Enver Topaloğlu
Sabahattin Umutlu: ‘Beni Soran Oldu mu’
Sabahattin Umutlu’nun (1967) Mayıs 2024’te yayımlanan yeni şiir kitabının adı “Beni Soran Oldu mu”. İlk şiiri 1987 yılında Gerçek Sanat dergisinde yayınlanan Umutlu’nun ilk kitabı ise “Söz Yaksın Kendini” 2000’de okurla buluşmuş. Bir sonraki kitabı “Siyahh”sa 2011’de yayımlanmış. “Beni Soran Oldu mu” (2024) şairin yayımlanan üçüncü şiir kitabı. Umutlu’nun kısa bir süre önce “Kör Nokta” (2024) adlı dördüncü şiir kitabının da yayımlandığı bilgisini edindik. Onun şiir yazmakla yetinmeyen şairlerden olduğunu da kaydedelim. Plüton yayınlarından 2023’te çıkan “Sen Benim En İyi Arkadaşımsın Kayıp Şiirin Poetikası: Arkadaş Z. Özger” incelemesi ve Aleni kitaptan 2024’te yayımlanan “İnsan Merkezli Bir Dünyada Şiir İçin Manifesto” kitapları onun şiirin poetik sorunlarıyla da ilgili olduğunu gösteriyor.
Şairin değineceğimiz üçüncü şiir kitabının adını oluşturan ifadenin sonunda, soru imine yer verilmediği dikkatten kaçmıyor. İlk bakışta fark edilen bu biçimsel tercihi kısaca da olsa irdelemek gerektiğini düşündük.
Her şeyden önce, şiirle ilgili olduğu için “Beni soran oldu mu” ifadesini değerlendirme kriteri düzyazı formu ve normu olmamalı. Yani bir nesir cümlesi gibi okuyup yorumlamamalıyız. Bir şiir birimi olarak, öyleyse dize olarak düşünüp değerlendirilmek gerektiği kanısındayız. Bu durumda imin yokluğu yadırganmayacaktır. Ancak ifadenin şiire ait kılınmış olması yine de akla gelen bazı soruları gidermiyor. Örneğin acaba im, soru açık uçlu olduğu için mi kullanılmamıştır? Buna göre okunsun, yorumlansın diye kurgulanmış olabilir mi? Yoksa şair, çağrışıma ne denli önem verdiğine ilişkin mesaj mı vermek istedi? Yani şair şöyle mi demiştir: Ey okur; şiirde çağrışım önemli. Benim şiirimdeyse çağırışım, bildiğinizden daha da önemli. O nedenle şiirlerimi okurken algınızın kapılarını, çağrışım aralığınızı açabildiğiniz kadar açın. Bu şiirler sizden bunu bekliyor. Örneğin bu kitaptaki şiirlerden beklentinizin karşılanması buna bağlı. Neticede, “Beni soran oldu mu” içi mesaj, içi bildiri dolu bir dize, kitabın kapağının üstünde, okuyanı durdurup düşündürüyor. Okuyup geçilemiyor. Biz okuyup geçemedik. Bu niye böyledir diye düşündük. Düşündüklerimizi kısaca dile getirmek istedik.
Sabahattin Umutlu’nun Plüton yayınlarının okurla buluşturduğu kitabının editörlüğünü Toprak Şems Tezcan üstlenmiş; kapak görseli ise Ekim Su Umutlu’yla Murat Şeker’e ait.
Kitabın kaç sayfa olduğunu kesin olarak söyleyebilmek için Roma rakamlarını bilmeniz, bilmiyorsanız öğrenmeniz gerekiyor. Öğrenmek iyidir. Hem zaten şiir de aynı zamanda keşfetmek, bir tür keşif yolculuğu değil midir? Genellikle şiir yönünden yoğun kitaplar okura bu olanağı sunar. Soruyu buraya bırakalım: “Beni Soran Oldu mu” Roma rakamıyla kaç sayfa…
Tabiatta biat yoktur
Soru yalnızca kitabın adını oluşturmuyor, Umutlu’nun şiirlerindeki müşterek sorunsalı da işaretliyor. Şiirleri bir çatı altında topluyor ve öylece şiir kitabı adı oluyor, olabiliyor.
Aslında buraya kadar söylediklerimiz, şiir yönünden yoğun bir şiir kitabının kapağından iç sayfalara, içindeki metne, şiirlere geçene kadar okura ileteceği mesajları iletmesi bakımından saptanabilecek bir eksiğinin olmadığına işaret ediyor. Öyleyse kitabın içinde, sayfalarda, şiirlerde okuma yolculuğuna, kitabı bir metin olarak irdelemeye başlayabiliriz.
Kitabın kapağını kaldırır kaldırmaz bir ithafla karşılıyor okuru: “Tabiatta biat yoktur. Elbette o solak çocuklara…” Sonra Ronald Wright’tan bir alıntı. Bu alıntıda da sorular var. Wright şöyle soruyor: “Ne işe yarar şehirleri çevreleyen duvarlar ve niye savaşmak için silahlar?”
Kitabın ilk şiiri “Dumanıma El Salla” başlığını taşıyor. Şiirin son iki betiğini aktaralım:
dumanıma gizli gizli el sallayan ahali
çığırt
kan naralarıyla
sayfalarda fırlayan
flamalar bayraklar.
sakın ha sakın ha çocuklar
saçlarınızı okşayıp vergiden düşüyorlar
Hazırlık safhası, sayfaları
İlk şiir aslında bize ne tür şiirler okuyacağımıza ilişkin önemli ipuçları sunuyor. Daha doğrusu kitabın adında vaat edilene ilişkin biraz daha ayrıntı veriyor. “Yoktur” ara başlığından sonra gelen ilginç bir görsel metin var. Başlığı şöyle: “Bizi severken devletten farkları yoktu”
Şiirlerin eksenine yönelik hazırlık safhası gibi de okunan sayfalardan sonra kitaba adını veren şiire geliyoruz. Şiir, müzisyen Gomidas Vartabed’e ithaf edilmiş ve onun için bir ağıt. Şair şiirde, Vartabed için arkadaşları tarafından kullanılan ve komitacı anlamını da içeren Komitas lakabını tercih etmiş. Gomidas Vartabed, 26 Eylül 1869 Kütahya doğumlu bir müzisyen. Ünlü müzisyen, Osmanlı hükümeti tarafından 1915’te Ermeni aydınlara yönelik şiddet, sürgün, tutuklama ve katliamla sonuçlanan uygulamanın kurbanlarından biri oluyor. Şiir için, Gomidas Vartabed özelinde tutuklanan, sürgün edilen, ağır işkenceler gören, katledilen Ermeniler başta olmak üzere katliam kurbanlarının acısını paylaşan bir destan da diyebiliriz.
Gomidas Vartabed, serbest bırakıldıktan sonra sürgün ve tutukluluk sürecinde gördüğü ağır işkence ve kötü muamele dolayısıyla “travma sonrası stres bozukluğu” (açık ifadesi insan varlığı, çekilen acılara tahammül edememiştir) yaşamış ve İstanbul’a döndükten sonra durumu ağırlaşınca Fransız La Paix Hastanesi’ne yatırılmıştır. Bir süre burada tedavi gördükten sonra Paris’te bir sanatoryuma götürülmüştür. Yaşamını yitirdiği tarih olan 22 Ekim 1935’e kadar burada kalmıştır. Şiirden bir bölüm okuyalım:
bir soru bin soruyla
görüntü donakalıyor
komitas’ın sustuğu
o saatte o yerde
selam durduğum ağaçlar
duvarları la paix’in
üstüme üstüme geliyor
pınarları kütahya’nın
şehir. alnımda o derin çizgi
atların su içtiği
elleri
yoktu
annemin.
göl. iki ucu arasında gidip de dönemediğim
yağmur dindi.
koro sustu
aradığınız küllere şu an ulaşılamıyor…
peki maestro
kardeş kardeşe jilet devreder mi…
-……………..
-……….
-….
- aram…
- yok bişey
Müzisyen Gomidas Vartabed bir kurbandır. Bir katliam, bir soykırım kurbanı. Umutlu, onu ve onun nezdinde baskı ve şiddet aygıtı olarak devletin, otoriter gücün kurban ettiklerini şiirle selamlıyor. Şairin şiirle selamladığı tarihten bir başka kişilikse bir kahraman; bir gençlik önderi. Altmış sekiz kuşağının baskıya, zulme karşı yürüttüğü özgürlük mücadelesinde kahramanlaşmış ve halkların hafızasında, unutulmazlar arasında yer alan bir isim: Hüseyin Cevahir. Altmış sekiz gençliğinin önderlerinden olmanın yanı sıra Cevahir aynı zamanda bir edebiyatçıdır. Dönemin dergilerinde deneme ve eleştiri yazılarıyla da dikkat çeken bir isim olmuştur.
Hüseyin Cevahir, 1 Haziran 1971’de Mahir Çayan’la birlikte bulundukları evde sağ olarak yakalanmaları mümkünken düzenlenen operasyonda, keskin nişancı tarafından katledilmiştir. Umutlu’nun “Cevahir” başlıklı şiirinden bir bölüm sunalım:
ucu şarkılara çıkan sarp
yolun ucunda açılan bıçak
hangi sokağın bedenine saplanırdı
kapandıkça kapanan düşkarası evlerin
kalbinde bir es bir görünmez kaza
ayağım takılır da düşemezdim yollara
Şairin istediği gibi
Sabahattin Umutlu şiirlerinde, tarihten seçip selamladığı kurbanları, kahramanları, tutunamayanları aynı zamanda güncelliyor, belki de güncelleştiriyor demek gerekir. Şiirler bize o isimleri betimleyip hatırlatmakla kalmıyor çünkü. Umutlu’nun yapı bozumcu imgeleri onları, aynı zamanda düşüncemizde, duygumuzda, duyarlılığımızda bir daha canlandırıyor. Neticede zihnimiz ayaklanıyor. Tam şairin istediği gibi. Şiir, odaklandığı özneleri aramıza döndürüyor da diyebiliriz.
Şairin, “Beni Soran Oldu mu”da tutunamayan olarak selamladığı tarihsel kişilik müntehir bir isim; Osmanlı’nın Tanzimat dönemi aydınlanmacı yazar ve önemli entelektüellerinden Beşir Fuad. Tanzimat’ın siyasal, sosyal sonuçlarının yanı sıra kültürel etkileri de olmuştur. Örneğin Osmanlı coğrafyasına Aydınlanma düşüncesinin girişini sağlamıştır diyebiliriz. Fuad dönemin önemli deneme ve eleştiri yazarı olarak ünlenmiştir. Hatta onun için Osmanlıcanın ilk denemecisi de denilmektedir. Beşir Fuad, otuz beş yaşında bileklerini keserek hayatına son verir. Üstelik bunu deneysel bir eyleme dönüştürür. İntiharı, o zamana kadar intihar kavramına yabancı Osmanlı toplumunda ve basında geniş yankı bulmuştur.
Daha önce de Beşir Fuad’ı konu alan şiirler yazılmıştır. Enis Batur’un 1977-1980 arası yıllarda yazılan şiirlerini içeren “Kandil” adlı kitabında yer alan “Yanlış Mesel” başlıklı şiiri onlardan biridir. Şiiri Batur, “Beşir Fuad yanlış kardeşim benim” dizesiyle bitirir. Enis Batur’dan sonra şiirinde Beşir Fuad’la karşılaştığımız bir başka şair Ahmet Oktay olur. Oktay’ın şair, yazar, düşünür olarak tanınan ve intihar ederek yaşamına son veren isimleri konu alan kitabı “Yol Üstündeki Semender” 1987’de yayımlanır. Şairin bu kitabında yer alan “Beşir Fuad” başlıklı ve Enis Batur’a ithaf ettiği şiirden bir bölüm okuyalım:
Nemsin benim
öteki zamanlardaki çocuk? Bir hasım
gibi mi büyüttüm seni kalbimde?
Sözüm sana yine de: Kimi gerçek
daha derin düşten. Düşler de
geleceğe gönderir ve Yitik Söz
dirilir okurun dilinde. Yaşamım! Doğrusun
yanlış olduğun kadar. Bir diken gibisin içimde.
(…)
Beşir Fuad! Kardeşim benim.
Oktay acaba şiirin son dizesinde Batur’u dolaylı biçimde düzeltmek mi istemiştir. Yoksa onun soruna farklı baktığının ifadesi olduğunu düşündüren o son dizeyi bir tartışma daveti gibi mi okuyup yorumlamalıyız? Belki hepsi. Ne dersiniz?
Umutlu’nun kreşendosu
Gelelim Sabahattin Umutlu’nun Beşir Fuad’ı selamladığı “Şiryandaki Şırınga Beşir Fuad: Hepimizin Kardeşi” başlıklı şiirine. Önce şiirden bir bölüm okuyalım:
daha yolun yarısıydı diyenler
biraz olsun biraz olsun metanet
sızıyordum dünyaya
sol kolumda bir oyun
ömrümün son perdesi
al şırınga ver jilet
Umutlu’nun şiirlerinde bir kreşendo söz konusu, ama bu sesle ilgili ya da müzikteki anlamında değil. Ayrıca onun şiirlerinde ses ve müziğin de dikkat çekici bir öğe olduğunu söyleyebiliriz. Sesi daha çok ritim ve tempo amaçlı kullanıyor. Kastettiğimiz kreşendo şiirin şiddetini arttırmak anlamında. Çünkü Umutlu’nun şiirlerinde yükselen yalnızca ses değil. Şiirin şiddeti aynı zamanda bir öteye geçme ya da mevcut olanın ötesine geçme hamlesi olarak dikkat çekiyor.
Kurban, kahraman, tutunamayan
Zaman geçse de iyileşmemiş yaralarla yüzleşme, mağdurla dayanışma ve otoriteye karşı başkaldırı, her ne olursa olsun biat etmeyen tabiata duyulan saygı şairin ön planda tuttuğu izlekleri. Şiirlerde kurban, kahraman ve tutunamayan olarak tarihin değişik dönemlerinden kişiler ve olaylar şairin tema ve izleklerinin eksenini oluşturuyor. “Hayal Çemberi” başlıklı şiir de onlardan biri. Şiirde, yetmişli yıllar, Akhisar’da düzenlenen tütün mitingi gibi 13 Ocak 1975’te, Vatan Mühendislik Yüksekokulu ikinci sınıf öğrencisi Kerim Yaman’ın elli kişilik bir güruh tarafından İstanbul’da Fatih’in ara sokaklardan birinde sıkıştırılarak katledilmesi ve sonrasında yaşananlarla hatırlatılıyor. Şiirden bir bölüm okuyalım:
flaş patlar. film sarar. negatif yanar…
sahne aydınlanır. geri çekilir hayat .
kamera zoom…dalgalanır donar görüntü.
tarih karadır…tarih karadır…tarih yaradır…
Yıkıcı imgeler
Sabahattin Umutlu’nun soran, soruşturan, irdeleyen, araştıran, ağrıyan dişi kurcalayan yıkıcı dilinin, imgelerinin oluşturduğu kitabın omurgası ya da sorunsalı aslında acı diyebiliriz. Hem kişisel, hem toplumsal, hem tarihsel boyutu olan bir acı şiirlerin başat duygusu olarak dikkat çekiyor. Umutlu’nun şiirleri acıyla baş etmeye yönelik bir hamle gibi de yorumlanabilir. Şöyle de söylenebilir: Devletin şiddeti, tarihin hafızası ve tabiatın direnişini kurbanlar, kahramanlar ve tutunamayanların hikâyesiyle kuşatıp şiirleştiren bir tutum onunkisi. Tabiatın tüm baskı ve şiddete karşın boyun eğmemesi şair için adeta kılavuz. Umutlu’nun şiirleri son derece açık biçimde devletin baskı, şiddet gibi uygulamalarıyla ve resmi tarihin yanıltıcı, çarpıtılmış anlatılarla diktiği tek tip elbiseyi topluma giydirme girişimlerinin sonuçlarıyla hesaplaşmanın şair tarafından vazgeçilmez bir tavır olarak benimsendiğini yansıtıyor. Bir şiir daha paylaşacağız. Alıntılayacağımız bölüm kitabın “Gel Benimle Uzun Yoldan Git” başlıklı kitabın son şiirinden:
yorgun ipek kervanlarının.
v klavyeden düşen harflerin
v yakasından dijital çağın…
uygun adım seyrinden cinayetin
p o s t- t r u t h…p o s t- t r u t h!
n o p a s a r a n! n o p a s a r a n. n o!
düşmüş sayılır mı hiç
kendi ellerinden düşen bir düş ile
yola çıkanlar düşmüş sayılır mı… h i ç…
Şiirin okurdaki hakkı
İyileşme tarihi yıkayarak, aklayıp paklayarak gerçekleşmez. Eğer bir iyileşme mümkünse yıkarak, sökerek başlayacaktır. Umutlu’nun şiirlerinde yıkıcı imgeler bu yönde bir rol üstleniyor. Açık ki şair iyileşmekten yana. Tarihin teyel yerlerini ve birtakım perdelerin dikişlerini deyim yerindeyse bu amaçla patlatmak istiyor.
Umutlu’nun kitabındaki şiirler devletin suçlarından kesitler sunuyor, Tüm talim ve terbiye baskısına karşın tarihin karartılamamış olaylarını, kişilerini, kişiliklerini hafızaya geri çağırıyor. Tabiatın zapt edilemeyen oluşundan ayaklanmalarından spotlar çıkarıyor…
Şiir fazlalardan kurtulmaktır. “Beni Soran Oldu mu” için fazlalardan kurtulmuş ve şiire safra olmamış kitap diyebiliriz. Sorusuyla, sorunsalıyla, diliyle, imgeleriyle, giriştiği hesaplaşmayla dikkat çeken şiirlerin hakkı hiç kuşkusuz okunmaktır. Bizde hakkı olanın hakkını vermek gerekir.
Enver Topaloğlu Kimdir?
Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.