Mehmet Altan
MİT Akademisi’nin ABD analizi...
Milli İstihbarat Akademisi, “2024 Amerika Birleşik Devletleri seçimleri ve Türkiye’ye Olası Etkileri” başlıklı bir analiz hazırlamış.
6 Ocak 2024’de kurulmuş olan Akademi’nin vizyon hedefleri arasında, “Türkiye’de istihbarat çalışmalarının ülkemizin özgün ihtiyaç doğrultusunda şekillendirilmesine katkı sağlamak” ve “Türkiye’de ve dünyada gelişmeleri takibin yanı sıra değişim ve dönüşümlere yön verecek bir stratejik anlayışın kökleşmesini sağlamak” da var.
Rapora da “ülkemizin özgün ihtiyacı” ve “dünyadaki gelişmeleri takip” açısından göz attım.
xxxxxxx
“Hukukun üstünlüğü” sıralamasında 142 ülke arasında 117. sırada olduğumuza göre bizim için “özgün ihtiyaç” demokrasidir herhalde diye düşündüm.
Raporda “demokrasi” kelimesini arattım.
Tek bir yerde geçiyor:
“Batı’nın ve ABD’nin Rusya’yı sınırlandırma stratejisi sona ermese de Trump’ın bu çabaları demokrasiyi yayma gibi ideolojik bir çerçeveden ziyade daha pragmatik bir yaklaşımla ele alması, Türkiye gibi kutuplaşmayı azaltma amacı güden bir aktörün elini rahatlatabilir.”
Rapor, Trump’ın “demokrasiyi yayma” gibi bir hedefinin olmamasının, “pragmatik yaklaşımının” Türkiye’nin elini rahatlatcağını söylüyor.
İlk başlarda “Suriye’ye demokrasi” götürmekten söz eden Türkiye’nin de en belirgin özelliği “kutuplaşmayı azaltmak” olarak tanımlanıyor.
xxxxxxx
Kurumları dışlayan, demokrasiyi de dert etmeyen bir zihniyet gerçekten Türkiye’nin “elini rahatlatır” mı?
Rapor, son bölümünün en son paragrafında bu tavrın “riskleri” de olacağını, Trump’a fazla bel bağlamanın zorluklar getirebileceğini vurguluyor:
“Sonuç olarak Trump yönetiminin lider odaklı ve pragmatik yaklaşımı, Türkiye-ABD ilişkilerinde fırsatlar kadar riskleri de beraberinde getirecektir.
…Trump yönetiminin öngörülemezliği ve kurumsal işleyişteki eksiklikleri göz önüne alındığında, Türkiye’nin dinamik ve çok boyutlu bir diplomasi izlemesi kritik önem taşımaktadır.”
xxxxxxx
Raporu bir de “dünyadaki teknolojik gelişmeler” açısından irdeledim.
17 yerde “teknoloji” kelimesi geçiyor.
“Trump, başkanlık döneminde ABD’nin üstünlüğünü sağlamak için kritik teknolojilerde lider olmayı ve enerji alanında bağımsız bir aktör hâline gelmeyi ön koşul olarak görmüştür. Seçim kampanyası sürecinde, Trump ve ekibinin savunma sektörü kadar yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve enerji sektörüyle yakın ilişkiler içinde olmayı önemsediği de gözlenmiştir” cümlesi rapordaki teknolojiyle ilgili yaklaşımın temel savını anlatıyor.
Trump’ın Elon Musk ve Silicon Valley ile ballı börekli olması, “kritik teknolojilerde” lider olmayı hedeflemesinin Türkiye’ye doğrudan ya da dolaylı etkileri raporun dışında bırakılmış.
xxxxxxx
“Demokrasi yayma derdi olmayan…”
“Kurumsal işleyişe boş veren…”
“İlke yerine pragmatik…” bir yaklaşımı tercih eden bir zihniyetin herhangi bir ülkeye yararı olur mu?
Aslında bu soruların en yetkin cevabını bu yıl Ekonomi Nobel Ödülünü alan Daron Acemoğlu yıllardır veriyor.
Zaten Prof. Dr. Daron Acemoğlu, Prof. Dr. Simon Johnson ve Prof. Dr. James A. Robinson’la birlikte “kurumların nasıl oluştuğu ve refah üzerindeki etkileri” konusundaki çalışmalarından dolayı Nobel ödülünün sahibi oldu.
Ülkelerde yerleşik köklü kurumlar yok ise refahın da olamayacağını ispatladılar.
Son konuşmasında da bunu bir kez daha vurguladı:
“Trump demokratik normları daha da zayıflatacaktır. Politikada belirsizliği ve keyfiliği arttıracaktır."
xxxxxxx
İlk başlarda “demokrasi, temel hak ve özgürlükler, evrensel hukuk” hedeflerinden başka bir şey duymazdık.
Ve ülkenin “özgün ihtiyaçları” AKP Programında şöyle anlatılırdı:
“Özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur.
Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez.
Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır.
Bu inanç tüm sosyal ve iktisadi dinamikleri harekete geçiren temel güçtür.”
Bu hedeflerden çoktan uzaklaştık.
xxxxxxx
Trump’lı yıllar ne getirir?
Demokrasi yerine “pragmatik çıkar”…
Öngörülebilirlik yerine öngörülemezlik…
Kurum odaklı anlayış yerine lider odaklı anlayış, ülkelere ne getiriyor ise dünyaya da onu getirir…
Karmaşa ve baskı.
Bu anlayış kaçınılmaz olarak bir süre sonra kendi anti-tezini yaratacaktır…
Türkiye şu anda dünyaya hâkim olmuş gibi gözüken “kurumsal işleyişe boşveren” bir anlayışın parçası olmayı mı sürdürecek yoksa yeniden şekillenmesi çok muhtemel olan “kurumsal işleyiş” akımının öncüleri arasına girmeyi mi seçecek?
Türkiye’nin toplumsal aklının bu “karanlık dönemde” neyi tercih edeceğini hep birlikte göreceğiz.
Yanlış tercih yaparsak onun bedelini de hep birlikte ödemeğe devam edeceğiz.