İrfan Aktan
Muhalefet sine-i devlete dönüyor
Türkiye’de sağ muhalefet muhalefeti terk ediyor ve devlete sığınıyor. Bunun başını da CHP ve İYİP çekiyor. Millet İttifakı’nın diğer bileşenleriyse zaten iktidarın bir göz kırpmasına bakıyordu. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu partilerin sivri uçlarının törpülenmesine tanık olacağımız anlaşılıyor. Bu süreçten Altılı Masa’ya yakın medyanın, oralardaki muhalif gazetecilerin paylarını alacağı da açık.
Gazetecilik merakla başlar ama şüpheyle icra edilir. Merakı, şüpheyi, şüpheciliği suç sayarak, kriminalize ederek yasakladığınızda, ortada gazetecilik yapılabilecek bir alan bırakmamış olursunuz. O yüzden gazeteciler mesleklerini devletlerden, hükümetlerden, örgütlerden, cemaatlerden ve hatta toplumlardan korumaya ilk önce merak ve şüphenin meşruiyetine sahip çıkarak başlarlar. Gazeteci merakına ve şüpheciliğine sahip çıkmadığında, mesleğini terk etmiş olur.
Halk TV’deki televizyon programında, PKK’nin İçişleri Bakanlığı’na düzenlediği saldırıya dair şüphelerini dile getirdiği için iktidarın hedefine alınan Ayşenur Arslan’ı, dolayısıyla gazeteciliği ilk terk eden, bizzat kendi televizyon kanalının patronu oldu. Halk TV’nin sahibi Cafer Mahiroğlu “vatan-millet-Sakarya” soslu Twitter (artık X) mesajında Arslan’ı hedefe koyup programını yayından kaldırdığını ilan etti. (Sonra da mahkemeye gidip ‘yanında’ durdu!)
Arslan’ın şüpheciliğini iktidardan önce Halk TV’nin cezalandırması, gazabından korunmak üzere gazeteciliği iktidara teslim etmesiyle eşanlamlı.
Fakat hakkını yemeyelim, “kendi çocuklarını” iktidarın pençelerine terk etme eğilimini başlatan Halk TV değil, bir TV programındaki konuşmasından yarım dakikalık bölüm alınarak hedef gösterilen Sezgin Tanrıkulu’nu “yem eden” Kılıçdaroğlu ve partisinin sözcüsü oldu. Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilmesi planlanan “Kanun Hükmü” belgeselini bırakın, bir bütün olarak festivale bile sahip çıkamayan yine CHP’nin belediyesiydi.
CHP artık iktidarın neyden rahatsız olacağını iktidardan önce tespit edip harekete geçiyor ve cezayı kendisi kesiyor. Çünkü Mayıs seçimlerinden sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği sağ muhalefet, sine-i millet yerine sine-i devlete sığındı, iktidara muhalefet etmeyi bıraktı.
CHP ve İYİP başta olmak üzere eskinin Millet İttifakı’nda yer alan hiçbir parti, artık bildiğimiz anlamda birer muhalefet partisi değil. Dolayısıyla gidişat, bu partilerin kendi içlerindeki gerçek muhalifleri ya peyderpey tasfiye edeceklerini, ya da kendi elleriyle iktidarın giyotininin altına yerleştireceklerini gösteriyor.
AKP-MHP yeni anayasayla totaliter rejimi daimileştirmeye hazırlanırken, ülkenin gelecek ufkunda herhangi bir demokrasi umudu kalmaması için muhalefet görünümlü iktidar aparatlarına ihtiyaç duyuyor. Seçimlerden sonra Millet İttifakı’nın tüm bileşenlerine biçilen rol bu gibi görünüyor. İktidarın bu partilere sunduğu “reddedilemeyecek teklif”, kendi tabanlarının “radikal” taleplerini dindirmek üzere öncelikle kendi içlerindeki gerçek muhalifleri kontrol altında tutmaları, ardından da göreli bir konfor karşılığında muhalefet yapıyormuş gibi yapmaları. Yeni anayasa sürecine böylesi bir kayıkçı kavgası veya danışıklı dövüşle gidileceği anlaşılıyor.
Dolayısıyla bu süreçte ister gazeteci, ister siyasetçi, ister sanatçı olsun, Millet İttifakı’na, esas olarak da CHP’ye yakın “uzlaşmaz” muhaliflerin peyderpey tasfiyesi veya iktidara teslim edilmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Fakat AKP-MHP iktidarı korkulanın aksine Mayıs seçimlerinden hemen sonra toplumsal muhalefete yönelik basınca bir anda ağırlık vermek yerine bunu zamana yaymayı seçti. Ne de olsa artık iktidarın bir zaman sorunu yok. Zaten Prof. Evren Balta’nın da geçen haftaki söyleşimizde tespit ettiği üzere “uluslararası güçler Türkiye’den demokratikleşme beklemiyor” iken, iktidarın ekonomik kriz nedeniyle direksiyonu “demokrasi değerlerine” kırmasını beklemek de ham bir hayalden ibaret.
Dolayısıyla iş, eski Millet İttifakı çatısı altındaki partilerin, iktidarın totaliter Türkiye planına göre yeniden düzenlenmesine, aynı zamanda artık ittifak halinde bulunmamalarına ve giderek kendi tabanlarının “radikal” taleplerini dindirmelerini sağlamalarına kaldı. Eğer başta CHP’ninki olmak üzere bu partilerin tabanları kendi partilerini muhalefet yapmaya zorlamazlarsa, ki bu da pek olası görünmüyor, geçmiş olsun!
Çünkü seçimlerden sonra kendi tabanlarına, bir anlamda sine-i millete dönen demokratik muhalefetin ise bu boşluğu doldurması pek olası görünmüyor.
Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri iktidarın değişeceğine dair mutlak inancın yarattığı rehavetin de etkisiyle seçim öncesinde söylemsel düzeyde bile güçlü bir bütünlük sağlayamamıştı. Bunun hem ittifak bileşenleri, hem genel olarak sol-sosyalist hareketler, hem de bir bütün olarak Emek ve Özgürlük İttifakı tabanı üzerinde yarattığı olumsuz etkiler, ayrışmalar, kırgınlıklar, seçim yenilgisinden sonra telafi de edilemiyor. Demokratik muhalefette “biz” duygusunun ne kadar aşındığını gösteren sayısız, çarpıcı örnek var.
Dolayısıyla demokratik, sol muhalefet de AKP-MHP karşısında ortaklaşmış, güçlü bir irade sergilenemiyor. Bu açıdan bakıldığında Kürt hareketi dâhil sol-sosyalist hareketler iktidara karşı bugün Mayıs öncesine nazaran daha güçsüz, savunmasız durumda. Belki ortada bir savrulma yok ama yapılan hatalar nedeniyle toparlanma da sağlanamıyor. Tarihi boyunca hiç bu kadar dikensiz yolda yürümemiş olan AKP’nin bundan sonra kendi siyasi hedeflerine hangi araçlarla ve nasıl koştuğunu gelecekten baktığımızda daha çarpıcı biçimde göreceğiz.