Ne onun, ne de bunun anayasası, ille de emek ve özgürlüğün anayasası!

İnandırıcı çözüm, Türkiye halklarının her planda eşitliğini sağlayan gerçekten demokratik bir anayasa projesi üzerinde mutabakat sağlanmasından geçiyor.

AKP-MHP hegemonyasındaki TBMM’nin yaklaşan seçim öncesi son açılış şovunu ekranlarda ibretle izledik… 20 yıldır, özellikle de 2016 çakma darbe girişiminden bu yana resmi ve gayri resmi OHAL rejimleriyle insan haklarını ve özgürlükleri ayaklar altına alan Tayyip Erdoğan, Meclis kürsüsünde demokrasi havariliğine soyunarak müjdeyi verdi:

"İçimizde ukde kalan bir mesele de ülkemizi yeni, sivil, demokratik yöntemlerle inşa edilmiş, kapsayıcı, sade ve vizyoner bir Anayasa'ya kavuşturmaktır. Yeni dönem Meclisimizin, Türkiye'yi, hakkı olan yeni Anayasa’yla buluşturarak, darbe dönemlerinin son izini de sileceğine inanıyorum."

El insaf! 12 Eylül darbesinin dayattığı 1982 anayasasını, kendisini diktatoryal yetkilerle donanmış cumhurbaşkanı yapan değişiklik dışında, 22 yıldır aynen yürürlükte tutan sanki lideri bulunduğu AKP değildir de, azınlıktaki muhalefet partileridir…

Muhalefet partilerinden HDP ve CHP’nin milletvekilleri Erdoğan’ın Meclis’e girişinde ayağa kalkmayı reddederek son derece haklı bir protestoda bulunmuşlar, TİP’in dört milletvekili ise genel kurul salonunu terk ederek daha da iyisi yapmışlardır.

Bittabi, bir önceki dönemde Kılıçdaroğlu’nun CHP’den 15 milletvekili ikram etmesi sayesinde Meclis’te kendine yer edinen, bu dönemde de 6’lı Masa'nın sağ açığında oynayan İYİP milletvekillerinin AKP ve MHP’lilerle birlikte Tayyip salona girerken ayağa kalkarak kendisine saygılar sunmuş olması dikkatlerden kaçmamıştır.

Erdoğan ne denli iddialı konuşursa konuşsun, ister zamanında yapılsın, ister öne alınsın, önümüzdeki seçimlerde kendisinin tekrar cumhurbaşkanı seçilebilmesi bir yana, başını çektiği AKP-MHP ittifakının anayasa değişikliği için gerekli 400 sandalyeli çoğunluğu asla sağlayamayacağı ayan beyan ortada...

Aynı açmaz seçime üç ayrı ittifak halinde katılmaya hazırlanan muhalefet için de söz konusu… En azından ikinci turda muhalefetin tüm kanatlarının destekleyeceği bir cumhurbaşkanı adayı üzerine uzlaşma sağlansa bile, demokratik bir anayasanın Meclis’te doğrudan kabulü için 400, referandum yoluyla kabulünün sağlanabilmesi için gerekli 360 sandalyeye sahip olması gerekiyor.

Bu sayısallığa erişilebilse bile, 6’lı Masa partilerinin daha muhalefetteyken çok yaşamsal konularda AKP-MHP diktasının uygulama ve söylemlerine uygun ya da yakın bir tavır içinde olmaları göz önünde tutulduğunda, gelecek Meclis’te çoğunluğu oluşturacak bugünkü muhalif partilerin gerçekten demokratik, özgürlükçü bir anayasa taslağı üzerinde görüş birliği sağlamaları hiç de kolay görünmüyor.

En son örnek, 6’lı Masa’nın solunda yer alan CHP’nin "genel af" konusunda AKP ile uzlaşmacı tavrı…

CHP lideri ve 6’lı Masa’nın olası cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu daha dün siyasal nedenlerle tutuklu ve mahkum olanları genel aftan muaf tutan şu açıklamayı yaptı: "Af konusunda titizlikle yönetilmiş bir düzenlemeyi iktidar ile konuşmaya hazırız. Görüyoruz beceremiyorlar, birlikte çözebiliriz. Ancak bu af sadece belli başlı suçları kapsayacak; terör, taciz, tecavüz ve benzeri suçlar kapsam dışı kalacak, kader mahkumlarına yönelik olacaktır."

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay da ardından vurguladı: "Parlamentoda grubu bulunan partiler oturup cumhuriyetimizin 100. yılının arifesinde toplumsal mutabakatı sağlayarak bir plan ortaya koyabilir. Ama burada olmazsa olmazlar var. Nedir? Terör suçları, asla…"

CHP liderleri bilmez midir ki, bugün Erdoğan’ın zindanlarında "terörist" suçlamasıyla tutuklu ya da mahkum olarak yatanların hemen tamamı, iktidarın uyguladığı devlet terörüne muhalefet eden vatandaşlardır. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Osman Kavala gibi Türkiye’nin onbinlerce değeri yıllardır bu suçlamayla özgürlüklerinden yoksun kılınmışlardır.

Çok değil, daha dört gün önce, HDP Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu ve KHK mağdurlarından Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu, Mağdurlar İçin Adalet Platformu’nun hazırladığı "4.5.ve 6. yılında 'OHAL'in Toplumsal Maliyetleri" başlıklı tam 352 sayfalık araştırma raporunu TBMM’de kamuoyuna açıkladılar.

Raporda soruluyor:

"Siyasal iktidarca, 20 Temmuz 2016’dan bu yana uygulamaya konan OHAL ve KHK'lerle keyfi, seçmeci ve ayırımcı bir biçimde yapılan siyasi ve istihbari fişlemelere dayalı olarak 500 bin kişinin doğrudan (birincil) mağdur, 3 milyon kişinin dolaylı (ikincil) mağdur, Türkiye çapında 84 milyon kişinin ise yaşam kalitelerine, hayat tarzlarına, haklarına, özgürlüklerine ve refahlarına zarar verilmek suretiyle üçüncül mağdur edildiklerini biliyor muydunuz?"

Can alıcı bir soru daha:

"Dünya terörizm veri tabanlarına göre, sayıları 150’ye ulaşan ve 2010 yılı sonrasında dünyada her yıl ortalama 24.000 kişiyi öldüren Taliban, İŞİD, Boko Haram, El-Şabab, El-Kaide, Cemaat Nusret el İslam vel Müslimin, vb. (CNIM) gibi terör örgütleri dahil olmak üzere dünyadaki tüm terör örgütlerinin üyelerinin toplam sayıları en zorlama istihbari sayımlara göre bile 750.000’i bulabilirken Türkiye’deki OHAL/KHK rejimince, Türkiye’de altı yıldır bir tek kişiyi bile öldürmemiş olan OHAL/KHK mağdurları ve yakınları arasından 1 milyon 576 bin 566 kişiye ‘silahlı terör örgütü üyesi’ muamelesi yapıldığını biliyor muydunuz?"

Tekrarlıyorum… "Silahlı terör örgütü üyesi" muamelesine tabi tutulan 1,5 milyondan fazla yurttaş…

Yine rapora göre, 12 Eylül darbesinden sonra bütün kamu kurumlarından 30 bin kişi ihraç edilmişken, 15 Temmuz 2016 sonrasında 300 bin kişi ihraç edilmiş bulunuyor. 12 Eylül 1980 sonrasında 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına çıkmışken 2016 sonrasında Türkiye’de "terörist veya terör destekçisi" olarak suçlanıp tutuklanma tehdidi altında oldukları için Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere yurt dışında iltica talebinde bulunan Türk vatandaşlarının sayıları 90 bini aştı. 12 Eylül döneminde 388 bin kişiye pasaport verilmemişken OHAL rejiminde pasaport verilmeyenlerin sayılarının 1 milyon kişi civarında olduğu tahmin ediliyor.

Ne acıdır ki, Türkiye’yi demokratikleştirme vaadindeki CHP "kader mahkumları"nın affı için AKP ve MHP ile uzlaşmaya hazır olduğunu açıklarken devlet terörü mağdurlarını "Terör suçları, asla…" diye dışlayabilmektedir.

Altı yıl önce ünlü Yenikapı Ruhu operasyonlarında gönüllü olarak yer alan CHP ve 6’lı Masa’daki birincil ortağı İYİP’in Meclis çatısı altında Tayyip Erdoğan’ın yurtdışı operasyonlarına da nasıl can-ı gönülden destek verdiklerini unutmuş değiliz.

İki yıl önce Türk Ordusu ve yedeğindeki islamcı teröristler Eylül ayında Azeri ordusuyla birlikte Yukarı Karabağ’a saldırdığında CHP ve İYİP "Gazi Meclis" diye niteledikleri TBMM’de AKP ve MHP ile birlikte şu ortak bildiriyi yayınlamışlardı: "Uluslararası camiayı, bugüne kadar Ermenistan'ın işgali ve sorumsuz saldırıları sebebiyle zarar gören Azerbaycan'ın yanında olmaya davet ediyoruz. Bu vesileyle Gazi Meclisimizdeki siyasi partiler olarak, şehit düşen Azerbaycanlı kardeşlerimize Allah'tan rahmet, gazilere acil şifa ve can Azerbaycan'a başsağlığı dilerken, milletimizin dayanışma iradesini bir kez daha güçlü bir şekilde vurguluyoruz."

Kılıçdaroğlu, o sırada televizyondaki bir konuşmasında daha da ileri giderek şöyle diyebiliyordu: "Hangi devlet olursa olsun, Azerbaycan'a koşulsuz destek vermesi lazım. Azerbaycan'ın her koşulda yanındayız. Sadece CHP olarak değil. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Azerbaycan devletinin vatandaşlarıyla kucaklaşıyor."

Üzerinden iki ay geçmeden, 17 Kasım 2020’de Tayyip’in TBMM’ye indirdiği "Azerbaycan’a asker gönderme" tezkeresini AKP, CHP, MHP ve İYİP, oybirliğiyle onaylayarak 1895 ve 1915 soykırımlarından sonraki 3. Ermeni Soykırımı’na can-ı gönülden onay verdiler.

Dahası, geçen ay Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki bir çatışmada yüzlerce Ermeni öldürüldüğü halde, CHP lideri Kılıçdaroğlu ve İYİP lideri Akşener, Erdoğan’ın hemen ardından, 13 Eylül 2022’de, sadece Azerbaycan diktatörü Aliyev’e başsağlığı ve destek mesajı göndererek onunla aynı safta olduklarını gösterdiler.

Ya CHP’nin 2008 yılından beri onay verdiği ve sonuna dek desteklediği Güney Kürdistan'a yönelik operasyonlar:

21-29 Şubat 2008: Güneş Harekâtı
24-25 Temmuz 2015: Şehit Yalçın Operasyonu
24 Ağustos 2016-29 Mart 2017: Fırat Kalkanı Harekâtı
25 Nisan 2017: Nisan 2017 Suriye ve Irak hava harekâtı
20 Ocak-24 Mart 2018: Zeytin Dalı Harekâtı
19 Mart 2018'den günümüze: Dicle Kalkanı
15 Ağustos 2018: Sinjar'a hava harekâtı
28 Mayıs 2019'dan günümüze: Pençe Harekâtı
7 Ekim 2019'dan günümüze: Barış Pınarı Harekâtı
15 Haziran 2020'den günümüze: Pençe-Kartal Operasyonu

Bittabi, Kılıçdaroğlu’nun desteğiyle Meclis’te temsil olanağına kavuşan İYİP de, beş yıldan beri tüm yurt dışı operasyon kararlarına tam kadro destek vermiştir.

Ya 6’lı Masa’nın daha üç ay önce yurt dışında "terörist" avcılığına verdiği destek?

Ukrayna Krizi’nden sonra İsveç ve Finlandiya NATO İttifakı’na katılmak üzere başvurduklarında, Tayyip Erdoğan OHAL kafasıyla derhal devreye girerek, Türkiye’nin üyeliklerine onay vermesi için bu iki ülkede bulunan ve "terörist" diye nitelediği muhaliflerinin Türkiye’ye iadesini şart koşmuştu.

Madrid’de yapılan NATO zirvesinde ABD devreye girerek "teröristleri iade" sözü vermeleri karşılığında Erdoğan’ı itirazından vazgeçirmişti.

Bunun üzerine Temmuz başında Akşener’in ev sahipliğinde toplanan 6’lı Masa'da CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA, Saadet Partisi ve Demokrat Parti liderleri bu vazgeçme üzerine şu açıklamayı yapmışlardı: "Türk dış politikasında son yıllarda kişisel ve tepkisel tercihlere bağlı olarak yaşanan savrulma, hedefsizlik ve vizyonsuzluğun son örneği, NATO’nun Madrid Zirvesi sürecinde görülmüştür. Türkiye’nin haklı taleplerini somut güvencelere bağlamayan üçlü mutabakat metni, bir iç siyaset malzemesi olarak kullanılması dışında herhangi bir değer taşımamaktadır."

O zaman sormuştuk:

Altı partinin NATO zirvesinde imzalanan üçlü mutabakat metninde somut güvencelere bağlanmadığını belirttikleri taleplerin başında "sürgünde bulunan rejim muhaliflerinin derhal derdest edilerek Türkiye’ye iade edilmesi" gelmiyor mu? Nasıl oluyor da, Türkiye’ye demokrasi getirme iddiasındaki altı parti, CHP de dahil, sürgündeki muhaliflere yönelik bu faşizan talebe "Türkiye’nin haklı talebi" diye niteleyerek sahip çıkabiliyor?

Seçim sonrası iktidar olabilirlerse, yapacakları ilk işlerden biri Erdoğan’ın yeterince başaramadığı siyasal sürgün avını gerçekleştirmek mi olacaktır?

Başa dönüyorum.

Evet, 20 yıldır, özellikle de 2016 çakma darbe girişiminden bu yana resmi ve gayri resmi OHAL rejimleriyle insan haklarını ve özgürlükleri ayaklar altına alan Tayyip Erdoğan’ın Meclis kürsüsünde demokrasi havariliğine soyunarak verdiği "Türkiye'yi, hakkı olan yeni Anayasa’yla buluşturarak, darbe dönemlerinin son izini de silme" sözünün, Mağdurlar İçin Adalet Platformu’nun açıkladığı gerçekler ışığında hiçbir inandırıcılığı yok.

İnandırıcı çözüm, ancak önümüzdeki seçime giderken kurulmuş olan üç ayrı muhalefet ittifakının önce kendi içlerinde, hemen ardından da bir araya gelerek oluşturacakları İttifaklar İttifakı’nda insan haklarını ve özgürlükleri güvenceye bağlayan, Türkiye halklarının her planda eşitliğini sağlayan gerçekten demokratik bir anayasa projesi üzerinde mutabakat sağlamalarından, bu projenin kabulünü gelecek Meclis’te ilk gündem maddelerinden biri yapma taahhüdü altına girmelerinden geçiyor.

6’lı Masa’nın yukarıda anımsattığım yapısı ve tutarsızlıkları dikkate alındığında, bunun gerçekleşmesi büyük ölçüde Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği İttifakı’na düşüyor.

Ne 12 Eylül Anayasası, ne Tayyip Erdoğan Anayasası, ille de Emek ve Özgürlük Anayasası!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi