek çok başka konunun ele alındığı çok önemli ve yakın tarihli bir çalışma için, Merih Cemal Taymaz ve Sevda Alankuş’un editörlüğünde Dipnot Yayınları’ndan çıkan Çerkeslerin 21. Yüzyılı ve Çerkeslerin Geleceği Üzerine Düşünmek başlıklı kitaplara bakılabilir. Ben de ilk ciltte yer alan çalışmamda, ihanet meselesinin bezdirici varlığını çarpıcı bir edebi örnek üzerinden ele almıştım.
Türkiye’de sadece etnik ve inançsal değil, her türden farklı kimlik bezdirici ötekileştirme süreçlerine tabidir. Caner Yelbaşı’nın konuşmasının ardından da buna maruz kaldık mesela. Oturumun tarihçi başkanı, Yelbaşı’nın da tarihçi olduğunu unutup edebiyatçı olduğunu varsayarak (tarih-edebiyat etkileşimi çalışan bir edebiyat araştırmacısı olarak bu da kanıksadığım bir durum: tarihi sadece kendisinin bildiğini ve anladığını düşünen tarihçiler), uzun uzun ve kavgacı bir üslupla Nutuk’un konuya yaklaşımının ne kadar doğru olduğunu ve bu ihanet meselesinin tartışılmazlığını savundu.
Yukarıdaki örnekte Yelbaşı sabır ve olgunlukla, olmadık yerde açılan bu tartışmaya girmeyeceğini belirtti. Bu, Türkiyeli Çerkes bireylerin ve özellikle araştırmacıların o kadar fazla karşılaştığı bir durum ki. En kaba sabasından en inceliklisine kadar bu tahammülfersa ihanet yavesiyle pek çok kere karşılaşmış, konuşmuş, tartışmış, yazmış, çizmiş oluyorsunuz ama ondan sonra yine karşılaşıveriyorsunuz: “Ama Çerkesler de ihanet etti.”
Türkiye’de milyonlarca Kuzey Kafkasya göçmeni yaşıyor. Bunların hepsi Çerkes değil. Kimileri Çeçen, Oset, Dağıstanlı, Abhaz ya da daha pek çok farklı etnik kimlikten. Fakat 1864’te gerçekleşen büyük sürgünün ardından milyonu bulan sayıda Çerkes Osmanlı’ya sığındığı için, imparatorluk coğrafyasının her tarafına dağıtılan bu göçmenler üzerinden tüm Kuzey Kafkasyalılar halk arasında Çerkes olarak anılmış. “Hain Çerkes” yaftası, bu tür nüanslara da aldırış etmiyor tabii. Türklük dışında bir kimlik vurgusu olan her Kuzey Kafkasyalıyı potansiyel hain haline getiriveriyor.
TÜRKİYE’NİN ÇERKESLİĞİNİ VURGULAMAYAN ÇERKES ADAYLARI
Bu seçimde, tüm adaylar bir yana, seçilebilecek yerlerden bile pek çok Çerkes aday var. Her partide görülüyor Çerkes adaylar ve tüm Türkiye geneline yayılmış durumdalar. Osmanlı Devleti’nin Çerkes muhacirlere dönük iskân politikasının bir sonucu bu. 1864’teki Çerkes Soykırımı ve Sürgünü sırasında gelenler Rumeli’den Filistin’e kadar imparatorluk coğrafyasının her yerine dağıtılmışlardı. Bu durum bir yandan elbette imparatorluğun zayıf maddi koşullarından kaynaklanıyordu. Bu kadar büyük bir göçmen nüfusu bir arada tutmak mümkün görünmüyordu. Öte yandan, bu kadar dağıtılmalarında, Batılı anlamda kendini yeniden düzenlemekte olan Osmanlı’nın nüfus mühendisliğinin de katkısı vardı. Osmanlı bu savaşçı ve sadık nüfusu kendi yönetim anlayışı doğrultusunda kullanmak da istiyor, sorunlu olduğunu düşündüğü her yerde Çerkes köyleri oluşturuyordu.
Hikâye uzun ama bu nüfus politikası sonucu, neredeyse 20. yüzyıl sonuna kadar birbirlerine gittikçe kaybolmakta olan dil ve gelenek üzerinden bağlanan ama siyasal birlikteliği zayıf bir etno-kültürel kimlik oluştu. O yüzden şu anda milletvekili adayı olmuş pek çok Çerkesin bu kimliğini dillendirmediğini görüyoruz. Fakat tabii belli başlı istisnalar ile. Örneğin Kayseri’de partilerin orada önemli sayıya sahip Çerkes kimliğini önemsememesi üzerine bağımsız aday olan Mutlu Akkaya ve Türkiye İşçi Partisi’nin Muğla adayı, ünlü oyuncu Mehmet Aslantuğ gibi.
Umarım meclise pek çok Çerkes milletvekili girer. Bunu hiçbir biçimde bir etnik ayrımcılık ya da milliyetçilik saikiyle yazmıyorum. Türkiye’deki her kimliğin, hem kendi özgüllüğünü ortaya koyarak hem de ortak varoluşumuzu ve demokratik bir cumhuriyeti geliştirerek mecliste yer almasını diliyorum. Bu çok önemli. Çerkes kimliğinin abuk sabuk ihanet suçlamalarına maruz kalmadan, kendi meselelerini özgürce dile getirerek siyasal alanda görünmesi, Türkiye’deki demokratik kültürü geliştirecek bir şey. Bugün buna ne kadar muhtaç olduğumuzu sanırım konuşmaya bile gerek yok.
MECLİS’E METİN KILIÇ GEREK
Bu doğrultuda, bir adaya dönük desteğimi özellikle belirtmek istiyorum: Yeşil Sol Parti’nin Ankara üçüncü bölge birinci sıra adayı Metin Kılıç. Metin Kılıç, HDP içerisinden gelen bir sosyalist. Tüm seçim çalışmalarında Çerkes kimliğini önde tutuyor ve bu kimliği mecliste nasıl savunacağını ayrıntılı olarak açıklıyor. Kendisinin açıklamalarına internet üzerinden ve farklı kanallardan ulaşmak mümkün. Fakat Çerkeslikle ilgili vurgusunu, halkların kardeşliği ve dayanışma anlayışı içerisinde yaptığını da özellikle vurgulamalıyım.
Metin Kılıç’ın ailesinden iki kişiyi özellikle anmak istiyorum: Eşi Ferdane Kılıç ve oğlu Nartan Kılıç. Bu iki güzel insanı 20 Temmuz 2015 Suruç bombalamasında yitirdik. İşid saldırısına uğrayan Kobane’de bir kreş ile bir çocuk parkı inşa etmek ve bir orman dikmek üzere yola çıkan 300 aydınlık insanın arasındaydılar. İşid bombacısının yok ettiği 33 cana katıldılar. Halkların kardeşliğini ve barışa katkı vermenin önemini vurgulayarak sonsuza kadar önümüzde yanacak birer meşale oldular.
7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasındaki pek çok kanlı ve tam olarak aydınlanmayan, iktidarın maktulleri terörist gibi göstermeye çalıştığı olaydan biri olan Suruç’ta yitirdik onları. Çok can yitirdik o arada. Suruç’ta, 5 Haziran HDP Diyarbakır mitingi bombalı saldırısında, 10 Ekim Ankara Garı Katliamı’nda…
Metin Kılıç bir Çerkes olarak, hem Ferdane ve Nartan’ın, hem bu süreçte verilen tüm kayıpların barış ve kardeşlik çağrısını meclise taşımak üzere geliyor. Farklılıklarımızın bir arada durmamıza ve ortak, adil, eşit ve özgürlükçü bir geleceği inşa etmemize engel olmayacağını ifade etmek üzere oylarımızı istiyor.
Ben onun seçim çevresinde oy kullanmıyorum. Fakat adaylığını önemsiyor ve destekliyorum. Meclise Çerkes gerek, meclise Metin Kılıç gerek. Birlikte değiştirebilmek ve barışı tesis edebilmek için…
Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir.