Deniz Durukan
Şarkılar yeter mi barışa?
“Gelin savaşın efendileri/ bütün silahları imal eden siz/ ölüm uçaklarını imal eden siz/ bütün bombaları imal eden siz/ duvarların arkasına saklanan siz…” Masters Of War (Savaşın Ustaları) şarkısında böyle seslenmişti Bob Dylan.1963 yılında söylediği bu şarkıyla, tüm dünyada savaş karşıtı gösterilerin dili olmuştu. Bob Dylan’a bu şarkıyı yazdıran, dönemin siyasi ortamı, ABD-SSCB arasındaki gerilim, Vietnam Savaşı, patlak veren Küba Krizi gibi etkenlerdi kuşkusuz. Ancak Bob Dylan, çok daha derinlemesine bir bakışla, farklı bir yere dikkat çekmişti. Hegemonya savaşlarındaki çıkar çatışmaları, paylaşılacak topraklar ve bunun sermayeyle ilişkisidir şarkıdaki asıl mesele. Aslında savaşın kirli mantığını anlatır.
Kimse dökülen kanların, hangi taraftan olursa olsun ölen masum halkların hesabını vermez. Vermediler, hâlâ da vermiyorlar. “Savaşın Ustaları” her zaman bir kılıf uydurdu. Kimi zaman da o kılıfı giydirecek koşulları el altından hazırladı.
Bob Dylan “Masters Of War” şarkısında tüm bunlara dikkat çekerken barış isteminde yalnız değildi elbet. Birçok müzisyenin, geçen yüzyıldan bu yüzyıla değin savaş karşıtı şarkılar kaleme aldığını biliyoruz. Sadece dünyada değil, Türkiye’de de savaş karşıtı sanatın tarihi var. Özellikle müzikte, birçok müzisyen savaşsız bir dünya özlemini dile getirdi, getiriyor. Mesela Bulutsuzluk Özlemi’nin 2005 yılında çıkardığı “Felluce ve Bağdat Kafe” adlı iki şarkılık kısaçaları, Irak’ta süren savaş ve yıkıma karşı yazılmıştı.
“Savaşa Hayır” demişti Bulutsuzluk Özlemi. Ancak savaşa hayır demenin bedeli var. Hiç ummadığınız yerlerden bile sansürlenebilirsiniz. Powertürk’de yayınlanan “Bağdat Kafe” şarkısının klibinde Nejat Yavaşoğulları’nın gitarındaki “Savaşa Hayır" yazısının mozaiklenmesi gibi. O dönem bu çok konuşulmuş ve yoğun tepki almıştı. Tepkilerden dolayı geri adım atılmış olsa da, barış istemenin, savaşa hayır demenin tedirginlik yaratmasına, büyük bir saflıkla şaşırıyorduk. Çünkü çoğumuz için şaşırılacak bir şeydi bu. Asıl korkulması gereken, asıl şaşıracağımız şey, savaşların olması değil miydi?
Mor ve Ötesi yazdıkları şarkıda “Savaşa Hiç Gerek Yok” demişti yıllar önce. Ve birçok müzisyen bu çağrıya katılmıştı. Athena, Aylin Aslım, Bülent Ortaçgil, Feridun Düzağaç, Koray Candemir, Nejat Yavaşoğulları, Vega, Mor ve Ötesi ile beraber bu şarkıyı yorumlamışlardı çıkan kısaçalarda.
“Savaşa Hiç Gerek Yok” şarkısının remiksi ve akustik versiyonu da olan bu kısaçalar, 2003 yılında Ada Müzik’ten çıkmıştı. Albüm kartonetinde, olası bir savaşın nelere yol açacağı, ne uğruna planladığı, bu savaşın kimin çıkarına olduğu gibi, aslında cevapları da içinde barındıran sorular vardı. ABD’nin Irak’a karşı saldırısının ekonomik çıkardan, petrol paylaşımından kaynaklandığı, dolayısıyla “hiçbir ahlaki ve hukuki dayanağı”nın olmadığı belirtiliyordu. Şarkıda geçen “kimlerdensin petrolden mi hayattan mı” ifadesi, şarkının en canalıcı sorusuydu. Yaşamdan yana olmak, yaşam hakkını savunmak için müzisyenlerin ayağa kalkması belki savaşları durduramaz ama bunu sonuna kadar haykırmak, hiç susmadan tekrarlamak belki bir şeyleri değiştirebilir.
Rap müziğin önemli ismi Ceza da “bu rap yeter mi barışa” diye sorarken, tek başına sözlerin yetmeyeceğinin farkındalığını da taşıyarak, daha güçlü, daha kalabalık bir haykırışla barışa çağırıyor. “Patron üşümüş/ Ortadoğu’dan yakıt alın…. / hiçbi’ işe de yaramadın/ çocuklar öldü, kaldı hep sakat/ sorumluları paravanın sen arkasına mı sakladın…” diyor 2004 yılında çıkardığı RapStar albümünde yer alan Sabah Bastı Geceyi (Savaşın Çocukları) adlı şarkısında.
Sorumlusu olmadığı savaşlardan, bir müzisyen, bir insan olarak sorumluluk duyuyor. Çocukların ölümüne engel olamamanın yarattığı acıyla sesleniyor. Şarkının tamamında, hem acı hem de büyük bir öfke duyumsuyorsunuz.
KOLAYSA SEN ÖL, OĞLUMU BANA BIRAK!
Çocukların ölümüne, yükselen militarizme ve savaşlara karşı 2013 yılında çıkardığı “Acıya Şarkılar” albümünde “Benim sana verecek oğlum yok paşa” diyen Aygül Erce de “al bombanı sür tankını, kolaysa sen öl, oğlumu bana bırak/ al silahını kur savaşını / istersen oyna bu oyunu/ tek başına ama tek başına…” diye sesleniyor. O bir annenin ağzından duygularını dökerken Yaşar Kurt da bir oğul olarak annesine sesleniyor: “Korkuyorum anne, al beni içine… Orduya istiyorlar, savaş çıkar diyorlar/ silah veriyorlar anne/ bana öldür diyorlar/ yat ! diyorlar anne/ kalk! diyorlar/ beynimi yiyorlar anne, beynimi yiyorlar/ kapat televizyonu anne/ seni de kandırıyorlar/ oyunu verme anne/ oyuna gelme”. İki enstrümanla; sesi ve gitarıyla yaptığı “Korkma” adlı bu şarkıyı ilk kez 1999 yılında, “Sokak Şarkıları” adlı albümde dinlemiştik. Kanımca Türkiye’deki gelmiş geçmiş en önemli savaş karşıtı şarkılarından biri bu.
Bu şarkının önemi sadece şarkının melodisinin, duygusunun çok güçlü olması, sözlerin anti militarist bir tavrı gözetmesiyle sınırlı değil. Erkekliğin cesaretle, savaş karşısında bile korkusuzlukla sınandığı bir zihniyetin içinde, bir erkeğin “korkuyorum” diyebilmesi, hem insani olanı savunması hem ona verilen rolü reddetmesiyle ilgili. Elbette bu reddin politik duruşuyla doğrudan ilgisi var.
“İnsanların suçu yoktur savaşlarda/ tek suçlu varsa o da garip politika…/ sınırlar yalnız duvardaki haritada” diyen Rashit’e de kulak vermek gerek. 1999 yılında çıkardıkları “Telaşa Mahal Yok” albümündeki “Çok mu Zor” şarkısında, savaş politikalarını, toprak paylaşımlarını eleştiriyor. 2013’te yayınlanan “İnsan Neslinin Sonu” adlı albümdeki "Savaş Boyaları” şarkısında da savaş olgusunu ilkellikle ve insanın yok etme arzusuyla birlikte elle alıyor.
Aslı Gökyokuş da 2000’de çıkardığı ilk albümü “Neresindeyim”de yer alan “Siz” şarkısındaki “din diye kafa kesmiş, ırk diye köle yapmış/ onu da sevdiğin Allah yaratmış/ suçsa onu suçla…/ bir olan insanları ayırıp çarpıştıran siz/ bir olan toprakları/ savaşıp karıştıran siz…” sözleriyle, savaşa bahane arayanların yarattığı ayrıştırma politikalarını sert biçimde eleştiriyor. “Bu savaş bitecek, barış gelecek” diyen Sattas grubu da 2012’de çıkardığı kendi adlarını taşıyan ilk albümde yer alan “Savaş Bitmeli” şarkısında “daha ne kadar kan gerekli, kaç vücut, kaç can/ sana silah satanlar nerde, siyah sularının derdinde/ şarkılarımız, dağlarımızla, güneşimiz/ şairimiz, duruşumuz/ kardeşliğimiz, sevgimizle, sözlerimiz/ savaş bitmeli savaş bitmeli, savaş bitmeli, savaşlar bitmeli” diye sesleniyor.
Kim ister ki sahiden savaşı, savaşın babalarından başka? Mesela Kudret Kurtcebe, 1999 yılında çıkardığı ilk albümü “Şizofren”de yer alan “Savaşın Babaları” şarkısında şöyle haykırır: “Savaşın babaları/ yakın puroları/ belki bir Vietnamlı/ savaşın babaları/ yakın puroları/ belki de bir Iraklı/ yeni dünya dümencileri/ demokrasi havarileri/ özgürlük anıtı/ hilkat garibesi…” Kurtcebe de, aynı Bob Dylan gibi, gücü elinde tutan, savaş düzeni kuran, dünyaya kirli bir masal anlatan sözde demokrasi havarilerine karşı eleştirel bir tavırla yaklaşır. Zaten albümün genel havası protest bir söylem taşır ve insanlık onurunu yerler altına alanlara, kıyımlara, talana, sömürüye, açgözlülüğe karşı bir direnç oluşturur sözleri.
Albüme adını veren “Şizofren" şarkısında geçen “tehlikeli bir şizofren uydurdu masallar/ nüfusu dengelemek için” sözlerinin muhatabıysa Hitler. Bu açıdan bakıldığında, albümün kartonetine yazılan manifestodaki sınırlar, doğu, batı, para, medeniyet, insan, sosyalizm ve kapitalizm üzerine kurulan cümleler epey dikkat çekici. Anarşist felsefenin izlerini göreceğimiz, aynı zamanda 68 ruhunu da taşıyan Kudret Kurtcebe alternatif olanın altını da çiziyor. Ona göre alternatif, “dinler ve ideolojiler üstü olup, gezegenin hepimizin olduğunu gösteren bir arayıştır. Bu ütopya gerçekleşene dek tüm uluslar sabıkalıdır.” Bu yazdığı manifestonun özünde bir öngörü var: gelecek yüzyılın şiddet çağı olacağı öngörüsü.
Müzisyenlerin bu çağrılarına kulak asmayan insan nesli, Kurtcebe’nin 1999 yılında yaptığı sınırsız, silahsız, kendinle barışık bir dünya vatandaşı olma çağrısını da umursamadı. Bugün birçok kişiye romantik gelecek olan bu fikirler, geçmiş yüzyıllarda müziğin, edebiyatın, düşüncenin gelişmesine önemli katkılar sağlamış, her fikir başka düşünce biçimlerini ya da yeni akımları peşinden getirmişti.
Ama hayal edebiliriz hâlâ. John Lennon, “Imagine” şarkısında hayalini kurduğu dünyayı anlatmıştı bize. Tüm dünyanın birlik olacağı, sınırların olmadığı, asıl evin ve ülkenin dünya olduğu fikrinde buluşulacak bir hayali çoğaltmayı salık vermişti. Evet, bana hayalperest diyebilirsiniz diyordu Lennon şarkısında. Ama yine de hayal et demekten vazgeçmiyordu. Hayalin gerçeğe dönüşme ihtimalini saklı tutarak. Zaten her şey bir anlatı ve bir hayalin tasarımı üzerine kurulu değil mi dünyada? Önemli olan hangi hayali seçip çoğaltacağımız. Beraber, yan yana yaşamak mı? Yoksa bu kirli savaşlarla çocukların, yaşlıların, kadınların, gençlerin, masum halkların öldürüldüğü bir dünya mı?