Süreyya Karacabey
Negri öldü
Negri öldü. Siyasetbilimciler muhakkak “çokluk” kavramının Marksistlerin bir bölümünü neden rahatsız ettiğini, Marksizm konusundaki post tavrının neden eleştirildiğini anlatacaklardır. Deleuze okumasının, artık her şeyin “şeyleştiği” bir dünyada hakikat arayışının anlamsızlığı üzerine yazdıklarının, biyopolitika konusunda, beden konusunda yazdıklarının yarattığı Ortodoks huzursuzluklardan eminim söz edecekler.
Benim için özellikle bu dünyada “sanatın işlevi” konusunda düşünürken yardım aldığım biriydi. Elbette İmparatorluk'u, Ortak Zenginlik'i, Devrimin Zamanı'nı da okuduktan sonra. Olup biteni anlamaya çalışan, kapitalist dünyanın halleri üzerine çalışan ve buradan çıkış konusunda ilham veren biri olarak Negri, hep hatırlanacak.
Canlı bir biçimde konuşma partnerimiz olmayı sürdüreceği için, buradaki ölüm, paranteze alınacak. Belki yeni bir şeyler olduğunda, yaşasaydı “ne düşünürdü” diye soracağız. Çünkü ölüm, bir düşünme sürecini kesintiye uğratır, kendi tarihselliğine içkin olan varlıklar, başka bir tarih için her durumda geçerli olabilecek bir “realite”den söz edemezler. Ama bu düşüncelerden bir yordam, çözümlemenin mantığı ve ortak düşünceye dahil edilebilecek önemli şeyler hep kalacaktır.
Düşünce tarihinde hiçbir şey kaybolmaz, sadece zamanını bekler, bir yüzyılda yüzüne bakılmayan düşünür, başka bir yüzyılın yeniden yorumlamalarla merkez figürü haline gelebilir.
Negri öldü. Taklit edilecek bir doğa kalmadığı için sanata verdiği şans, gerçekten fazlaydı. Bütünüyle şeyleşmiş bir dünyada, Marx'ın dediği türden “büyük kapsanma”ya dahil olmuş bir sanatın, artık kapitalist işleyişin acımasız dişlilerinden onu koruyacak bir vasinin, devletin kalmadığı dünyada, meta ilişkilerine gömülmüş bir sanatın, insan emeğinin kristalize ürünü olarak, kolektifin özgürleşmesi için bir yol olması ya da “gerçekliği yaratması”na ilişkin düşünceleri kaldı.
Sanat ve Çokluk'ta şöyle diyordu: ”Gerçek kapsanmanın gelişimi, yani kendisi gereğince aşamın tüm kategorilerinin toplumun kapitalist yeniden üretimine karşılık gelen bir tek biçime indirgendiği -ve ilk başta sanat bu duruma maruz kalır- bu iktidar, yani işte, bu belirlenim mutlak olarak çelişkilidir. Bu gelişim düzeyinde, bu belirlenim doğrudan doğruya üretici etkinlik üzerindeki kapitalist tahakkümün reddi olan bir radikal alternatif ile karşı karşıya gelir. Bu radikal alternatif ahlaki ya da sadece bireysel itkilerden doğmaz: tersine öznelerin üreticiler olarak toplumsal kuruluşun akışında işgal ettikleri maddi konuma bağlıdır. Özgürlüğe sahip olmak (özgürlükten zevk almak) için kitlenin emeğinin değerlenmesine yönelen etkinlik olarak sanat, emeğin kolektif kuvvetinin özgürleşmesi yoluyla bir varlık taşmasının inşası olarak sanat, o halde ancak kapitalist tahakkümün reddi olabilir.”
Bir sanatçının, kapitalist tahakkümü kabul etmesini, onun bilinçten yoksun olmasına bağlayan Negri, onu bir zamanlar sermayeye doğrudan hizmet etmekten kurtaran sistem ortadan kalkınca, yani sermayenin toplumu gerçek ve bütünlükle kapsaması tamamlandığında, sanatsal öz-değerlendirmenin başkaldıracağını savunur.
Şüphesiz bu yazının sınırlarını aşan bir mesele onun bize anlattıkları. Fakat yüce aşıldığında, elinde soyut bir dünyadan başka bir şey kalmayan sanat, tam da bu çölün ortasındaki imkanlardan var edecektir kendini. Sınır olarak görülen şeyin, bir alternatif özgürlük yaratma biçimine dönüşmesi. Kapitalist tahakküme bir çeşit ontik itirazın belirişi. En köşeye sıkışılan anda beliren bir mucize gibi.
Negri öldü. Ölümlülüğü içinden kavramış biriydi bence, bir kaybın nasıl bir doluluğa dönüşebileceğini, elde kalan gerçeklik parçalarıyla yeni bir dünyanın nasıl yaratılacağını anlatırken, ölmüş olanın asla dirilmeyeceğinin farkındaydı. Bir içkinliğin derinden teyidiydi yaptığı, inşa edilecek olanın malzemesi aşkın bir yerden, nostaljik bir zihin bölgesinden gelmeyecekti, bunu biliyordu. Dünyayı olduğu biçimde kabulü yanıltıcıydı ama varolduğu biçimde bu dünya, bir kapan olarak tariflenen sistem, içinden özgürleştirici dünyalar çıkarabilirdi. Yeni bir doğa diyordu, yeni bir iletişim ilişkisi.
Negri'yi ciddiye alalım ve sanatın dünyalar yaratmak konusundaki potansiyelini birlikte düşünelim.
Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.