Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Neden ya da niçin şiir okumalıyız – 2

Şiir okumak da, yazmak da sadece ve sadece dile getirmek anlamıyla sınırlı değildir. Okumak da, yazmak da aslında yorumlamaktan, eleştirel bir mesafeye çekilmekten geçiyor. Mesafeye çekilmek aslında kritiği de kışkırtır, üretir.

Okumak fiilinin de, yazmak fiilinin de kapıları açıldığında müşterek dildeki iletişimi, anlaşmayı sağlayan kalıplaşmış anlam genişleyecektir. Bu başka sözcükler, kavramlar için de geçerli. Dil yalnızca kalıplar, kurallar dizgesi değil. Dilin diriliğini, soluk almasını genellikle kuralların, kalıpların aşılması sağlar. Aşmak bozmayı da içeren bir fiil. Dil bozuldukça gelişir, genişler. Dilin bozulması, sanıldığının aksine dilin aleyhine bir gelişme değildir. Özetle, dilin bozulmasından kaygı duymaya gerek yok. Ancak iktidarlar böyle bir kaygı duyarlar. Çünkü, müesses düzen ve onun iktidarı, asla dilsiz kurulamaz. Her iktidarın kendi ürettiği dili vardır ve dili etkisini kaybeden iktidarın yıkılması kaçınılmazdır.

Cemal Süreya, “Şiir anayasaya aykırıdır” demişti. Bu sözü pekâlâ şiir iktidara da aykırıdır, karşıdır biçiminde genişletebiliriz. Çünkü şiir her şeyden önce iktidarın müesses nizamın dilini bozar, yıkar başka bir dil kurar. Şiir okumak da, yazmak da sadece ve sadece dile getirmek anlamıyla sınırlı değildir. Okumak da, yazmak da aslında yorumlamaktan, eleştirel bir mesafeye çekilmekten geçiyor. Mesafeye çekilmek aslında kritiği de kışkırtır, üretir. Öyleyse şiir okumak belli bir mesafeye çekilmektir diyebiliriz. Aynısını pekâlâ şiir yazmak içinde söyleyebiliriz. Şiir yazmak belli bir mesafeye çekilmektir.

Sözü şuraya bağlayacağız. Şiir okumak da, yazmak da yazı tura gibi aynı işin birbirini tamamlayan iki ayrı yüzü. O nedenle “şiir, okunursa şiir oluyor” diyoruz. Daha basit şöyle söyleyelim: Şiir mi? Şiirse okuyan yazar, yazan okur.

Peşrevi kesip “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusuna dönüyoruz.

Soruşturmamız kapsamında şairlere ve şair olmanın yanı sıra şiir çevirmeni, şiir editörü, şiir eleştirmeni, şiir dergisi yöneticisi gibi değişik kulvarlarda şiiri uğraş edinen isimlere “Neden ya da niçin şiir okumalıyız” sorusunu yönelteceğimizi ilk bölümün girişinde ifade etmiştik. Bu bölümde sorumuzu şair olmanın yanı sıra şiir çevirileriyle de tanınan, bilinen Tamer Gülbek yanıtladı.

Gülbek 1965 yılında Ankara’da doğdu. 1983’te Kuleli Askerî Lisesi’nden, 1988’de ise Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.

İlk şiiri 1998’de Varlık’ta yayımlandı. Şiirleri, şiir çevirileri ve şiir üzerine yazılarıyla çeşitli edebiyat dergilerinde ve antolojilerde yer aldı.

Okurların, bilhassa şiir okurlarının “Zefiran” (2008), “Suda Tuhaf Hareketler” (2009), “Güven Park” (2010), “Yabancı Dil” (2013), “Tümünü Görüntüle” (2018) adlı yapıtlarından tanıdığı Tamer Gülbek’in 2010’da yayımlanmış bir de eleştiri deneme kitabı bulunuyor.

Gülbek’in İngilizceden çevirerek Türkçeye kazandırdığı şairler ve yapıtlarıysa şunlar: “Enoch Arden” Alfred Lord Tennyson (2018), “Kölelik Şiirleri” Henry W. Longfellow (2020), “Savaş Şiirleri” Wilfred Owen (2020), “Genç Harold’ın Yolculuğu” Lord Byron (2021), “Manfred” Lord Byron (2022), “Spoon River Antolojisi” Edgar Lee Masters (2022), “Ey İskoçlar!” Robert Burns (2022), “Sardanapalus” Lord Byron (2022).

Tamer Gülbek’in biyografisine bir çeviri bir de kendi şiirinden örnek ekliyoruz. Şiirlerin daha önce yayımlanmadığını, ilk defa buradan okurla buluştuğunu da belirtmek isteriz.

Charles Olson’un “Maximus’un Kendine Söylediğidir” başlıklı şiirini Gülbek’in Türkçesinden okuyoruz:

“En basit şeyleri hep en son

öğrendim. Bazı sorunlara neden oldu bu.

Denizde bile yavaştım, yardım ederken, ıslak

güverteyi geçerken.

Deniz benim işim değilmiş, neticede.

Ama kendi işimde bile, onda bile, en bilinen

şeylerden uzakta durdum. Geciktim,

ama adamın öne sürdüğü gibi

bu gecikmenin itaatsizlik

anlamına geldiği fikrinden

hiç hoşlanmadım,

yavaş bir zamanda

hepimizin geç kaldığı,

birçoğunu yetiştirdiğimiz

ve tek olanın

kolay kolay

bilinemediği

Belki de diğerlerinde gördüğüm

keskinlik (achiote)

benim kendi mesafelerimden

daha anlamlı geldiğinden. Dünyada

ve doğada

iş yapanların

her gün sergilediği

o beceriler

sezgi yoksunu olan bense

ikisini de yapamadım

Karşılıklı konuşmalar yaptım ben,

eski metinler üzerine tartıştım,

aydınlatmaya çalıştım, zevklerin

ve öğretimin içerdiğini

sundum

Ama bilinenler?

Bunun için, bir hayat, aşk,

ve bir adamın dünyası

verildi bana.

Semboller.

Ama burada otururken

dışarıya bakıyorum

rüzgârın ve suyun adamı olarak,

deneyerek ve bazı kanıtları

gözden kaçırarak

havanın karargâhını bilirim ben,

nereden geldiğini, nereye

gittiğini. Ama silsilem benim,

elde ettiğim şey, kabullenişlerinden

veya reddedişlerinden beni

Ne yok oldu

ne de arttı

kibrim benim,

iletişim nedeniyle

2

Yarım kalan işten

bahsediyorum, bu sabah,

deniz

ayaklarımın ucundan

uzanırken ufka”

Okuyacağımız ikinci şiir, Gülbek’in kendi yapıtı. Şiirin başlığı “Barfiks ve Hafıza”:

“Derinden geliyor sesin tartışıyorsun

Kilise gibi alkışlıyorsun ölümü

Kendini sevdiriyorsun sonra ölüyorsun

Babasızlığı duydum derinden diyorsun

Yağmurlu o günde iskeleye yürürken

Oysa amacım beyazla sarıyı yarıştırmaktı

Öngörümüzün doğru çıktığı doğru

Sonucundan memnun olduğumuz çıkmasın

Şimdi ağlıyorsun geçmiş olsun

Geçmiş dediğimiz hafızayla ölçülür

Birimi yoktur geçmişin olaylar belirler

Senin hatırlayamadığını hatırlayabilirim

Hatırladığımı yanlış hatırlayabilirim

Yine de zamanı ve beni yapan o hafızadır

Hâlâ barfiks çekiyorsan zamanı şaşırmışsındır.”

Sevgili Tamer Gülbek, sen şairsin, ama aynı zamanda çevirmensin ve de daha çok şiir çevirisi yapıyorsun. Birçok şairin yapıtını İngilizceden çevirerek Türkçeye kazandırdın.

Soruşturmamız kapsamında yanıtını aradığımız soruyu sana da yöneltmek istedik. Sana bir şair ve çevirmen olarak soralım: “Neden ya da niçin şiir okumalıyız?” Neler söyleyeceksin…

Esasında şiir insanlık tarihi boyunca her devirde muhtelif şekillerde günlük hayatımızın bir parçası olmuştur. Matbaanın keşfinden önceki sözel devirleri düşünürsek, hemen bütün kültürlerin ortak varlığı halk ozanlarını, ‘troubadour’ları, manzum formlarda yazılan ve sahnelenen tiyatro oyunlarını rahatlıkla bu kapsamda ele alabiliriz. Anneler yüzyıllardır bebeklerine uykudan önce ninni söylüyorlar. Tekerlemeleri düşünürsek onların tarihi de bir o kadar geriye gider. Günümüzdeyse bir tür şiir formu olarak kabul edebileceğimiz şarkı sözleriyle neredeyse her gün muhatap oluyoruz. Bunun yanı sıra artık günlük hayatımızın bir parçası hâline gelmiş olan yazılı veya görsel reklamlarda tam şiir diyemesek de şiirsel metinlerle hemen her gün karşılaşıyoruz.

Sorulduğunda çoğunlukla “şiir okumam” diyen vatandaş aslında öyle veya böyle günlük hayatı içinde şiirle ucundan da olsa bir ilişkiye giriyor. Bununla birlikte bir tercih olarak şiire ulaşıp onu okumak ayrı bir kategori tabii ki. Bunu yapan insan sayısı, ülkemiz genelinde düşünürsek, eline kalem alıp şiir karalayan insan sayısından azdır, diye bir tahmin de yürütülebilir. Öyleyse bu işi, yani şiire ulaşıp onu okuma işini yapan insanın bunu niye yaptığı, neden şiir okuduğu merak uyandırıyor doğal olarak.

“Neden şiir okumalıyız?” sorusuna birçok cevap üretebiliriz. İlk akla gelen cevaplardan biri ‘estetik haz’ olsa gerektir. Şiir, dilin günlük kullanımı dışında yeniden yapılandırılmasıdır. Böylece kelimeler ve sözler düz ve sıradan özelliklerini terk ederek şairin elinde yepyeni anlamlar ve derinlikler kazanır. Şiir okuyan kişi de bu yeni düzenlemeden, onun getirdiği yenilik hissinden, açtığı duygusal kapılardan kendine bir estetik haz payı çıkarır. Bunun yanı sıra üretilen yeni anlamlar üzerine düşünürken okuyucunun yaratıcılık becerisi de bir yandan gelişir. Çünkü şiirler birden farklı biçimde yorumlanabilir. Bu yorumların bir kısmıysa belki şairinin hiç aklında olmayan şeyler olabilir. Bunu bir tür ‘yaratıcı okuma’ olarak adlandırabiliriz. Aynı şiir her bir okuyucuyla farklı anlamlar kazanmakta, bir bakıma yeniden yaratılmaktadır. Bunu yapmayı alışkanlık hâline getiren bir okursa zaman içinde kendisini daha kolay, daha etkin ifade etmeye başlayacaktır. Dolayısıyla denebilir ki şiir okumak çeşitli önemli becerileri geliştirmemize ve kendimizi daha derin ve daha etkili bir şekilde ifade etmemize yardımcı olabilir.

Şiir okumanın bir başka avantajı da başka insanlarla empati kurma yeteneğimizi geliştirmesidir. Başka insanların, başka toplumların, başka kültürlerin hassasiyetlerini, sevinç ve kederlerini, mutluluk ve sorunlarını şiir yoluyla tanımış olur, kimi zaman onların yaşadıklarını içimizde hissederiz. Örneğin, bize kültürel açıdan ne kadar uzak olsa da Langston Hughes şiirlerini okurken 20. yüzyılın ilk yarısında Amerika’da yaşayan siyahi vatandaşların çektiği acılara şahit olmak, onları daha iyi anlamak okuyucu olarak kazanımlarımız olur. Ayrıca, şairin bu sorunları nasıl dile getirdiğiyle alakalı olarak da kafa yorarız. Şayet iyi bir şiirde anlatılan konu bizi de ilgilendiriyorsa şairin yazdığı metne bakıp “duygularıma tercüman olmuş” diye düşünürüz. Şairi biraz da kıskanırız, çünkü bu şiirde çoğu zaman ifade etmek istediğimiz ama kelimelere dökemediğimiz düşüncelerin, duyguların nasıl etkileyici şekilde aktarıldığını gözlemleriz.

Aslında günlük hayatın hayhuyu içinde koşturan işindeki gücündeki birine “Arkadaş, şiir okursan senin için çok iyi olur” diye ahkâm kesmek kolay değil. Çünkü söyleyeceklerimiz hep soyut ve havada kalıyor. Ama hayat da somut gerçekliklerden ibaret değil işte. İnsan tabiatı yalnızca bedensel değil ruhsal ve zihinsel doyum da arıyor. Şiir de bu doyuma ulaşma yollarından birisi olarak önümüzde duruyor. Diğer yollara göre öne çıkan özelliği ise kelimeler aracılığıyla yeni ifade biçimleri, yeni bakış açıları, yeni fikirler deneyimlememizi sağlaması. Bu deneyim her zaman mutlu ve neşeli bir şey olmayabilir. Belki zihnimizde olumsuz yankı uyandıran, bizi üzen ve eleştiriye sevk eden şeyler de okuyacağız. Bir şiirin üzerimizdeki etkisi ne olursa olsun, yapılan iş zihinsel bir çalışmadır ve ruhsal tatmine hizmet etmektedir.

Bazen çok okuyan insanlar, hatta edebiyatçılar arasında bile şiire mesafeli duran kişilere rastlarız. Nedenini sorduğumuzda aldığımız cevap “Ben şiirden anlamam” veya “Şiiri sevmem” olabilmektedir. Bana kalırsa burada sorun yaratan kelime “anlamak”tır. Ondan zevk almak için şiirin okuyana göre anlam değiştiren bir şey olduğu ön kabulüne ihtiyacımız var. Bunu yapıp kendimizi anlam kısıtlamasından azade edersek içimizdeki şiire ulaşıp okuduğumuz metnin tadını kendimize göre çıkarabiliriz.

Aynı şiirin her okuması farklı bir deneyimdir, dedik. Bunu daha genellersek ve zamanlar ve kültürler üstü bir anlayışla ele alırsak, şiiri insanlığın ortak bilinci olarak da niteleyebiliriz. Şiiri alımlama konusundaki deneyimimiz ve yeteneğimiz ölçüsünde, şiirin evrensel ve mistik nitelikleriyle kolektif hayal gücümüz üzerinden—genellikle açıklamakta zorlandığımız şekillerde—bize dokunduğunu hissederiz. Biliriz ki bizden önce milyonlarca başka insan onu okumuş ve her biri onun içinde bir hakikat, bir güzellik ya da başka bir özellik bulmuştur. Okurken işte ruhumuzun bu kolektif hissiyata katıldığını hissederiz. Okuduğumuz şiir ister yepyeni olsun ister yüzlerce veya binlerce yıllık olsun, kültür, cinsiyet, yaş farkı gözetmeksizin bizi tüm dünyanın harsına ve ruhumuzun en derin katmanlarına ulaştırma gücüne sahip olabilir. Bu mucizevi deneyimi yaşama ihtimali bile hemen bugün şiir okumaya başlamamız için yeterli motivasyon olsa gerektir.

***

Ya alkol olmasaydı diyor ya Edip Cansever onun gibi söyleyelim. Ya sorular olmasaydı. Ucu açık sorular, yanıtı olmayan sorugiller soyundan sorular… yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek için kendini çimdiklemek gibi bir şey belki de soru sormak.

Sormaya, soruşturmaya devam edeceğiz. Ya da şöyle diyelim: Eylemlerimiz sürecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi