Doğan Özgüden
NATO başkentinde radikal sol yükseliş!
Her ikisinin de başkenti Belçika'da bulunan NATO ve Avrupa Birliği, yıllarca önce 1. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği'ne karşı uyguladıkları birlik, beraberlik, silahlanma ve istihbarat performansını, Ukrayna Krizi nedeniyle Putin Rusyası'na karşı başlattıkları 2. Soğuk Savaş döneminde yeniden yakalamak için tüm olanaklarını ve silahlarını seferber etmiş durumdalar.
Geçtiğimiz hafta ABD başkanı Biden'in da katılımı ve moral desteğiyle yapılan NATO ve AB zirveleri tüm Batı ülkelerinde silahlanma, Rus karşıtı beyin yıkama ve de casus avlama histerisini adamakıllı artırmış bulunuyor.
Mart ayının son günü de, Belçika Federal Meclisi'nin oturumu Ukrayna Milli Marşı'nın çalınmasıyla açıldı, ardından da videokonferans bağlantısı kurulan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy, ülkesindeki Mariupol kentinin Rus bombardımanıyla yıkılmasını Belçika tarihinin en dramatik safhalarından biri olan Ypres'in Birinci Dünya Savaşı'nda Alman bombardımanıyla tahribine benzeterek, Ukrayna semalarının yasak bölge ilan edilmesi isteğini tekrarladı, ardından da Belçika yöneticilerini en zayıf noktalarından birinden vurdu: "Anvers kentinde hâlâ Rus tüccarlarının elmasları satılıyor. Oysa barış, elmaslardan daha değerlidir!"
Her ne kadar Zelenskiy'nin konuşması tüm parlamenterler tarafından ayakta alkışlandıysa da, Belçika başbakanı Alexander De Croo, NATO’nun Ukrayna’da uçuşa yasak bölge ilan etmesinin Rus uçaklarının düşürülmesi anlamına geleceğini, bunun da tüm Avrupa’yı saracak bir savaşa sebep olabileceğini belirtti. Ancak Belçika'nın Rusya'ya karşı daha fazla ekonomik yaptırım uygulayarak ve bu ülkeyi diplomatik planda izole ederek, buna karşılık askeri yardımı arttırıp savaştan kaçanları en iyi şekilde ağırlamak suretiyle Ukrayna'ya daha büyük yardımda bulunma sözü verdi.
Bu vaadlere uygun olarak Belçika'nın halen 4,3 Milyar Euro olan savunma bütçesinin 2030 yılına kadar 6,9 Milyar Euro'ya yükseltilmesi kararlaştırılırken, 1. Soğuk Savaş ritüellerine uygun olarak Rusya'nın Brüksel'deki büyükelçiliğinde ve konsolosluklarında görevli 21 kişinin "Rus casusu" oldukları gerekçesiyle sınır dışı edileceği açıklandı.
Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkelerinden gelen mültecilere engeller uygulanır, ülkeye girebilmiş olanlara oturma ve çalışma izni konusunda binbir zorluk çıkartılırken, Ukrayna'dan gelen mültecileri en iyi şekilde ağırlamak, konut sağlamak, kendilerine çalışma, çocuklarına okuma olanakları yaratmak için federal, bölgesel ve yerel birimlerin hepsinde topyekûn bir seferberlik başlatıldı.
Bu göz yaşartıcı seferberlik sürerken, geçtiğimiz perşembe günü büyük bir bankanın artık kullanmadığı binasında tıkış tıkış yaşayan güney ve güney doğulu mülteciler polis zoruyla sokağa atılıyor, sivil toplum kuruluşları Brüksel sokaklarında "Sokağa atmalara hayır! Çifte standard, yetti gayri... Bizler de Ukraynalıyız... Herkese sığınacak çatı!" yazılı pankartlarla protesto gösterisi yapıyordu.
Dahası, tüm NATO ve AB üyesi ülkeler gibi Belçika'da da yaratılmak istenen soğuk savaş histerisi, iki yıllık Korona saldırısının, geçen yıl da Valonya bölgesinde büyük yıkım ve zarara sebep olan sel felaketinin ardından Ukrayna krizinin yarattığı ekonomik zorluklar ve hayat pahalılığı nedeniyle ülkenin emekçi kitlelerinde karşılığını bulmuyor.
Aksine, son kamuoyu yoklamaları, Ukrayna'da zora başvuran Putin yönetimi kadar bu krizin doğmasının asıl sorumlusu NATO'yu da eleştiren radikal sol Belçika İşçi Partisi (PTB)'nin oylarının hızla arttığını, özellikle Valonya ve Brüksel bölgelerinde birinci parti olmaya yöneldiğini ortaya koyuyor.
Anımsatalım... Krizin patlak vermesinin hemen ardından, 24 Şubat'ta toplanan Belçika Federal Meclisi'nde tüm partilerin sözcüleri NATO'yu ve Avrupa Birliği'ni Rusya'ya misillemede bulunmaya çağırırken, PTB sözcüsü Nabil Boukili, Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Varşova Paktı ortadan kalktıktan sonra soğuk savaşın bitmiş olması gerekirken, ABD ve müttefiklerinin bir savaş örgütü olan NATO'yu ayakta tutmaya devam ettikleri gibi, eskiden sosyalist sisteme dâhil bulunan Doğu Avrupa ülkelerini birer birer bu ittifaka dâhil ederek Rusya ile Batı dünyası arasındaki gerilimi körüklediklerini, böylece Rusya'nın müdahalesine zemin hazırladıklarını söylemişti.
Bu konuşmaya karşı ilk tepki Belçika Başbakanı Alexander De Croo'dan gelmiş, PTB sözcüsünün konuşmasını "tiksinti verici" diye niteledikten sonra "Öyle görünüyor ki bu parlamento çatısı altında Putin'in müttefikleri var... NATO Rusya için hiçbir zaman bir tehdit oluşturmamıştır" demişti.
NATO'nun şimdiki genel sekreterinin görev süresinin dolmasından sonra bu göreve getirileceği söylenen Dışişleri Bakanı Sophie Wilmès de, büyük ihtimalle o göreve layık olduğunu kanıtlamak için, daha da ileri gitmişti: "Birleşmiş Milletler'de Rusya'nın yaptıklarını kendisi dışında haklı göstermeye çalışan ülkenin hangisi olduğunu biliyor musunuz? Suriye... Burada da PTB! Böylece Rus propagandasına ortak oluyorsunuz... Belki partiniz için bu keyif verici, ama ben bu yaptığınızdan utanç duyuyorum!"
PTB'ye saldırılara Sosyalist Parti de katılmakta gecikmemiş, partinin sözcüsü Christophe Lacroix "Bugün burada bir partinin, onursuz bir şekilde, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik alçakça saldırısından ABD'yi sorumlu tutuğunu duyunca tüylerim diken diken oldu... Ne utanç verici bir tutum!" demişti.
Sol parkurda yarışan yeşil ECOLO partisi de saldırıda gecikmemiş, parti sözcüsü Samuel Cogolati, PTB'yi Fransa'daki aşırı sağcı cumhurbaşkanı adayı Zemmour ve Belçika'nın flaman bölgesindeki aşırı sağcı parti Vlaams Belang'la aynı kefeye koyarak "Yazıklar olsun!" diye bağırmıştı.
Aslında, Ukrayna konusundaki eleştirilerinden dolayı Sosyalist Parti ve Ecolo dâhil tüm partilerin saldırısına uğrayan PTB'ye böylesine infial kusulmasının asıl nedeni, Belçika'da gittikçe ağırlaşan yaşam koşulları ve baskı uygulamaları nedeniyle özellikle emekçi kitlelerde bu partiye desteğin her geçen gün daha da artıyor olmasıydı.
Meclis çatısı altında yapılan ve görsel medyada tüm izleyicilere yansıtılan bu saldırıların üzerinden bir ay geçtikten sonra, Belçika'nın en büyük Fransızca gazetesi Le Soir ile reytingi en yüksek Fransızca televizyonu RTL'in ortaklaşa gerçekleştirdikleri bir kamuoyu yoklaması, Valonya ve Brüksel bölgelerinde PTB'nin önümüzdeki seçimlerde en yüksek oy alacak üç partiden biri olacağını, hattâ Sosyalist Parti'yi de geçerek hem federal planda, hem de bölgesel planda koalisyon hükümetlerinin kurulmasında belirleyici rol oynayabileceğini gösteriyor.
Valonya bölgesinde halen birinci parti olan Sosyalist Parti 2019 seçimlerinde yüzde 26,1'de iken, bugün yüzde 22,4'e düşmüş, buna karşılık Belçika İşçi Partisi 2019'da yüzde 13,6 iken, bugün yüzde 19,7'ye yükselmiş bulunuyor.
Brüksel bölgesinde ise Sosyalist Parti 2019 seçimlerinde yüzde 20,0 iken, bugün yüzde 15,1'e düşmüş, buna karşılık Belçika İşçi Partisi 2019'da yüzde 12,3 iken, bugün yüzde 16,4'e yükselmiş bulunuyor.
Belçika'da gelecek seçimler 2024 yılında, yani Türkiye'dekinden bir yıl sonra yapılacak.
Türkiye'de 2023'te, belki de Tayyip'in yeni bir manevrasıyla daha önce yapılacak seçimlerde HDP'nin başını çektiği Demokratik Cumhuriyet ittifakının Türkiye insanına aydınlık ve özgürlük getirecek bir perfomans göstermesini, Belçika'da da 2024 seçimlerinde radikal solun Soğuk Savaş cephesinde, en azından NATO genel merkezinin bulunduğu başkentte en azından bir rahne açmasını umutla bekliyoruz.
Avrupa Birliği ve NATO'nun başkentinde Paramaz gecesi
2 Nisan 2022 cumartesi günü Belçika Demokrat Ermeniler Derneği'nin Brüksel hava alanı yakınlarındaki lokalinde Ermeni, Asuri, Kürt, Türk ve Belçikalı dostlarla yine birlikte olduk, bu kez üç değerli konuğu, Red belgeselinin yapımcısı ve yönetmeni yazar Kadir Akın, HDP milletvekili Garo Paylan ve gazeteci Hayko Bağdat'ı bağrımıza bastık.
Belgeseli ve ardından üç konuğumuzun Dr. Bogos Yalım'ın yönetimindeki söyleşisini, Belçika'da kırk yılı aşkın süredir soykırım inkârcılığına ve Türkiye'nin diktacı yönetimlerine karşı hep birlikte mücadele verdiğimiz Brüksel Kürt Enstitüsü başkanı Derwich Ferho, Belçika Asuri Enstitüsü başkanı Nahro Beth-kinne, bir süre önce Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in 15. yüzyılda Osmanlı'ya başkaldırısı üzerine Percligia adlı Fransızca kitabı yayınlanmış olan Bahar Kimyongür'le birlikte izledim.
1915’in Haziran ayında 19 arkadaşıyla birlikte Beyazıt meydanında idam edilen devrimci Paramaz’ın kurgusu üzerine gelişen Red belgeseli, sadece 1915 soykırımının nedenleri, uygulanışı üzerine önemli bilgiler vermekle kalmıyor, Türkiye sosyalist hareketinin kökenleri ve gelişimi konusundaki bir cehaleti, hattâ bir inkârcılığı da büyük bir cesaretle ortaya koyuyor, soykırımın sadece yüzbinlerce Ermeni'nin öldürülmesi değil, aynı zamanda entellektüel ve kültürel mirasın yok edilmesi, sosyalist fikirlerin köklerine zarar verilmesi anlamına geldiğini anlatıyor.
Gerek belgeselde, gerekse Kadir Akın'ın gösterimi izleyen konuşmasında, Türkiye sosyalist hareketi tarihinin, şimdiye kadar yazılıp söylendiği gibi Türk sosyalistleriyle değil, 1887’de Ermeni devrimciler tarafından kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ile başlamış olduğu net şekilde ortaya konuyordu.
Dahası, 93 harbi sonrası Berlin Anlaşması'ndan doğan hakları için mücadele eden Ermeni devrimcilerinin 1908’de ilan edilen meşrutiyet sonrası birlikte yaşama iradesini nasıl savundukları, yeniden açılan Meclisi Mebusan’ndaki Ermeni milletvekillerinin sosyal haklar için ne denli mücadele verdikleri belgeleniyordu.
Bu gerçeklerin belgelerle ortaya konması, Türkiye İşçi Partisi'nin kurulmasından beri 60 yıldır Türkiye sol hareketinin içinde aktif yer almış, yönettiği yayınlarla sol düşüncenin yayılmasına katkıda bulunmuş bir kuşağın mensubu olarak benim için özellikle büyük önem taşıyordu.
Bir ay önce, bizim sürgünümüzün 50. yılı dolayısıyla Belçika Demokrat Ermeniler Derneği'nin düzenlediği toplantıdaki konuşmamda belirttiğim gibi, onyıllarca militanlığını yaptığım sol hareket, 1915 Soykırımı inkârına karşı ta 2007'de Hrant Dink'in katline kadar susmakla, inkârcı devlet yönetiminden ve medyasından hesap sormamakla, tarih önünde sorumluydu...
Bu acı gerçeği tüm çıplaklığıyla öğrenip tavır almak benim için de Türkiye'deyken değil, ancak 12 Mart 1971 darbesinden sonra başlayan sürgün yaşamımızda mümkün olmuştu.
Sadece 1915 Soykırımı mı?
28-29 Ocak 1921'de TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz'de alçakça katledilmesi de, cumhuriyetin tek parti döneminde de, çok partili döneminde de onyıllarca Türkçü ve İslamcı medya tarafından yok sayıldığı gibi, örneğin 1961'de kurulan Türkiye İşçi Partisi'nde onların anısını yaşatacak herhangi bir duyuru yapılmamış, etkinlik düzenlenmemişti.
Bu suskunluğu, üzerinden 46 yıl geçtikten sonra ilk kez, SBF Öğretim üyesi Mete Tuncay, "Türkiye'de Sol Akımlar" adlı doçentlik tezinde Mustafa Suphi, eşi Maria, Ethem Nejat ve 13 arkadaşının katli üzerine üzerine belgeler açıklayarak bozmuştu. Biz de Ant Dergisi'nin 12 Aralık 1967 tarihli sayısında bu açıklamaları "Yakın tarihin en korkunç siyasi cinayeti: Mustafa Suphi nasıl öldürüldü?" başlığı altında yansıtmıştık. Ant'ın Ocak 1971 sayısında da Tatar Bolşevik lideri Sultan Galiyev ile B. Ömerov ve R. Şakirbekov'un Mustafa Suphi üzerine yazılarıyla konuyu tekrar gündeme getirmiştik.
Ama Sosyal Demokrat Hınçak Partisi'nin Türkiye'nin sol mücadele tarihindeki önemli yerini ancak 48 yıl sonra, Kadir Akın'ın 2015'te yayımlanan Ermeni Devrimci Paramaz adlı kitabıyla öğrenecektik.
12 Eylül darbesinden sonra altı yıl cuntanın zindanlarında yatırılan, daha sonra çeşitli sol dergi ve gazetelere yazılarıyla katkıda bulunurken HDP'nin ve SYKP'nin kurucuları arasında da yer alan Kadir Akın, hem bu kitabıyla, hem de geçen yıl yayımlanan Saklı Tarihin İzinde adlı yapıtıyla devlet terörünün koyduğu sansür perdesinin yırtılmasına ve de sol hareketimizin tarihinin nisyan, ihmal ve inkârlardan arındırılmasına büyük katkıda bulunuyor.
Evet, TKP'den önce de bazı sol partiler, örneğin 1910'da Osmanlı Sosyalist Fırkası, 1918'de Sosyal Demokrat Fırkası, 1919'da Türkiye Sosyalist Fırkası ve Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası kurulmuştur, ama öncelik, Red belgeselinin vurguladığı gibi 1887’de Ermeni devrimciler tarafından kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi'nindir.
Türkiye solu, nasıl 28-29 Ocak 1921'de Karadeniz'de alçakça katledilen TKP lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşına saygı borçluysa, ondan 6 yıl önce, 15 Haziran 1915'te Beyazıt Meydanı'nda asılarak katledilen Paramaz (Madteos Sarkisyan) ve 19 yoldaşına da aynı düzeyde saygı borçludur.