Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

NATO kafa NATO mermer…

Hele bir devran değişsin, bugün küfrettikleri ABD’yi ve NATO’yu yeniden yalamaya başlamakta bir an bile tereddüt etmezler…

12 Mart darbesi bizleri sürgüne zorladığında Türk medyasının kalbi hâlâ Babıali’de atmaktaydı. Sonraları İkitelli… Bizim zamanımızda da birkaç istisna dışında büyük medyanın yayın pusulası hep Ankara’ya yönelikti. Hele bir askeri darbe oldu mu birinci sayfalar nefti renge, manşetler piyade ya da topçu alayı sancağına dönerdi.

Tayyip Erdoğan’ın yeşil darbesinden bu yana pusulalar artık Beştepe Külliyesi’ne endeksli… Öyle ki nerdeyse tüm gazetelerin redaksiyonları "cut and paste"…

Hafta içinde Info-Türk’ün facebook’unda arka arkaya iki kompozisyona yer vermiştik.

Birisi Zarrab skandalıyla ilgili… Bazı kelime değişiklikleriyle aynı tornadan çıkmış manşetler: 17-25 Aralık tezgahı ABD’de kuruldu… 17-25 tezgahını ABD’de kurdular… Aynı tezgahı ABD’de kurdular… Tuzağı ABD’ye taşıdılar…

Tamam, ucu Tayyip’e dokununca ABD’ye veryansın !

Diğeri Norveç’teki bir NATO tatbikatında Atatürk’ün, daha da önemlisi Erdoğan’ın karşı kuvvet saflarında gösterilmiş olması… Yine bazı kelime değişiklikleriyle aynı tornadan çıkmış manşetler: NATO’da hedef skandalı,,, NATO’dan ağır tahrik… Özürlü ittifak… NATO ayağına sıktı… Türkiye’nin gücü NATO’ya özür diletti… NATO sınırı aştı… NATO dost ise düşman kim... NATO kafa…

Bu kez de ucu Tayyip’e dokununca NATO’ya veryansın!

Manşetlerden sonuncusunu ben tamamlayayım: NATO kafa, NATO mermer!

Evet, bizim kuşaktan hâlâ ayakta kalabilenlerin nerdeyse 70 yılı hep NATO’ya endeksli geçti.

1952… Gazeteciliğe yeni başladığım günlerdi. Kore’ye asker göndermenin ödülü olarak Türkiye de NATO’ya dahil edilmişti.

Türkiye’nin İzmir kentinde Güneydoğu Kara Kuvvetleri ve 6. Taktik Hava Kuvvetleri’nin karargahlarını kurmak üzere yoğun hazırlık vardı. Kordon Boyu’nun en güzel yerinde turistik otel olarak inşa edilen büyük bir binaya NATO elkoymuş, üye ülkelerin bayraklarını denize karşı dalgalandıracak bayrak direkleri dikiliyordu. Herkes sevinç içindeydi, İzmir’e gelecek Amerikan, Fransız, İtalyan, Yunan askeri personelinin sağlayacağı ekonomik hareketliliği düşlemekteydi… Bir de Kordon Boyu’ndaki NATO Karargahı’nın önünde başta ABD bayrağı olmak üzere tüm üye ülkelerinin bayraklarının yanısıra ayyıldızlı bayrağın da dalgalanacak olması…

Ne ki bu karargah sekiz yıl sonra Türkiye’yi NATO’ya sokmuş olan Menderes Hükümeti’ne karşı bir askeri darbenin tezgahlandığı fesat merkezlerinden biri olacaktı.

Demokrasi vaadlerine ihanet ederek despotik bir rejim kurmaya yönelen Menderes’e karşı Türkiye’de muhalefet giderek daha organize olmaktaydı. Yönetiminde bulunduğum İzmir Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler Sendikaları Federasyonu da bu muhalefetin ön saflarındaydı.

Yaklaşan ilk seçimlerde İnönü’nün tarihi kişiliği çevresinde örgütlenen muhalefetin DP’yi yenilgiye uğratması ve demokratik yoldan bir iktidar değişimi yaşanması mukadderdi.

O günlerde Genel Kurmay NATO Dairesi Başkanı olan Kurmay Albay Alparslan Türkeş sık sık İzmir’e gelerek NATO karargahında bir dizi görüşmeler yapıyor, bu arada Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan izinli ayrılarak Bostancı semtindeki evinde inzivaya çekilmiş olan Orgeneral Cemal Gürsel’le de görüştüğü söyleniyordu.

Milliyet’in Ege bölgesi temsilcisi olarak haber almak için NATO karargahına her gidişimde, orada görevli Türk subaylarının iktidar aleyhtarı bildirileri, hem de Amerikalı subay ve assubayların gözleri önünde, karargahın daktilolarında dizip teksir makinelerinde bastıklarını görüyordum. Belli ki herşey ABD’nin bilgisi dahilinde gelişiyordu.

Tam da o günlerde NATO Zirvesi İstanbul’da toplandı. Müttefik ülkeler liderlerinin toplandıkları İstanbul Belediye Sarayı önünde protesto gösterileri yapılıyordu. Aslında gösteriler NATO’ya da karşı değildi, aksine NATO üyesi ülkelerin Menderes Hükümeti’ne karşı tavır almasını, düşüşüne engel olmaya kalkmasını sağlamaya yönelikti.

O günlerde Menderes’in moral tazelediği kitlesel DP mitinginden hemen sonra İzmir’i ziyarete gelmiş olan ABD 6. Filosu’nun komuta salonunda basın mensuplarına verilen bir kokteylde sora ABD Büyükelçisi Warren’le karşılaşmıştık. Türkiye’deki gelişmelere ABD’nin bakış açısıyla ilgili sorularımıza kaçamak yanıtlar veriyor, buna karşılık DP’nin İzmir’deki mitinginin hükümete kitle desteği konusunda bir ölçüt olup olamayacağını tesbite çalışan bir takım sorular soruyordu.

O sıradaki izlenimim, ABD’nin artık Menderes’e "Olmazsa olmaz" gözüyle bakmaktan vazgeçtiği şeklindeydi.

Şaşırtıcı da değil… O günlerde ülke ekonomisi yanlış politikalar sonucu batarken artık Batı ülkelerinden ve finans kurumlarından beklediği desteği alamayan hükümetin başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerle ticarete ağırlık vermeye başlayacağı, hattâ Başbakan Menderes’in bu amaçla Moskova’ya bir seyahat yapacağı söylentileri adamakıllı yayılmıştı.

Hiç unutmuyorum… 1 Mayıs 1960 akşamı CHP İzmir il merkezinde bir basın toplantısı izlemiş, ayrılmak üzereydik. Açık olan radyoda akşam haberleri saatinde Menderes’in bir konuşması verilmeye başladı. "Bugün 1 Mayıs İşçi Bayramı, işçi kardeşlerimizin elemsiz, kedersiz bir çok bayramlar idrak etmelerini temenni ediyorum," diyordu.

Yıllarca anti-komünizmi bayrak etmiş sağcı bir liderin bu sözleri söylemek zorunda kalması, yıllardır ezdiği işçi kitlelerini son bir gayretle kendi saflarına çekmek çabasında olduğunu gösteriyordu.

Özellikle de Sovyetler Birliği’yle yakınlaşma söylentilerinin yaygınlaştığı bir sırada bu sözlerin söylenmiş olması bir başka anlam taşıyordu.

Gerçekten de ABD yıllardır bir dediğini iki etmeyen Menderes’i artık defterden silmiş, yeni alternatifler arayışı içindeydi. TBMM’nin o sırada Washington’u yatıştırmak için Türk-Amerikan Savunma Anlaşması’nı imzalaması da bir şeyi değiştirmeyecekti.

Adnan Menderes’in yıllar sonra yayınlanan günlüğünde şu notlar yer alıyor:

"27 Mart 1960. Başbakan Yardımcım Medeni Berk, İzmir’de gazetecilerle bir sohbet toplantısı yapmış, güzel sözler söylemiş: ‘Genel seçimler 1960 yılında sonbaharda yapılacaktır. Seçim günü daha sonra ilan edilebilir.’ Seçim sözünü ilk kez telâffuz ediyoruz. Bakalım ortalık sakinleşecek mi?" (Taşkın Tuna, Adnan Menderes’in Günlüğü, Şule Yayınları, Ekim 2002).

Aynı kitapta Menderes’in tutmuş olduğu başka önemli notlar da var. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 9 Nisan 1960 günü kalın bir klasörle Menderes’i ziyaret ederek Sovyetler Birliği ve ona bağlı sosyalist ülkelerle ticaret hacminin artırılmasını öneriyor. "Ben Sovyet Sefiri ile bir görüşeyim. Sizce de uygunsa, temmuz ortalarında Sovyetler’e resmi bir ziyarette bulunalım ve ticaretimizi artıracak bir seri antlaşma paketi imzalayalım. Böylece iki komşu ülke arasında alış verişle başlayan ilişkiler belki sonraları daha da yumuşayabilir. İleride kültür, sanat, bilim ve sanayi alanlarında gelişmeler de bekleyebiliriz." diyor.

15 Nisan 1960’da Zorlu Menderes’e telefon ediyor. Yine Menderes’in notları: "Sovyetler Birliği’ne yapacağımız ziyaret, Amerikalıları kızdırmış. Önceleri çok normal karşılamışlar. Sonra nasıl olmuşsa olmuş, Moskova ziyaretimize karşı çıkmışlar. Nasıl olur da, 1947 yılından beri Amerikalıların dümen suyunda giden sadık müttefikimiz, kendi başına buyruk hareket eder ve böylesine vahim bir hata yaparmış? Soğuk savaşın devam ettiği bir dönemde, hem de NATO üyesi bir ülke olan Türkiye’nin, Amerika’dan izin almadan Moskova ile kendi başına diyalog kurması asla kabul edilemezmiş."

Ve notların bu bölümü şöyle sona eriyor:

 "‘Vay canına be!’ diye bağırdım! ‘Biz burada bilmem ne başı mıyız? Bağımsız bir ülke olarak komşumuzla ticaret yapamayacak mıyız?’ ‘Haklısınız Başbakanım’ dedi Zorlu ve ilave etti. ‘Bu işin içinde CIA var!’"

Evet, bu notlarda adı geçen Menderes, bugün Kürt lideri Abdullah Öcalan’ın ömürboyu hapsediliği ve yıllardır yakınlarının ve avukatlarının kendisini ziyaretine dahi izin verilmeyen Marmara’nın İmralı Adası’nda 17 Eylül 1961’de asılarak idam edildi.

Notlarda adı geçen ikinci kişi, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan’la birlikte bir gün önce aynı adada 16 Eylül 1961’de asılarak idam edilmişlerdi.

Menderes’in hayranları da dahil sağcı ve de dinci çevrelerden NATO’nun bu hükümet darbesindeki rolü üzerine onyıllarca herhangi bir eleştiri ya da en küçük bir kınama dahi duymadım.

Bugün Tayyip’in koltuk değneği rolünü özümsemiş olan MHP Genel Başkanı Bahçeli’den de bu konuda herhangi bir eleştiri duymuş olan varsa beri gelsin… Hiç mümkün mü ?

Türkiye’deki bu ilk NATO destekli darbeyi organize edenlerin en önde geleni ve de darbe sabahı Milli Birlik Komitesi adına Türkiye radyolarından "NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız" yeminleri eden MHP’nin kurucusu neofaşist albay Alparslan Türkeş değil mi ?

Ya Suudi Arabistan ve Müslüman Kardeşler’in yetiştirmesi ve beslemesi ümmetçi takımdan o beyaz atıyla Eyüp Camii üzerinde dolaştığı efsanesini yaydıkları Menderes’i deviren asıl gücün NATO olduğuna dair bir şey duyan var mı ?

Hayır… 60’lı yıllarda onların NATO’ya ve ABD’ye kölelik ederek Türkiye’yi NATO’dan ve ABD hegemonyasından bağımsız kılma mücadelesi veren sol güçlere karşı nasıl gözleri kan bürümüşçesine cihad çağrıları yaptıklarının, "Kanlı Pazar"ları nasıl örgütlediklerinin canlı tanığıyız.

1971 ve 1980 darbelerinin nasıl ABD ve NATO’nun kışkırtma ve desteğiyle gerçekleştirildiği artık cümle alemin malumu…

Ama bugüne kadar bu gerçekler karşısında suspus olanlar, AKP’lisiyle, MHP’lisiyle neden bugün birdenbire galeyana gelip NATO’ya ve ABD’ye saldırı yarışına girdiler?

Fazla kafa yormaya gerek yok… Nedeni belli…

Bir zamanlar Tayyip’in seçim akşamı balkon konuşmalarında "bu hasret bitsin gayri" çağrıları yaptığı Fethullah Gülen’i 15 Temmuz düzmece darbesinin sorumlusu olarak bir kafese kapatıp Tayyip’e teslim etmedikleri için…

17-25 Aralık depreminin kilit ismi Reza Zarrab’ın Amerikan mahkemesi önünde ötmesini engellemedikleri için…

Ve de Suriye-Irak coğrafyasındaki yeni paylaşım pazarlığında düne dek "Esed" diye horladıkları Suriye devlet başkanını muhatap aldıkları ve de Suriye kuzeyinde Kürt, Arap, Asuri, Ermeni halklarının demokratik yapılanmasına engel olmadıkları için…

Bunlarda kafa bu… NATO kafa, NATO mermer…

Hele bir devran değişsin, bugün küfrettikleri ABD’yi ve NATO’yu yeniden yalamaya başlamakta bir an bile tereddüt etmezler…
 


[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi