Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Samast tahliyesi: Aday katillere davetiye

Hrant Dink cinayeti, katilin tam ve makbul yurttaş, maktulün ise eksik ve menfur yurttaş olduğu bir uzlaşma cinayetiydi. Hem tarihsel hem güncel bir uzlaşma, soykırım uzlaşmasıdır; Samast’ın tahliyesi de yeni katiller için davetiyedir.

Gene oldu, devlet katilini gene gayet gayet iyi korudu. Ogün Samast serbest. Katil, tetiği çektiği gün başına bir şey gelmeyeceğini biliyordu. Yakalandığında eline tutuşturulan bayrak ve polis abilerinden aldığı “Aferin” ile bildiklerinden emin oldu. “Adalet” süreci o gün ilk hükmü vermişti: Bayrakla poz verilecek ve alkışlanacak iyi bir işti bu.

Türkiye’de yargıçlar vardı, savcılar vardı, polisler vardı, hiç öyle bir vatan evladını sırf bir Ermeni öldürdü diye yem ederler miydi? Etmediler. Hikaye ilk kararla başladı. Mahkeme, “Örgüt filan yok. Katile bu kadar, azmettirene şu kadar ceza verdim. Kalanları da salıverdim” dedi. Bir kişi hakkında da hüküm kurmayı unuttu, ne önemi var ki? İçinde polisin, jandarmanın, sağa sola bomba atan militan bir eylemcinin, silah eğitimlerinin bulunduğu bir çarkta, “örgüt” görememişti yargıç beyler.

SAMAST’IN TAHLİYE EDİLDİĞİ GÜN

İş Yargıtay’a gitti; başsavcılık tebliğnamesi terör örgütünden söz ediyordu, cezaların artacağı ve madem bir terör örgütü var ortada, soruşturmanın genişleyeceği ve derinleşeceği umudu doğuyordu. Fakat Yargıtay 9 Ceza Dairesi bundan yaklaşık 10 yıl önce, “Ne terörü canım sen de” mealindeki kararı verdiği gün Ogün Samast kurtulmuş, bugün kimilerinin yalandan şaşarmış gibi yaptığı tahliyesini kapmıştı zaten.

O karar, “Hrant Dink” diyordu, “Milletin bir parçası değildir. Öldürülmesi terör, öldümeyi organize edenler terörist değildir.” Nasıl yine diyecekseniz, izniniz ve sabrınıza sığınarak kısaca anlatmaya çalışayım:

“Terör” kavramının (tüm sorunlara rağmen) yürürlükteki hukuk içinde çerçevesini ararsak, Terörle Mücadele Kanunu’nun 1’inci ve 7’inci maddeleri üzerinden, TCK’nın 302’inci maddesine gideriz. Bu üç madde ışığında kanun koyucu ve uygulayıcılar terörü a) toprak birliği b) toprağın üstünde yaşayan nüfusun (yani millet’in ya da ulus’un) birliği-dirliği ve c) hepsini çekip çeviren devletin, yani egemenliğin birliği aleyhine eylemler olarak anlıyor. Yargıtay Başsavcılığı tebliğinde, “Dink cinayetiyle sanıkların kaos ve kargaşa yaratarak Anayasal düzeni değiştirmeyi kalkıştıkları” görüşünü dile getirirken, bunu tekrar ediyordu. Zaten (itibar görmeyen) tebliğname Dink’in katillerinin fiilini, a) devlet b) millet c) toprak birliği-bütünlüğü aleyhine fiil olarak tanımlamıştı o zaman açıkça.

ÇÜNKÜ BİR ERMENİ…

Fakat Daire, 2004’te bir lokantaya bomba atılmasıyla suç hayatına başlayan bir örgütün Dink cinayeti dışında da tehdit, şiddet ve cebir yöntemleri kullanmış bir örgütün terör örgütü sayılmamış olmasının anlamına gelelim; dairenin o kararını günlük dile tercüme edersek, şöyle dedi:

Etnik, dini ve siyasi saiklerle örgütlü cinayet, ‘toprağı, milleti, devletiyle bölünmez bütünlük aleyhine’ değildir. Çünkü bir Ermeni öldürülmüştür.

Suç örgütlerinin etnik, dini, siyasi görüşleri nedeniyle can almaları ‘toplumsal barış’ı bozmaya elverişli değildir. Çünkü bir Ermeni öldürülmüştür.

Suç örgütlerinin etnik, dini, siyasi görüşleri nedeniyle can almaları, ‘temel hürriyetleri yok etme’ anlamına gelmez. Çünkü bir Ermeni öldürülmüştür.
Aynı topraklar üzerinde yaşayanların bir kısmına karşı din-dil-etnik-siyasi görüş farkı nedeniyle örgüt kurulup saldırılması ‘terör’ değildir. Çünkü bir Ermeni öldürülmüştür.

ÖLDÜRMEYENE MÜEBBET, KATİLE SERBESTİYET

Neredeyse her fiili içerecek genişlikteki “terör” kavramı, bilinen hiçbir suç fili olmayan, kimseyi öldürmeyen yaralamayan Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet vermeyi mümkün kılan terör kavramı, hayli kapsamlı bir suç şebekesinin etnik, dini ve siyasi nedenlerle işlediği cinayet fiiline nasıl uygulanamaz? Yanıt devlet aygıtlarının kadim ideolojisinde. Yani “a) devlet b) onun milleti c) toprağı” kavramlaştırmasının içeriğinde. Hrant Dink’in (ve mensubu olduğu Ermeni toplumunun) “millet”in içinde görülmemesinde. Bırakın “millete dahil” olmayı, mümkünse ülkede tutmamayı hedefleyen bir bakıştır bu.
Parlamentoda görev yaptığı yıllar boyunca her 24 Nisan’da Garo Paylan’ın aleyhine yürütülen kampanyalarda, Hrant Dink’in katlinin bütün kodlarını gördük; TBMM’den, ülkeden, vatandaşlıktan ve elbette yaşamdan atılmasını önerenler sıraya girmişti.

YENİ CİNAYETE HAZIRLIK

Hrant Dink cinayeti, katilin tam ve makbul yurttaş, maktulün ise eksik ve menfur yurttaş olduğu bir uzlaşma cinayetiydi; hem tarihsel hem güncel bir uzlaşma, soykırım uzlaşması. Hrant Dink milletin dışındaydı, bu yüzden öldürüldü; milletin dışında olduğu için öldüren şebekedeki “terör” görülmedi, bir yurttaş ölmüş gibi yapılmadı. Hala devam eden davalar ise Hrant Dink adını kullanarak devletin kendi içindeki çeteler arasında dönen hesap kitapla ilgili, adaletle değil.

Bazı cinayetler sadece “failler”iyle ve “maktul”leri ile sınırlı kalamaz. Ne yaparsanız yapın ya katilden ya maktulden yana düşersiniz, çoğu zaman da maktul değilseniz katil heyeti içindesinizdir. Hrant Dink davası gibi. Öldürülmesi soykırımın devamıydı. Davası ise bir sonraki cinayeti güvenceye alma sahnesi oldu. Ogün Samast’ın tahliyesi, yeni aday katiller için de gayet iyi bir davetiye.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi