Ayşegül Kars Kaynar

Ayşegül Kars Kaynar

Olağan ve olağandışı arasında deprem

Deprem kuşağında olan Türkiye için deprem olağan bir durum mu yoksa değil mi, tespit etmek zor. Deprem her şeye bir es verir; tüm hayatı durdurur, gücü ve olağandışılığı da budur. Ama Türkiye depremi bir türlü olağandışı olarak da yaşayamıyor.

Depremden 12 saat sonra: 6 Şubat’da sabah 4.00 civarında yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem, yakın tarihin en şiddetli depremi. Deprem kuşağında olan Türkiye, hiçbir depremden ders almayarak yine bu depreme de hazırlıksız yakalandı; bir sonrakine yakalanacağı gibi. Yine bilim insanları dinlenmemişti. Yine uyarılara kulak asılmamıştı. Yine resmi binalar, hastaneler, yollar ve köprüler çöken ilk yapılar arasındaydı. Yine halk kendi imkânlarıyla ve dayanışmasıyla enkaz kaldırıyordu. Yine belediyeler ve sivil toplum örgütleri yardım kampanyaları başlatıyordu.

Deprem kuşağında olan Türkiye için deprem olağan bir durum mu yoksa değil mi, tespit etmek zor. Bir yandan depremin gücü sadece 7,7 Richter ölçekli oluşunda, yerle bir ettiği binalarda ve aldığı üç bine yakın canda değil. Onun gücü hayata, siyasete ve düşmanlıklara bir ara vermesinde; tüm gündelik hayatı durdurmasında. Ne (bugün yazmaya niyetlendiğim) AİHM’in Bylock ihlal kararı, ne Anayasa Mahkemesi’nin AİHM’e tepkisizliği, ne Pazartesi görülen JİTEM davası, ne devam eden Ukrayna Savaşı…

Deprem her şeye bir es verir; tüm hayatı durdurur ve sadece kendi büyük ayrımını dayatır: Yaşam mı ölüm mü? Ölümün kıyısında ise tüm farklılıklarından sıyrılarak dili ve dini fark etmeyen salt bir yaşam, salt bir tür olarak “insan” belirir. Bu içi boşaltılmış, dışı törpülenmiş, her an sen ya da ben, Türk ya da Yunan, Hristiyan ya da Müslüman olabilecek insana herkes yardıma koşar. “Devletlerin uluslararası kardeşliği” diye bir şey yoktur, ama eğer olsaydı en çok deprem sonrasında birbirlerine yardım etmekte adeta yarışa giren devletlerin dayanışmasına benzerdi. Depremin gücü ve olağandışılığı da budur: Yaşamın ve ölümün kıyısında beliren ve varlığı bu kıyıyla sınırlı bir insan ve yeni bir etik-pratiğe dayalı ilişkiler ağı ortaya çıkarması.

Depremden 17 saat sonra: Ama Türkiye depremi bir türlü olağandışı olarak da yaşayamıyor. Olağanüstü hal ya da seferberlik ilan edilmedi. Silahlı kuvvetler enkaz kaldırma çalışmalarına destek için deprem bölgesine gönderilmedi; taa ki saat 22.30 civarında Milli Savunma Bakanlığı 550 bin kişilik TSK’dan 3 bin askerin Hatay, Malatya ve Kahramanmaraşa’a sevk edildiğini duyurana kadar. AFAD Hatay’da görünür değil, jandarma da yok. 10 ilin üzerinde helikopterler uçuşmuyor ve acil olarak yapıldığı görülen herhangi bir resmi faaliyet yok.

Devlet elinde iş makinası, kepçe, operatör olan firmalara çağrıda bulunmuyor. Devlet büyükleri ya da bakanlar da deprem bölgesine henüz gitmedi. Yıllardır toplanan deprem vergileri kullanıma sunulmadı. Borsa açık. Bankalar işliyor. Dahası, partili Cumhurbaşkanı ve partisinin sözcüsü siyasete devam ediyor. Yani deprem bir olağandışılık yaratarak onların siyasetini ve ayrımcılıklarını askıya alamadı. Yaşayacağımız olağandışılık, gece saatlerinde gelen ve bayrakları yarıya indirmek dışında nasıl bir önlem getirdiği bilinmeyen ulusal yas ilanı ve okulların tatil edilmesiyle kaldı.

Depremden 28 saat sonra: Enkaz altında kalanların sesleri hala duyulurken tüm halk acil, hemen, hızlı; depremin ve ortaya çıkardığı insanlığın olağandışılığına uygun hareket edilmesi için adeta çırpınıyor. Uyumuyor, kalkmıyor. Buna rağmen devlet organlarının ve kurumlarının ataleti, olağandışı büyüklükte bir afete verdikleri sıradan, yavaş, rahat tepkiler görenlerin ve duyanların yüreğine acının yanına, öfkeden yapılmış bir taşı getirip koyuyor. O taş benim yüreğimde de var.

Depremden kaç saat önce bilinmez; bir yarılma, bir kopma, bir köprüleri atma yaşanmış olduğunu artık net bir biçimde tespit edebiliriz. Bu kopma devlet ve halk arasında. Halkın temsilcilerinin yönettiği devlet, ölmekte olan halkını kurtarmaya gelmediği gibi kalan sağlarla da hiçbir duygudaşlığı kalmamış. Devlet ne ölene ne kalana karşı sorumluluk hissediyor. Öleni enkaz altından halk çıkarıyor, kalanın sırtına battaniyeyi halk atıyor. Bu ne zamana kadar böyle gidecek?


Ayşegül Kars Kaynar: 1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve ardından Humboldt Üniversitesi’nde çalıştı. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşegül Kars Kaynar Arşivi