Sahibinden az kullanılmış kültür…

Mevcut iktidar geç de olsa bir eksiğini saptadı: Kültürel hegemonyamızı kuramadık! Doğru. Kültürel iktidar, siyasi zorbalıkla, para ile, üç kağıtla kurulamıyor.

Eşber abi geçen akşam bir anekdot anlattı:

‘’Amerikalı, sonradan görme, multimilyoner Teksaslı bir iş adamı İngiltere’ye gezmeye gitmiş. Bir Lord’un malikanesinde ağırlanıyormuş. Sabah kalkmış etrafı bahçeyi gezmiş. Bahçıvan çimleri biçiyor. Çimler şahane, böyle ekose biçiminde, havalı, güzel bir tasarım. Teksaslı kıro, bahçıvana sormuş:

  • Benim Amerika’daki evimin bahçesi buradan büyük. Bizde de çim var, ama ne yapıp ettiysem sizinki gibi güzel olmadı. Halbuki ben de aynen böyle sizinki gibi şekilli olsun istiyorum. Nedir bu işin sırrı?

Bilge bahçevan, kendinden emin, konusunun uzmanı, gayet yavaş bir tonda yanıt vermiş:

  • Bakın beyim bu bahçe iki günde olmadı. 500 sene boyunca, önce sağdan sola biçeceksin çimleri, bir sonraki 500 yıl da soldan sağa… İşte bin yıl sonra bu şekli verebilirsiniz bahçenizdeki çimlere…’’

Kültür (Culture) sözcüğü köken olarak zaten ziraatten, ekmekten biçmekten geliyor. Ekin…

Cumhurbaşkanı da itiraf etmek zorunda kaldı. Kültürel alanda hegemonya kuramadıklarından yakındı. Halbuki siyasi iktidar ellerinde, yasama-yürütme-yargı onların denetiminde, e para desen, Varlık Fonu ile dışarıya çıkarılan paraları filan da hesap ederseniz, para da var, ama kültüre gelince nal topluyor Reis ve arkadaşları. Sanatçı diye topladıklarına, yandaş medyadan bile itiraz gelmişti. Vazgeçtim Dünya ve Avrupa’yı, şöyle Balkanlar ya da Ortadoğu çapında ünlenmiş, saygı gören bir sanatçı, bir kültür insanı da çıkmadı AKP cenahından. Hukuk profesörü ünvanını taşıyan var mesela 1 tane. Bunu Fransa’da mahkemeye mübaşir bile yapmazlar.

Geçmişte de bir sıkıntı var anlaşılan:

Osmanlı, lineer tarih anlayışına aykırı olarak, kültürel bakımından kendisinden çok daha güçlü, yaygın ve etkili Hristiyan Bizans’ı fethetti. Çok normal bir durum değil. Çünkü bakın bugünkü işgalci devletlere ve işgal ettiği ya da etmeye çalıştığı ülkelere. Genel olarak siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel olarak daha güçlü olan devletler, kendilerinden daha küçük ve daha zayıf ülkelere saldırır, onları egemenliği altına almaya çalışır. 10. ve 11. Yüzyılda Bizans, bugünün New York, Londra ya da Paris’i gibi, dünyanın en önemli kültür, sanat başkentlerinden biri.

Bugün artık geyik muhabbeti tadı veren saptamalardan biri olan ‘’Üstadım, İstanbul çok bozuldu’’ aslında, kimse bilmez, tartışmaz(!) ilk 1453 Haziran’ında gündeme gelmişti.

Hercümerç içindeki bu köyler konfederasyonunda, trafikten hava kirliliğine, sakinlerin kentlerine yönelik duyarsızlığından betonsal tecavüzlere kadar, kırsal kesimden göç almasıyla açıklanan bir olgu da ‘’Kıroyum ama para bende’’ gösterisi…

Bu önerme aslında bir başka ve daha önemli eksiğin dışa vurumu değil mi?

Dünyada 1989’da Duvar’ın çökmesinden sonra, burada da 1980 darbesinin ardından, çok çeşitli nedenlerle darbeler yiyen, zayıflayan SOL, yine de sağ, hatta bu yeni yetme Türk-İslam sentezi ya da modern görünümlü IŞİD ideolojisi karşısında, her şeye rağmen varlığını sürdürdü. Hatta o kadar ki, uyanık iş adamları ‘’Benim şirkette kilit noktalarda hep eski solcular var. Çünkü maharet onlarda, zeka onlarda, yaratıcılık onlarda, kültürlü, çocuklar’’ der hala.

Erdoğan, yakın geçmişte, kültürel alanda hegemonya kuramamış olmanın sıkıntısını açıkça itiraf etmek zorunda kaldı.  Çünkü kültür dediğimiz şey, öyle iktidar zoruyla, parayla, hileyle elde edilemiyor. Mesela başkasının kültürünü çalıp, evde ayakkabı kutularına saklayamazsınız. Ya da kültürünüzü, müsadere tehditi altında ise, gizlice bir kargo uçağına koyup, dost ve müttefik bir ülkeye kaçıramazsınız.

Kültür soyuttur ama çok kıymetlidir. Mülkiyeti arşivlerde kayıtlıdır.

Kültür, zamanın bir tezahürü. Öyle ‘’yaptım, oldu’’ demekle kültür oluşmuyor. Sabır ister, akıl ister, özgürlük ister.

1789 olmasaydı bugünkü Fransız kültürü başka türlü olurdu. Keza Almanya, iki dünya savaşı geçirmemiş olsaydı, bugünkü Alman kültürü kuşkusuz farklı bir görünüm arz ederdi. Sömürgeciliğin egemenlerce icat edilmiş olan ‘’Güneş Batmayan İmparatorluk’’gerçeği ve imajı olmasaydı, May hanımefendi bugün çayını başka türlü içerdi, hatta belki çay bile içmezdi. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Çünkü kültür o kadar çok unsur ve boyut içeren bir nebula ki, bir sentez ki, toplulukların ve yurttaşların yemesinden içmesine, okumasından yazmasına, eğlenmesinden üzülmesine, konuşmasından şarkı söylemesine… hayatının bütün eylemlerine bir şekilde damgasını vuruyor.

1071 ve öncesinde, at sırtında, dıgıdıkdıgıdık, yağma ve talanla Batı’ya doğru yol alan, hatta bir aralar Viyana’ya kadar uzanıp, ne var ki ‘’Yok girmeyeceğim, bir arkadaşa bakıp çıkacağım’’ demesine rağmen kaleden içeri sokulmayan ecdadımız, son aşamada Anadolu yarımadasına ziplenen bir millet kimliğinde, haliyle sıkıntılı günler yaşadı. İflas eden çok zengin iş adamı sendromu…

Kültürü oluşturan en önemli iki ayaktan birisi tarih ise diğeri de coğrafya olsa gerek. Kuşkusuz din’in de sadece bizim kültürümüzde değil, diğer kültürlerde de önemli bir konumu var. Bizde galiba diğerlerinde olduğundan biraz daha fazla.

İktidarın bugünlerde soyunduğu yeni bir siyasi-ideolojik-kültürel kurucu tema yaratma sevdası büyük güçlüklerle karşılaşıyor. Çünkü kurucu tema yaratabilmek için öncelikle devasa, etkili, anlamlı bir depar noktasına sahip olmak gerekiyor. Bugünkü iktidarın ideologları ve onların çömezleri köşe yazarları, dev 15 Temmuz posterleri ile bu yeni kurucu üstyapıyı oluşturabileceklerini sanıyor mesela. Ayrıca hiç de yeni olmayan 1071, 1453 hatta 1946(DP) gibi egemen Türk kimliğinin klasik sembollerinden medet umuyorlar. Eski Kurucu yapı/tema, Mustafa Kemal’in Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş döneminde yaptıklarıyla çıkış noktası yakalamıştı. Beğenelim eleştirelim, köklü bir değişimdir Kemalist Cumhuriyet. Herhangi bir yapı/tema, büyük bir ihtimalle ancak kendisinden daha büyük, daha güçlü, daha köklü, daha anlamlı, daha başarılı bir başka yapı/tema ile alt edilebilir.  Uluslararası ortam, yurttaşların öznel tercihleri ve daha başka birçok faktör var tabi işin içinde.

Akiktidar/Akideoloji, herhalde herkes kabul eder, Kemalizmden daha ileri, daha büyük, daha güçlü, daha köklü, daha başarılı bir araç değil. Bu saptama, Kemalizmin otomatik olarak, şahane bir ideoloji olduğu anlamına gelmez. Çünkü değildir zaten.

Yine de en basitinden, Kemalizm dendiğinde kültürel alanda Batı ile ilişkiler bağlamında laiklik, kadınlara oy hakkı ya da mesela Köy Enstitüleri akla gelebilir değil mi? Bugünkü kurucu yapı/tema müellif namzetlerinin önermeleriyle kıyasladığımızda, onların üç örneği, Ensar Vakfında çocuklara tecavüz, 3. Havalimanı ve Cüppeli Hoca olsa gerek.

Mevcut bu durum itibarıyla, aklı başında herhangi bir ‘’Yeni Kurucu’’, daha baştan bu işe hiç soyunmasın, daha iyi olur. Çünkü sonrası gerçekten sadece kültürel değil, milli ve yerli bir felaket olur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi