Ali Duran Topuz

Ali Duran Topuz

Saray gazeteciliği, zindan gazeteciliği: Abdurrahman Gök

Bu yazı bir Abdurrahman Gök portresidir, dilim döndüğünce. Abdurrahman ve arkadaşlarına yönelik hukuk görünümlü saldırılara karşı itirazların yeterli olmayışına bir içerleme olarak da okunabilir.

Abdurrahman Gök’ü bilir misiniz? Bilen biliyor ama bilmesi gereken çok sayıda kişi ve kurum bilmezden geliyor: Sadece Kemal Kurkut cinayetini aydınlatması bile küresel çapta bir gazetecilik başarısıydı, o işin onda birini yapamayanlar hâlâ üstün gazeteci pozlarıyla caka ve muhaliflik satıyor.
Arkadaş ne lüzumu var bu cümlenin diyeceksiniz, şundan yazdım: Mesleği ciddiye alanlar ve gazeteciliğe önem verenler onun tutuklanmasına sessiz kalmamalılar, ama yeterince yüksek duymuyoruz o sesleri. Bu sessizliğe döneceğim ya şimdi biraz daha Abdurrahman Gök’ten bahsedelim.

MARAŞ VE ‘FİDAN ABLA’

En son Maraş merkezli çifte depremden sonra “Fidan Abla” videolarıyla hem mesleki becerilerine hem de kişisel hasletlerine şahit olduk: Haberciliğin sadece mağdurları nesneleştirip etkileşim almaya dönük bir iş olmadığını, tatlı dilin, zarafetin, nezaketin ve insani sıcaklıkla diyalog kurma çabasının ne kadar gerekli ve önemli olduğunu gösterdi. Abdurrahman Gök deprem için sahaya gitmeden önce evini depremzedelere açacak kadar yüce gönüllü bir insan aynı zamanda.

İRAN VE MAHSA JîNA AMîNî

Ondan bir süre önce, ne çapta bir gazeteci olduğunu uluslararası bir işle ortaya koydu: İran’da Mahsa Jîna Amînî katledildikten sonra ortalık karıştı ya, Gök ülkeye gidip bir yazı dizisiyle döndü. Dört dörtlük bir gazetecilik işiydi. Tek dil bilseydi de gazeteciliğinden bir şey eksilmezdi ama Farsça biliyordu.
Anadili Kürtçeye hakimiyeti zaten gıpta edilecek düzeyde, Azadiye Welat’ta köşe yazıları yazdı. Türkçesini haberlerinden biliyorsunuz. Bilen biliyor ama eklemek lazım: Abdurrahman Gök Arapça da bilir. IŞİD saldırdığında Şengal’den, bütün Suriye savaşı boyunca Rojava dahil Kuzey Suriye’den yaptığı haberlerdeki ışıltının altında Arapçasının payı büyüktü. Bilgilerini hep işini daha iyi yapmak için kullanır, işindeki bilgileri de parmak ısırtır: Kameradan anlar, sinemacıdır zaten, teknolojiden haberdardır, editörlük yapar, yazar.

Sinan Aygül, Abdurrahman’ın İngilizce ve Fransızca bildiğini de söyledi yazı yayınlandıktan sonra. "İngilizcem azdır" demişti bana, ama tevazudan olabilir bu “az”lık. Abdurrahman “tezavusu”yla da bilinir gerçekten, çalıştığı yerlerde en çok stajyer arkadaşların sevgisine mazhar olması da bundan muhtemelen.

MEDRESE VE ÜNİVERSİTE

Gazeteciliği İzmir’de okudu, Ege Üniversitesi’nde. Fakülte hocaları ile hâlâ görüşür, o hocalarına hürmeten bağı kesmedi, hocaları da onun ışıltılı yetenekleri nedeniyle. Öğrenciyken DİHA’da çalışmaya başladı. O gün bugündür özgür basının geleneğinin içinde.

İzmir’den önce Konya’da “Medrese” eğitim gördü. Dindar bir ailenin çocuğu, Kuranı satır satır bilir. Bilir ama Abdurrahman Gök ile sosyalizm sohbeti de yapabilirsiniz, Ali Şeriati de tartışabilirsiniz, Molla Sadr ne yazmış onu da izler. Klasiğe düşkündür ama moderni ıskalamaz. Bütün donanımına rağmen şanın, şöhretin, imzanın değil, işin ürünün peşindedir. Orta ve liseyi Batman’da okudu. Hizbullahçıların nefret ettiği isimlerden; hem inançlı ve bilgili bir Müslüman, hem özgürlükçü ve demokrat bir mücadele insanı.

HEYBETLİ GÖVDEDEKİ GÜLEÇ ÇOCUK

Doğum tarihi 1980. Darbe senesinin çocuğu. Kürtlere hiç dinmeyen darbeleri çocukken de gençken de şimdi de görüyor, yaşıyor. Yılmıyor, çünkü dediğine inanıyor; "Faşizm yenilecek."

Uzun boyludur Abdurrahman, heybetli görünür ama boyu posu heybeti içindeki sıcakkanlı, zarif ve güleç çocuğu gizlemez, daha da vurgular. Akarsulara, şelalelere, yaylalara, kırlara, doğaya düşkündür. Arkadaşlarına düşkündür. Paylaşımcıdır. Motoruna atlayıp arkadaşlarıyla dağ tepe dolaşmayı sever. Konfor aramaz, sohbet arar, birlikte yapılacak iş arar arar. Uyumludur bir tek konu hariç: İş yapılacaksa, yöneticilerinin risk uyarılarını, engellemelerini dinlemek istemez. Özel hayatta, iş hayatında, mücadele hayatında hakkında kötü söz söyleyecek birini bulmanız imkansızdır.
Hasılı kelam, hayat için aranan arkadaş, gazetecilikte ise sahanın da mutfağın da aranan elemanıdır.

BİLGİ TEKELİ VE SARAYA KARŞI MÜCADELE

Mutfak dedik, gazetecilikte yayın işinin hazırlandığı yere “mutfak” denilir. Gazetelerin mutfaklarında yemek pişirilmez ama metaforun “yemek”le bir ilgisi vardır yine de: Pierre Bourdieu’nun televizyon özelinde söylediği şey bütün medya için geçerlidir: "Televizyon, nüfusun çok büyük bir bölümünün beyinlerinin oluşturulmasında bir tür fiili tekele sahiptir."

Yemek nasıl bedeni besliyorsa medya da zihin besler. Beden nasıl ne yediğine, ne kadar yediğine göre şekilleniyorsa zihin de hangi bilgiye ne kadar ulaştığına (ya da maruz kaldığına) göre şekillenir.

İktidarların iki alanı daima mutlak kontrol altına almak istedikleri bin yıllardır sır değil: Kimin hangi lokmaya ulaşacağını, kimin hangi bilgiye ulaşacağını kendilerinden başka kimse belirlesin istemezler. Lokma kavgası esas kavgadır, ama kimin aç kimin tok kalacağını belirleme mücadelesinin bilgiyle bağı esasa dair bir meseledir, Kadim Taocu öğretide kestirmeden söylenir: “Halkı yönetmenin zor olmasının sebebi onun gereğinden çok bilgi sahibi olmasıdır.”

Türkiye’yi yönetenler, inşasını sürdürdükleri yeni rejimde bilginin iki biçimini tekellerine almak için adli-askeri-polisiye mekanizmayı hınçla kullanıyor malum; işte KHK ile binlerce akademisyeni üniversitelerden attılar, her fırsatta gazetecileri hapse atmanın yollarını arıyorlar.
Böylece iki gazetecilik çıkar ortaya: İlki, sarayın sadece istediği bilgileri ve sadece istediği şekilde halkın zihnine yağdırmak için görevlendirilmiş memurlarının gazeteciliği; bunların bir eli yağda bir eli balda olur genellikle, ahlak ve haysiyet hariç her şeyli tamdır.

İkincisi, hem bu durumun ifşasını yapan ve hem de bu sahte bilgi yağmuru sayesinde gizlenmek istenen bilgileri halka ulaştırmaya çalışanların gazeteciliği; bunlar işlerini yaparken büyük risklere açıktır, çoğu zaman ekonomik olarak pek iyi durumda olmazlar, her türlü şiddete açıktırlar. Sık sık coplanırlar. Aynı sıklıkta sivil görünümlü şiddete uğrarlar. Durdurulamazlarsa hapsedilirler. O da olmazsa öldürülürler. Abdurrahman Gök bu ikincilerden.

NİYE HEDEFTE? FİRDEVSİ ANLATIYOR

Abdurrahman Gök’e ve Mezopotamya Ajansı’ndaki mesai arkadaşlarına yönelik hukuk görünümlü saldırıların altında bilgi savaşı meselesi yatar: Sarayın medya mutfağında hazırlanan yalan bilgilerin yayılmasını ve etkili olmasını engelleme, gerçeğe, doğruya götürecek bilgi için mücadele etme kararlığında olanlar hedef olurlar.

Mutfak metaforunun yardımıyla güncel dikta inşasının yürütüldüğü sarayı kenara alıp efsanevi bir saraya gidelim, zalim Dehhak’ın sarayına, Şahname’nin yardımıyla:

İki aşçı kardeş, Temiz Dinli Ermâyil ve İleriyi Gören Kermâyil, Dehhak’ın mutfağına girerler. Amaçları, beyinleri çıkarılıp zalimin yılanlarına yedirilecek gençleri kurtarmaktır. Firdevsi’nin hikaye ettiğine göre bu iki aşçı, her gün bir genci kurtarıp “mamur olmayan yerlerde dolaşmayın” uyarısıyla dağlara yollarlar. Diğer gencin beynini koyun beyniyle karıştırıp zalimin yılanlarını aldatmayı başarırlar.
Bu öykü, metaforik açıdan gazeteciliğe tekabül edecek biçimde okunabilir: Gazetecilik, zihin belirleme mesleği olarak, her gün bir gencin ölümüne yol açacak kadar riskli ve kirlidir ama aynı zamanda bir genci kurtaracak kadar adil ve cesur bir meslektir. Saray mutfağının gazetecileri, medyacıları içinde öldürme işini canı gönülden yapanlarla işimiz yok, ama Abdurrahman Gök ve arkadaşları işte bu adalet ve cesaret yükünü yüklenmiş kişilerdir.

Bourdieu dedik, devam edelim: Düşünür, televizyondan/medyadan akan simgesel şiddetin mekanizmaları hakkında saptar: “Simgesel şiddet, ona maruz kalanların ve aynı zamanda da, çoğu kez, onu uygulayanların sessiz suç ortaklığıyla ve her iki tarafın da onu uyguladıkları ya da ona maruz kaldıklarının bilincinde olmadıkları ölçüde uygulanan bir şiddettir.”

Bu simgesel şiddet, simgesel olarak kalmaz, fizik şiddeti önceler, çağırır ve bununla da yetinmez, uygulanmış şiddeti onaylama, haklılaştırma söylemleri üreterek ya da o söylemlere eklemlenerek yaşar gider. Abdurrahman’a yöneltilen suçlamalar boştur. Asıl suç, iktidarın bu suçlarına sessiz kalmaktır.


NOTLAR:

1
Abddurman Gök’ün Maraş’taki “Fidan Abla” videolarından biri için buradan buyurun.

2
Vecdi Erbay bugün Maraş’taki koşulları da anlattığı yazısında hem Abdurrahman Gök’ün hem de Beritan Canözer’in gazeteciliğini gayet güzel anlattı. Ellerine sağlık.

3
Abdurrahman’ın İran’a gidip hazırladığı yazı dizisinin ilk bölümü için buradan buyurunuz.

4
Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine, Yapı Kredi Yayınları, çev: Turhan Ilgaz...
Ilgaz’ın önsözdeki ‘medyası gelişmiş ama demokrasisi gelişmemiş ülke’ saptaması çok etkileyicidir.

5
Taoculuğun “bilgi” ve “iktidar” meselesine bakışı için online bir kaynak. Alıntılarım da aynı yerden, ama küçük bazı değişiklikler yaptım, parantez içindeki ifadeleri ben ekledim. Elbette Taoculuk sadece basit bir bilgi-iktidar ilişkisi meselesinden ibaret değildir, doğrudan bir “zorba iktidar” teorisi olduğunu söylemek de pek yerinde olmaz, ama bu “bilgeliğin” bilgi-iktidar ilişkisine dair gözlemlerinin açıklayıcı yanı gayet güçlüdür.

İki alıntı daha:
“Bundan ötürü "Kutsal İnsan" halkı yönetirken karınlarını doyurur ama zihinlerini boşaltır; kemiklerini kuvvetlendirir ama ihtiraslarını zayıflatır.”

“Böylece halkını daima bilgisiz ve ihtirassız kılmaya çalışır ki "bilenler" denilenler bir yolunu bulup da (yönetime) müdahale etmesinler.”

Tabii buradaki “kutsal insan” “bilgisizliğin sırrına vakıf olmuş” bilge insandır, hiç görünmeden yönetmeyi başaran insan, yoksa Agamben’in “Homo Sacer”i değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ali Duran Topuz Arşivi