Ayşe Yıldırım
Sahi o mektup ne zaman yazıldı?
Suriye'ye yönelik harekâta 'ara' ya da 'ateşkes' konusu tartışılırken yanıt bekleyen bir soru ise AKP'liler tarafından gözden kaçırılmaya çalışılıyor.
Şu mektup...
Trump'ın diplomasiye hele de bir devlet başkanına hiç yakışmayacak bir üslupla yazıp Erdoğan'a gönderdiği mektup.
Konuya farklı açılardan bakmakta yarar var. Trump mektubu 9 Ekim'de göndermiş. Elbette Saray tarafından bu mektup kamuoyuna duyurulmadı. Dünya ve doğal olarak Türkiye, tam 8 gün sonra Trump söz konusu mektubun birer fotokopisini kongre üyelerine dağıttığında haberdar oldu.
Ardından Türkiye’de isimsiz 'üst düzey yetkililer' kimi yazar ya da ajanslara açıklama yaptı: "Mektubu çöpe attık. Trump'a yanıtı 9 Ekim'de harekâtı başlatarak verdik."
Olabilir mi? Olabilir tabii.. Ama...
Birincisi, her fırsatta ABD'ye kafa tutan, "Eyyy Amerika..." diye cümleler kurmayı çok seven Erdoğan'ın eline böyle bir fırsat geçmişken... Yani Trump'ın hakaret dolu mektubuna "harekâtı başlatarak" yanıt vermişken(!) bunu kamuoyuna büyük bir gururla açıklayıp "kahraman" olmak istemez miydi? Niye öyle yapmayıp da sessizliğe bürünmeyi tercih etti? Malum, bu pek Erdoğan’ın tarzı değil.
İkincisi, ABD ile Türkiye arasındaki saat farkı...
AKP iktidarı, 9 Ekim'de saat 16.00'de Kuzey Suriye Harekâtı’nı başlattığında ABD Washington'da saat sabah 9'du. Saray kaynakları, mektuba cevap olarak "harekâtın" başladığını söylediklerine göre Trump bu mektubu saat 9'dan çok önce yazmış olmalıydı. Acaba gece uykusu tutmadı ve Erdoğan'a mektup mu yazdı? Çünkü başka türlü saatler pek tutmuyor?
Hadi diyelim ki öyle oldu, Trump sabaha doğru uykusu kaçınca Erdoğan’a "Sen binlerce kişinin katledilmesinden, ben de Türk ekonomisinin yok edilmesinden sorumlu olmak istemem. Gel anlaşalım. Sert bir adam olma. Aptal olma. Seni sonra arayacağım" diyerek bir mektup yazdı. Elbette Erdoğan bu mektuba çok kızdı ve hemen "hadi harekâtı başlatıyoruz mu" dedi.
Hadi diyelim ki tüm mantık dışılığına rağmen olaylar böyle gelişti. Peki, ABD Başkanı’nın bu kabul edilemez mektubuna karşın önceki gün Saray’da ABD Başkan Yardımcısı başkanlığındaki heyetle yapılan dört saatlik görüşmelerin hiçbirinde neden bu mektup gündeme getirilmedi. Neden o mektup iade edilmedi. Neden ABD’ye bir üslup dahilinde yanıt verilmedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Amerikan toplumu böyle bir seviyesizlik görmedik diye temelinde daha birçok yorumlar var. Biz böyle bir seviyesizlik olduğu zaman da işin doğrusu Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir devlettir. Devleti yönetiyoruz. Cumhurbaşkanımızın böyle bir seviyeye inmesi de hiçbir zaman olmamıştır, olmaz da" diyor.
Peki Erdoğan ne dedi dün:
"Elbette bizler bunu unutmadık, unutmamız doğru değil. Ama bizim karşılıklı olan sevgi saygımız da bunları sürekli gündemde tutmaya müsaade etmiyor. Bu konuyu bugünkü meselemiz ve önceliğimiz olarak da görmüyoruz. Vakti saati geldiğinde bu konuyla ilgili olarak gerekenin yapılacağını da bilinmesini istiyoruz."
Bizim tanıdığımız Erdoğan’ın üslubuna, tarzına uymayan bir açıklama bu.
Sadece Türkiye’de değil ABD’de de tepki toplayan bu mektup karşısındaki "sakinliğin", "suskunluğun" ABD’de hazırlanan Halkbank iddianamesiyle ilgisi yoktur herhalde!
Hani Hakan Atilla'nın hüküm giydiği, Reza Zarrab'ın tanık olduğu davada yarım kalan soruların yeniden gündeme gelmesi beklenen Halkbank davasının ikinci bölümüyle yani.
Ya da Cüneyt Özdemir'in CNN Türk’de dile getirdiği Halkbank davasının sanık koltuğuna bu kez Erdoğan'ın oturtulacağı iddiasıyla da ilgisi yoktur… Herhalde ABD'li senatörlerin Erdoğan'ın mal varlığının araştırılmasını istemelerinin de etkisi yoktur…
Tabii ki yoktur yahu. Zaten Erdoğan ne demişti daha geçen gün:
"Bize ülkelerine girme yasağı koyan ülkeler var onların da iyi düşünmesi lazım. Bu ne demektir? Türkiye gibi bir devlete siz ülkenize girme yasağı koyacaksınız. Bize düşen nedir? Hayırlı olsun. Gelmezsek ne olur? Batar mıyız? Biter miyiz? Böyle bir şey mi var? Çok mu meraklıyız? Ve düşünün şahsıma, aileme, 3-4 tane bakan arkadaşıma vize yasağı koyuyorlar. Bu siyasetten zerre kadar nasibini alan insanlara yakışır mı? Bir ülkeye, bir devlete bu yakışır mı? Siyaset, duygusallık sanatı değildir."
Bir mektup insana neler düşündürtüyor değil mi?..