Celal Başlangıç
Memleketin yarısı ‘terörist’se ‘geri kalanlar kontrgerilla’ mı?
Ege’deki bir şenlikte konuşmacıydı Aziz Nesin.
12 Eylül darbesinin faydalarını anlatıyordu:
"12 Eylül’ün faydaları da olmuştur. Örneğin 12 Eylül döneminde taksilere taksimetre takılmıştır. O zamana kadar büyük şehirlerde taksiciler ile taksi müşterileri arasında bitmez tükenmek ücret ve tarife kavgaları yaşanırdı."
Aziz Nesin’e göre 12 Eylül bu tartışmaları sona erdirmişti ama bir itirazı vardı:
"Ama taksilere taksimetre takmak için de darbe yapılmaz ki!"
Gece yarısı çıkartılan son kararnameyle kış lastiği takmayanlara 625 lira para cezası getiriliyordu. Olağanüstü Hal’de çıkartılan Kanun Hükmündeki Kararname değil, Karayolları Ceza Tarifesi mübarek sanki.
Aziz Ağabey sağ olsaydı yine inceden dalga geçerdi herhalde:
"15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL’in faydaları da olmuştur. Örneğin trafiğe çıkan araçlara kar lastiği zorunluluğu getirerek pek çok kazanın önüne geçmiştir. Ama araçlara kış lastiği takmak için de bütün memlekette Olağanüstü Hal ilan edilmez ki!"
Elbette ne 12 Eylül darbesi sadece taksilere taksimetre takmak için yapıldı ne de Olağanüstü Hal, kararnameyle araçlara kış lastiği taktırmak için.
Ama Türkiye’de 12 Eylül zulmünü sollayacak koşullar yaşanıyor pek çok alanda.
Bu gerçeğin daha net ortaya çıkması için referandum koşulları iyi bir katalizör oldu.
YASAKLI RENK MAVİ
12 Eylül’ün baskıcı karakteri de darbe anayasasının referanduma götürüldüğü süreçte çok net biçimde ortaya çıkmıştı.
Bir anıyla aktaralım.
1982’de İzmir’deki tarihi vilayet binasının önünde miting yapıyor Kenan Evren. Amacı 12 Eylül Anayasasını anlatmak. Kent kent dolaşıyor ülkeyi. "Evet"in rengi beyaz, "Hayır"ın mavi.
O günlerde "Hayır" propagandası "ikinci bir emre kadar" yasaklanmış. Neredeyse İstanbul’daki İETT otobüslerinde kullanılan "Mavi kart"ı bile kaldıracaklar. Durum o kadar sıkı yani.
Ancak o dönem çalıştığım Cumhuriyet Gazetesi bu yasaktan dolayı açıktan "Hayır" diyemese de "Havet" kıvamında çıkıyor.
Rahmetli İsmail Gülgeç her gün "mavili" bir karikatür çiziyor; "Deniz de mavidir", "Atatürk’ün gözleri de mavidir" diye.
Cumhuriyet adına da Evren’in Konak Alanı’ndaki mitingini izliyorum. Kürsünün önünde gazetecilere ayrılmış bir platformun üzerindeyim.
Daha Evren kürsüye çıkmamıştı. Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu’ndan tanıdığım bir bürokrat gelip kulağıma eğildi:
"Bu mavi meselesinden Paşamız sizin gazeteye çok kızgın. Mümkünse biraz kenarda dursanız. Sizi görünce gergin bir ortam meydana gelmesin."
Fazla kaçacak yer yok platformda. Diğer gazetecilerin en arkasına geçtim.
Evren kürsüye çıkıp konuşmaya başladı:
"Sinsice neler neler söylemiyorlar sevgili vatandaşlarım. Atatürk’ün gözlerinin renginin mavi olup, mavi baktığından tutun da denizin mavi sularında serinleyen, gökyüzünün maviliklerinde huzura kavuşulacağına kadar mavi rengi ima ederek güya parlak buluşları ile ‘ret’ oyunu telkine yeltenmektedirler."
O günden sonra renklerden mavi de yasaklanmıştı.
TEK BİR ‘EVET’ ARGÜMANLARI YOK
12 Eylül faşist darbesini yapan askeri cuntanın başı Kenan Evren bile en fazlasından "sinsi" suçlamasında bulunuyordu "Hayır" propagandası yapanlara.
12 Eylül’ün "sinsi" düzeyi zemzem suyu gibi kaldı bugünkü iktidarın siyaset yapma biçimi yanında.
Referandumda "Hayır" diyeceklere yöneltilen suçlama "darbeci", "vatan haini", "terörist" düzeyine düşmüş, yerlerde sürünüyor.
Hükümet üyelerinin de kafası karışık bugünlerde. Yapılan anketlerde "Hayır" oyları "Evet"ten fazla çıktıkça paniğe kapılıyorlar; ne yapacaklarını, ne diyeceklerini şaşırıyorlar.
Hükümetten bir bakan "Hayır diyenler teröristtir" diyor.
Bir başka bakan çıkıp "Evet diyenlerin de, Hayır diyenlerin de başımızın üstünde yeri var" diye konuşuyor.
Her iki bakan da aynı hükümetin üyeleri olduğuna göre ikisinin sözlerini toplayıp şöyle bir sonuca varmak mümkün:
"Teröristlerin başımızın üstünde yeri var!"
Ancak böyle bir sonuca meydan vermemek için Başbakan Binali Yıldırım "sahibinin sesi" olarak sahneye çıkıp bütün "Hayır" diyecekleri "terörist" ilan ediyor:
"Kimlerin ‘Hayır’ dediğine bakın. PKK’nın sözde üst düzey yöneticileri, FETÖ’nün kaçak terörist sürüleri. Bunlar TC vatandaşı bile değil. ‘Hayır’ deseler ne olur. Bunlar teröristler. HDP ile CHP ‘Hayır’ diyor. Belli ki CHP sırtını terör örgütüne yaslamış HDP’nin kayığına binmiş vaziyette."
Hatta müthiş bir mantığı var Başbakan Yıldırım’ın. Diyor ki:
"PKK Hayır, ‘FETÖ’ Hayır dediği için biz bu değişikliğe Evet diyoruz."
Sanki PKK ve ‘FETÖ’ dayatmayla, zorla milletin önüne bir "Hayır" sandığı koymuş, AKP’liler de "Hayır" diyenlere bakarak, "Evet" kararı almış.
Oysa milletin önüne sandığı koyan AKP. 15 Temmuz’u fırsata çevirip, ilan ettiği OHAL koşullarında Türkiye’yi bir "Evet" ya da "Hayır" tercihine zorlayan AKP. Sonra da sandığı getirenin kendileri olduğunu unutmuş gibi yapıyorlar. "Teröristler Hayır dediği için biz Evet diyeceğiz" mantığıyla aslında başka bir açıklarını ele veriyorlar.
Çünkü neden "Evet" diyecekleri konusunda halkı ikna edecek hiçbir argümanları, hiçbir gerekçeleri, mantıklı hiçbir nedenleri yok. Bu yüzden kendi getirdikleri, Türkiye’yi tek adam yönetimine götürecek bu anayasa değişikliğini anlatmak, savunmak yerine yan çizip, "Hayır" diyecekler üzerinden kendi "Evet"lerine bir meşruiyet kazandırma kurnazlığına yöneliyorlar çaresizlikten.
AKP’LİLERDE TERÖRİST RADARI VAR!
Aristo mantığının bile iflas edip yerini "Hristo mantığı"na bıraktığı bir siyasal ortamdayız artık.
İktidar sözcüleri propaganda yapma biçimlerinin bile ne kadar vahim sonuçlar doğuracağının farkına varma yetilerini yitirmişler.
"Hayır" diyenlere "terörist" suçlaması yöneltmekle bu ülkede kapanması güç yaralar açtıklarını ve daha da açacaklarını fark etmiyorlar bile.
Cumhurbaşkanından Başbakanına, Bakanına kadar iktidar bloğu "Hayır" diyenleri teröristlikle suçladıkça…
"Hayır" açıklaması yapanlara polis şefi silah çeker… "Hayır" bildirisi dağıtanı ne idüğü belirsiz bir serseri mayın bıçaklar… "Hayır" kampanyası yapanın üzerine polis biber gazı sıkar, copla saldırır. "Hayır" afişi yapıştıranlar gözaltına alınır. "Hayır" demek için meydanlara çıkacakları mafya bozuntuları ellerinde silahlarla bekler…
Bugünkü bütün bu vahim tablo AKP iktidarı tarafından yaratılmıştır.
Bu ülkenin bütününde Olağanüstü Hal var. Ülke KHK’larla yönetiliyor. Olağanüstü Hal’e dayanarak başkent Ankara dahil birçok kentte miting, gösteri, hatta açık havada basın toplantısı yapma yasağı var.
Ülkeyi bu referandumla kutuplaşmanın zirvesine tırmandırdılar.
İmamlar camilerde, rektörler üniversitede, seçim kurulu bürokratları sosyal medyada "Evet" kampanyasına sıvandılar. Kimisi de kendini mecbur hissediyor. "Evet" diye bağırmasa "terörist" ilan edilecek.
Bırakın sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek odaları gibi kuruluşları bir yana. Sadece "Hayır" diyeceğini açıklayarak AKP sözcülerinin "terörist" radarına yakalanan siyasi partiler listesine bir bakın.
CHP, ANAP, BBP, HDP, DBP, Devrimci Parti, Devrimci İşçi Partisi, DP, DSP, Emekçi Hareket Partisi, EMEP, ESP, HEPAR, Halkın Türkiye Komünist Partisi, Komünist Parti, ÖDP, Liberal Demokrat Parti, Saadet Partisi, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi, Vatan Partisi ve MHP tabanının ezici bir çoğunluğu…
Bir başbakan bu kadar farlı görüşlerdeki siyasi partilerin hepsini birden "terörist" olmakla suçluyorsa, o ülke ölmüş de ağlayanı yok demektir.
Bir de Başbakan Yıldırım’a göre memleketin "terörist olmayan" partilerine bakalım:
AKP, Bağımsız Türkiye Partisi ve MHP yönetimiyle çok dar partili seçmen grubu.
Yani AKP iktidarının sözcülerine göre bu memleketin en az yarısı "terörist". Ya geri kalanlar?
Onu da Yılmaz Erdoğan’ın ünlü şiirindeki bir dizesi söylesin:
"Ben doktor oluyordum, sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla."