Onlar da beraber yürüyecek bu yollarda

Bu yürüyüş, CHP tabanının tarihi sınavına dönüşmüştür. O tabanı ne kadar heyecanlandırdığı, nihai ölçüm birimi olacaktır.

Yürüyüş sürüyor. Belli ki kararlılık var; zaten bu saatten sonra kendiliğinden vazgeçmek olmaz. Ucu açık bir yolculuk olarak İstanbul'a kadar sürecek.

Bir soru işareti, 'acaba Enis Berberoğlu hakkındaki tutukluluğun kaldırılması talebi kabul görürse ne olur, Kemal Bey hala devam eder mi?' idi, ama Enis'in tahliyesi bir yandan bu sözde davanın iddianame bakımından içinin kofluğunu göstereceği için, diğer yandan da 'işte bir yürüyüşe çıktık ve bileğini büktük' kampanyasına yol açacağı için imkansızdı, ve ortadan (şimdilik) kalktı.

CHP lideri, siyaseten iyice sıkıştırıldığı ve Selin Sayek Böke gibi pırıltılı bir sözcüyü kaybetmek zorunda kaldığı bir noktada son bir hamle yaptı; farkındadır herhalde, bu yürüyüş onun için ayakta kalma veya silinip gitme hali, yani 'olmak veya olmamak' kipinin eylem hali. Başka çaresi kalmamıştı, İstanbul yolu işte o noktada göründü.

Aslında manzarayı en iyi çizenlerden biri, değerli meslektaşım Çiğdem Toker'di:

''Enis Berberoğlu’nun mahkûm edildiği ceza, hanidir konuşulan "Sıranın CHP’ye geleceği" olgusunu görünür kıldı. Tutukluluk, ceza, cezaevi döngüsünün yalnızca Berberoğlu ile sınırlı kalmayacağını bizzat CHP’li milletvekilleri dillendiriyor. Bu tabloya bizatihi kendi partilerinin "Anayasaya aykırı ama evet" diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay veren tutumunun yol açtığını da. Hukuken ve siyaseten sorunlu "Dokunulmazlıklar kaldırılsın" tutumu ile hileli 16 Nisan referandumunda geniş kitlelerin haklılık duygusunu etkisizleştiren "sokağa çıkmama" tercihi, ana muhalefet partisinin son bir yıldaki, toplumun ve ülkenin geleceğine etki eden iki politika yanlışıydı. Buna rağmen, tüm kimliklerin/kökenlerin üzerindeki adalet sloganıyla başlatılan yürüyüş, değerli bir eylem. İlk adı "adalet" olan bir partinin 15 yıldır yönettiği Türkiye’de her geçen gün ağırlaşan hak ihlalleri ve hukuksuzlukların altını yalın ve tek kelimelik "adalet" ile çizmesi de doğru... Üzerinden iki ay geçse de adaletin, referandumda "hayır" diyen 24 milyonluk bir kitlenin ortak talebi olduğunu hatırlamakta yarar var. Bu ortak ve yaşamsal talebin, CHP yürüyüşünde kendisini ne kadar ifade edip eklemleneceğinde ise birden çok faktör belirleyici olacak. Devlet kurumlarının refleksi, iktidarın tutumu, siyasetin diğer kurumları, güvenlik güçlerinin davranışı, hava koşulları, kişilikler gibi pek çok faktör. Toplum olarak adalete her şeyden çok ihtiyacımız var. Her şeyden çok.''

Kemal Bey'in yola çıkış gerekçesi de net ve anlaşılır.

Diyordu ki ilk gün Kılıçdaroğlu:

"Adaleti mum ile aradığımız günlerdeyiz. Bugün ortaya çıkan tablo, 20 Temmuz darbesinin ortaya çıkardığı tablodur. Asıl suçluların yargılanmadığı masum insanların yargılanıp hapis edildiği süreci yaşıyoruz.

Adalet, demokrasi, düşünce özgürlüğü istiyoruz bu ülkede.20 Temmuz darbesini yapanlar adaleti, demokrasiyi yok ettiler. Hâkim, hâkim olmaktan çıktı. Gözünü dilmiş saraya nasıl talimat gelecek ve ben öyle karar vereceğim diye. Bunların hiçbirisi hakim değil, yargı dağıtmıyolar. Sadece ve sadece sarayın sopası olma görevini yerine getiriyorlar.''

Hukuk sisteminin tamamen iktidara bağlanıp, böylelikle asli demokratik özelliğini kaybettiği doğru.

Bugünlere ne 15 Temmuz ne de 16 Nisan'dan sonra gelindiği, çöküşün çook önce başladığı da doğru. Bu gerileme ve çöküş sürecinde anamuhalefet partisinin standart 'reaktif' siyasetiyle sonuç almayı umduğu, bu 'kukumav kuşu' duruşuyla etrafına güvensizlik ve kırgınlık yaydığı da bir o kadar doğru.

Gezi'de kenarda durdu CHP (bir temsilcisi, Engin Altay, Saray danışmanlarına taş çıkaran akıl almaz birtakım söylemlerle hala saçma sapan Gezi analizleri yapmakta), 17-25 Aralık sonrasında 'yiyin birbirinizi' budalalığıyla hem cemaat kesimin tabanının hem de medyanın ezilmesine, yutulmasına göz yumdu.

7 Haziran sonrası HDP tabanını insanlıktan çıkarmayı amaçlayan ve başaran faşist operasyonlar hakkında karnından konuştu.15 Temmuz sonrası hipnoza girdi, darbenin arka planını ve Erdoğan açısından nasıl kullanılacağını asla anlamak istemedi. Ve bugünlere geldik.

Bazı arkadaşlarımız 'aman bu konulara girmeyelim şimdi, madem doğruyu buldular, dokunmayın, CHP eleştirmek bu noktada çok yanlıştır, hatta ahmaklıktır' diyorlar.

Önerileri taktik destek üzerine kurulu.

Peki, stratejisi olmayan, darmadağın bir liderlikle 'idare edilen' ve stratejisi olmayan bir partiye taktik açıdan güvenmek ne derece doğru?

Bu soruyu ben sormuyorum, CHP'den sürekli hüsran yaşamış, başta Kürtler, ve diğer bilumum AKP mağduru bu derin kuşkuyla malul.

Bunca badire ardından yoğurdu üfleyerek yemek isteyen varsa, ona saygı duymak zorundasınız.

İnsanların sütten çok fena ağızları yandı çünkü.

Yaşanan facia en az iki-üç milyon insanı etkiledi ve bu insanlar bir şeye güvenmek istiyorlar. Dertlerine sahip çıkılmasını bekliyorlar. Satışa gelmek istemiyorlar. Taktik ruhlu çıkışlara karınları tok.

Çünkü sonunda dayak yiyenler yine bu kesimler olacak.

Ama unutmayalım, yürüyüş kararı veren ve neredeyse tek başına yola çıkan bir lider var.

Kemal Bey bu yüzden desteği hak ediyor, çünkü içinde her türlü kurnaz, samimiyetsiz, devletçi siyaset esnafı barındıran bir parti bu. Baykallar, Altaylar pek ortada yok. Her zamanki gibi seyrediyorlar.

Partide güven vermeyen işte bu. Aynen sine-i millet lafı çıkar çıkmaz baş gösteren çark etmeyi gördükleri gibi, bu eksik görüntüye kuşkuyla bakıyor insanlar. Keşke bakmasalar.

Eleştiri elzemdir. Romantik arkadaşlar kusura bakmasınlar: Gazeteci siyaset veya aktivizmin aktif parçası olamaz; onun işi halka bilmesi gereken her şeyi artısıyla eksisiyle anlatmaktır.

Gazetecilik, fikirlerin otosansürüyle, 'aman şimdi bunları yazmayalım' tarzıyla yaşamaz, ölür gider.

Bizim işimiz, sosyal bir hareketin - mesela 1960'larda Martin Luther King'inki veya 40'larda lider Gandi'ninki gibi - tabandan yükselip yükselmeyeceğini gözlemlemek, böyle bir dinamik varsa onu işlemekle ilgili.

Ülkenin kendi dinamikleri, gazetecinin taktiklerin aracı olmasından daha önemlidir, çünkü çok daha hakikidir. Tarihi o dinamikler yazar.

Her neyse, konuya dönelim. CHP liderliği açısından önemli olan şey, maalesef parti sözcülüğünü ve ekonomiyle ilgili posizyonu bırakmak zorunda kalan değerli, umut saçan, gerçek sosyal demokrat bir profile sahip olduğu anlaşılan Selin Sayek Böke'nin kaç hafta önce söylediklerinin Enis'in içeri alınması üzerine kabul görmesidir.

 

Selin Hanım bugünlerde yaşanan vahameti öngörmüştü ve şimdi bu yürüyüşle 'dediğine gelindi'.

Ne demişti, Cumhuriyet'te Toker'e verdiği mülakatta?

Şunları (bazı sözlerinin altını çizdim):

  • Biz bütün baskılara rağmen (16 Nisan'da) cesaretle, özgüvenle kendi sözünü söyleyebilen milyonları gördük. Biz öncelikle düşen, bu milyonların dışında kalanları ikna etmek değil. O milyonlara sahip çıkmak.
  • İşte bu duygunun yaşatıldığından tereddüt duydum. Çünkü referandum buluşmalarında hep söyledim ki, "Hayır", salt siyasi partilerin savunacağı bir mesele olamaz. Siyaset ve demokrasi, bireyin siyasi partiler dışında örgütlenebildiği, siyasi partilerle ortaklaşabildiği bir zeminde olur. Dolayısıyla siz yoksanız, sokakta anayasal demokratik hakkınızı kullanamıyorsanız demokrasi eksik.
  • Meclis içi mücadele, yeni koşullarda yeniden tarif edilmeli. Ama alt bununla sınırlı bir siyasi mücadelenin, bu kadar derin bir rejim değişikliğine karşı koyuşa yeterli olamayacağını düşünürüm. Sokakta demokratik hakkını kullanmak için, "ben buradayım" diyenlere, sokağın korkulacak değil, terörle özdeş değil, bir anayasal hak, demokrasinin en temel tarifi olduğunu anımsatan bir yeni siyaset zeminini sahiplenmek gerektiğini düşünüyorum.

Şimdi esas mesele, ülkede yaşananlardan mağdur olanların cesaret toplayıp yürüyüşe katılıp katılmayacağı ile ilgili.

Beni asıl ilgilendiren nokta şu:

Ta 2002'den beri oturduğu yerden sağa sola hakaret, iftira ve küfür yağdıran; Türkiye'nin geldiği durumun faturasını ahmakça ya Cemaat'e, ya 'bölücü' dediği Kürtlere ya da 'Yetmez Ama Evet'çilere çıkarıp duran, böylece kendisini rahatlatılmış bir pozisyona yerleştirirken elini hiçbir taşın altına koymaya zahmet buyurmayan 'tuzu kuru', rahata alışmış CHP orta sınıf tabanı şöyle bir kıpırdayıp, o yollara dökülmüş gariban işçilerin, Alevi yoksulların, alt sınıf mutsuzların arasına katılıp 'biz de varız, hep beraber' diyebilecek mi?

Emin değilim. Önemlidir: Ancak onlar bu barışçı yürüyüşe katılırlarsa kitle olarak, geçilen kasabalarda kafilelerin yanında yürümeye başlarlarsa, o zaman bir farklı dinamikten söz edebileceğiz.

Oya Baydar'ın yazdığı gibi:

''Uçurumun kenarına getirilmiş bu ülkenin hak ve adalete su kadar, hava kadar ihtiyacı var. Adalet, toplumun havasıdır, suyudur. Su tükenip hava kirlenince toplum nefessiz kalır, tükenir, boğulur. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu adalet yürüyüşünün herkes için olduğunu söyledi yürüyüşü başlatırken. Bunca mağduriyetin, bunca adaletsizliğin yaşandığı ülkemizde adalet talebini paylaşan herkes, her siyaset, her kesim yürüyüşe destek vermeli, desteğini görünür kılmalıdır ki kitleler de seferber olup adalet istemi etrafında kenetlensinler. O şunu yapmıştı, bu şöyle davranmıştı, bu solcu, bu sağcı, şununla beraber yürümem, bununla birlikte görünmem, ne yapacaklarına güvenemem deme lüksüne sahip değiliz.''

''Adalet yürüyüşü CHP’yi de, bizzat Kılıçdaroğlu’nu da, Türkiye’deki siyasî iklimi de bir ölçüde değiştirecektir. Her eylem ve her dokunuş değiştirir, dönüştürür. Kılıçdaroğlu, ifade ettiği gibi sadece kendi milletvekili için değil herkes için yürüyorsa, bu yürüyüş HDP’lilerin aylardır tutuklu bulunduğu Kandıra’ya uğramalı, Edirne’de Demirtaş’a bir selamla sona ermelidir.''

Yürüyüşün  Saray ve AKP'nin dengesini sarstığı aşikar. Erdoğan'ın

''Adaleti aramanın yeri parlamentodur. Yargı yarın sizi de davet ederse şaşmayın'' sözleri bu sıkıntıyı yansıtıyor.

Ama, tekrar Böke'ye dönelim:

Bu saatten sonra Meclis artık işlevsiz bırakılmış, Saray'ın 'aç-kapa' oyuncağına dönmüştür. Son Darbe Araştırma Komisyonu kepazeliği ortadadır, CHP'ye de bundan sonrası için ders olmalıdır.

Erdoğan'ın içtüzüğü değiştirteceğinden, TBMM'deki tüm muhalefeti aynen medya gibi kriminalize etmenin her zeminini hazırlayıp, kendisini ve partisini 2029'a kadar iktidarda tutacak bir seçim sistemini de hazırlatacağını da buraya not düşeyim.

'Buna müsaade etmeyiz!' diye hangi CHP'li çıkarsa, gülün geçin derim bu saatten sonra. Boş lafa karın tok.

Sokak, TBMM'nin önüne geçmiştir artık. Nokta.

Bu noktada, yürüyüş ekseninde neler olabilir?

  • Erdoğan, vozurdansa da bekler; ve Maltepe'deki mitingden sonra kaldığı yerden devam eder. Neden böyle? Çünkü Erdoğan, CHP'nin HDP'yle beraber olup yürüyüşü büyüteceğine ihtimal vermiyor ve bu onu rahatlatıyor. Bu açıdan CHP'nin bazı kesimlerine güveniyor, da diyebiliriz.
  • HDP taleplerinde de, kuşkularında da kendi kurumsal hafızası bakımından haklı: CHP'den çok 'kazık' yedi bu parti. Yürüyüşe katılırsa, bir taleple katılmak zorunda; o da Demirtaş ve Yüksekdağ'ın bulundukları cezaevlerinin de birer güzergaha dönüşmesi. Olur mu? CHP'nin 'esnafı' ne der? Belli değil.
  • HDP Kandıra'dan Edirne'ye kendi yürüyüşünü yapabilir ama, bu büyük ölçüde provokasyon riski taşıyor.
  • Diyelim ki CHP ve HDP beraber yürüyüşte uzlaştı veya, uzlaşmalar da, CHP yürüyüşüne her kesimden 'kendiliğinden' katılım oldu. Bu, bir sosyal kabarma demek ve Saray için bir kabusun başlangıcı. İşte o zaman, bu yürüyüşün her türlü terör tehdidine ve kışkırtmaya açık hale getirileceğinden ve en ufak bir 'tatsızlık'ta OHAL vs bahane edilerek iptal edileceğinden emin olabilirsiniz.
  • İşin ucu Kemal Bey'e kadar gider mi? Gidemez, demek mümkün değil. Unutmayın, 'iktidarı bırakmak gibi bir opsiyonumuz yok arkadaşlar' diye düşünen, iyice sıkışmış bir yapı var, ve her şeyi, ama her şeyi göze almış durumda.

Sonuç: Bu yürüyüş, CHP tabanının tarihi sınavına dönüşmüştür. O tabanı ne kadar heyecanlandırdığı, nihai ölçüm birimi olacaktır.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi