Aykan Sever
Savaş, galibiyet, mücadele ve direniş
Bu hafta Dağlık Karabağ’da sürmekte olan savaşla ilgili olanları kısa tutup Güney Amerika’nın/kıtanın yerlilerinin deyimiyle Abya Yala’nın üç ülkesi, Bolivya, Kolombiya ve Şili’de gelişen mücadelelerin bazı yanlarına dikkat çekmeye çalışacağım.
Dağlık Karabağ hattında sürmekte olan savaş kuşkusuz başından beri uluslararası güçlerin işin içinde olduğu bir süreçti. Fakat geçtiğimiz hafta bu durum daha da yoğunlaştı. Bir Azeri-Ermeni anlaşmazlığı olmaktan çok postmodern karakterli savaşın daha açık bir cephesi haline gelmeye başladı. Özellikle sorun Suriye’de yaşananlarla paralellik gösteren bir tarzda Türkiye ve Rusya arasında pazarlık konusu yapılmaya çalışılıyor.
Rus yönetimi önce basın aracılığıyla Erdoğan yönetimi için "stratejik ortak değil, güvenilirliği tartışılır" dedi. Fakat muhtemelen Suriye’deki olası gelişmelerin hesabının yanı sıra Azerbaycan ve Ermenistan dışişleri bakanlarının Washington’a Pompeo ile buluşmak üzere gitmesi işleri biraz değiştirdi. Rusya’nın dilinin tonu değişti. Putin, Rusya ve Türkiye’nin Dağlık Karabağ konusunda anlaşmazlık yaşadıklarını, ancak anlaşmazlıkları aşmak için orta yolu bulmaları gerektiğini; Erdoğan’ın sert görünmekle birlikte esnek bir siyasetçi olduğunu, Rusya’nın güvenilir bir ortağı olduğunu söyledi. Güney Kafkasya'da Erdoğan'ın beslediği ortaklaşma-yerleşme-işgal umutlarına bütünüyle karşı çıkılmadığının işaretlerini verdi. Tabii bu durum tamamen pazarlıkların seyrine bağlı. Türkiye'nin Dağlık Karabağ'da ateşkesi engelleyen, Libya ve Suriye'de de yeniden savaşı zorlayabilecek güç olduğunun Rusya farkında.
Ermenistan tarafı ise Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zakharova’nın açıklamalarıyla idare ediliyor; paramiliterlerin savaş bölgesine nakledilmesini ciddiye aldıkları bir kere daha söyleniyor, paramiliterler derhal bölgeden çekilsin açıklamaları yapılıyordu.
Türkiye tarafıysa İdlib’teki bazı gözlem noktalarını kapatırken yenilerini İdlib dahilinde açtı. Ayrıca bölgeye yine asker ve malzeme yığınağı yapmayı sürdürdü. Tabii bir de HTŞ’nin eğitilmesi var ki bu pazarlıklara da açık kapı bırakmakla birlikte yeni ve kapsamlı bir savaşa hazırlanıldığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda Kuzey Suriye’ye dönük yeni saldırıların başlatılması tam da Rusya ile pazarlık noktaları yoklanıp, ABD’nin seçim dolayısıyla daha fazla girdiği zafiyeti değerlendirmenin arayışı olabilir.
Türkiye’yi yönetenlerin kuşkusuz Irak sınırları dahilinde de ilerleyerek Türkiye’nin güneyini genişletme, petrol kaynaklarına ulaşma hedefi sabit olarak duruyor. Sincar’a dönük anlaşma bu yüzden gözlerini güldürüyor.
ABD ile flörtse hiç bitmiyor. S-400’ün denenmesi tepkileri üzerine yine bu hafta Türkiye’den "garanti verilirse Patriot alırız" açıklamaları yapıldı. ABD net bir tavır alır mı ayrı mesele fakat bu belirsizlik hali Türkiye’nin işine yarıyor. Cuma günü gerçekleşen karşılıklı restleşmelere rağmen ABD ciddiye alınır somut bir adım atmadığı sürece muhtemelen bu hep böyle gidecek.
AB, ABD ve NATO’nun gündeminde Türkiye’ye karşı adımlar, yaptırımlar var. Ama bu öncelikle Trump yönetiminin tavrı nedeniyle olanaksız. Biden’ın seçilmesi durumu değiştirebileceği gibi Rusya, Biden yönetimince "öncelikli düşman" olarak tanımlanırsa Türkiye’ye ABD’nin ihtiyacı artacaktır. Şimdilerde Erdoğan yönetimine karşı tek adım atabilecek güç olarak Rusya görülüyor. Bu gerçekçi fakat ciddi bir risk olmadığı sürece Putin’in karşı tarafta daha fazla karmaşa yaratma adına bu pozisyonu sürdürebileceği kadar korumakta ısrarlı olduğu görülüyor. NATO’dan çıkmış bir Türkiye Putin’in bugünkü kadar işine yarar mı?
Siz bunları okurken üzerine muhtemelen yeni hamlelerinde eklendiği; İran, Çin ve İsrail’in de yakından izlediği bu jeopolitik oyunlar bir yana gerçek hayatta ise Dağlık Karabağ hattındaki savaşta maalesef insan ve insani kayıpların artışı sürüyor. Savaş bu hafta özellikle İran sınırında güneydeki rayonlarda yoğunlaştı. Azerbaycan tarafının iddiaları bütün İran sınırının kontrol alındığı yönünde; Ermenistan tarafı ise Türkiye destekli paramiliter güç takviyeli Azeri ordusunun güneyden Ermenistan sınırına yaklaştığı ama geri püskürtüldüklerini söylüyor. Savaşın kolay sonlanacağını söylemek maalesef mümkün değil. Savaşın bütün bu jeostratejik oyunların gölgesinde bölgeselleşme ihtimali de var…
BOLİVYA - Galibiyet
Bildiğiniz üzere Bolivya’da Pazar günü yapılan devlet başkanlığı seçimlerini Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) adayı Luis Arce kazandı. Hem de Arce oyların yüzde 55.10’unu alırken en yakın rakibi Carlos Mesa yüzde 28.83 oranında ancak oy alabildi.
Bir yıl önce Ekim ayında yapılan darbeyle eski Devlet Başkanı Morales istifa edip ülkeden uzaklaşmış, darbecilere karşı direniş sırasında otuzun üzerinde insan hayatını kaybetmiş onlarca kişi yaralanmıştı. Darbeciler düzmece bir iktidar oluşturmuş, direniş karşısında yeni seçim tarihi vererek görece geri bir adım atmışlardı. Nasıl olsa insandan saymadıkları yerliler bir daha kendini toparlayamazdı. Ama öyle olmadı. Seçim Korona salgını nedeniyle ertelense de sonunda yapıldı ve insan yerine konulmayanlar alınlarının akıyla bu işten galip çıktılar.
Darbeciler yeni darbeler örgütlemek için şimdiden sızlanmaya başladı. Bu sefer hangi yalana başvuracaklarını şaşırdılar. Hile yapıldı türünden laflarla pek kulak asan yok. Hele hele seçim süreci darbecilerin iktidarı altında organize edilmişken MAS’ın lehine sahtekarlık yapılabileceğini kendileri de inanmıyor olsa gerek. Ama bu yönde suyu ısıtmak ve yeni darbeler için çalışmayacaklarını kimse söyleyemez. Zira ülkedeki polis, asker vb, kurumların yapısında değişiklik olmadığı gibi Bolivya oligarşisinin aklında da bir farklılaşma olduğuna dair işaret yok. Yakın zaman açısından daha kritik mesele ABD seçimlerinde düğümleniyor. Trump’ın yeniden seçilmesi halinde Bolivya halklarının başına yeni çoraplar örülmesi fazla sürmeyebilir.
Burada zihinsel alışkanlıklarımız konforuyla yapılan bazı değerlendirmelerin yetersizliğine işaret etmek istiyorum. Örneğin Bolivya’da olanları işçi sınıfı ve halkın örgütlü gücünün ürünü deyip bırakamayız. Elbette olanların kuşkusuz işçi sınıfı ve bilinciyle bir ilgisi var ama ondan ibaret değil. Bu aynı zamanda beş yüz yıllık sömürgecilerin çaldığı hayatın yeniden yaratılmaya çalışılması (Buen vivir-Sosyalizm) bunun içerisinde işçi, köylü, ezilen, yerli ve kadın olanın bir özne olarak yeniden kendini tanımlama uğraşı olarak karşımıza çıkıyor. Buen vivir (iyi yaşam) ifadesi sömürgeci fatihin çaldığı ve zamanla kapitalizmle bu sürecin daha da derinleştiği doğayla uyumlu yaşamın yok edilmesi karşısında bu yaşamı-sosyalizmi yeniden yaratma arayışıdır. Bu Batılı aklın kötümserliğinin tezgahında dokunan "bugün yaşamayı beceremeyenler nostalji yapıyor" gıdaklamasından çok da gerçekçi bir yaklaşım. Tesla'nın ürettiği elektrikli araçlarda kullanılan lityum iyon pilinin ham maddesinin Bolivya’dan bu insanların emeğiyle çıkarılıyor olması, Tesla’nın sahibi Musk’ın darbecileri desteklemesi aslında çok da çelişkili değil. Tam da bu işin doğası gereği. MAS’ın temsil ettiği dünya ile Musk/Trump’ın dünyası kökten farklı.(Onlar da bunun bilincinde olsa gerek ki, bu aralar Mars’ı Ay’ı işgal etmenin planlarını yapıyorlar.) Yani bu, kapitalizm sayesinde modern aklın hapishanesine dönüşen "ilerleme" fikriyle buen vivir arasındaki kapanmaz açı diye de okunabilir. Özellikle dünyanın bütününün karşı karşıya kaldığı iklim krizi gibi büyük meseleler karşısında bilinenlerin dışında, sosyalizmin hayat bulmak için yeni bir yaşam tarif etmesi kaçınılmaz.
MAS bu hayallerini gerçekleştirebilir mi? Dünyanın tersine aktığı, Bolivya’nın "beyaz" oligarşisinin yerlileri insan saymadığı, başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin sömürge olarak gördüğü bir ülkede yeni bir yaşam kurmayı başarabilecekler mi ya da bütün bu zorlukların nasıl üstesinden gelecekler? Bu soruların tamamının yanıtını şimdilik kimsenin bildiğini sanmıyorum. Yeni Başkan Arce’nin yardımcısı olarak seçilen David Choquehuanca Céspedes’in anladığım kadarıyla yerli kadim düşüncelerinden esinlenen bazı fikirleri var. Céspedes Morales hükümetinde uzun zaman yer almış birisi sonraları gözden düşmüş. Morales’in yerlilere dönük yaptığı hataları tekrarlamamaya niyetli. Pasifizm politik mücadelede düsturlarından biri. Bu yaklaşım darbe karşısında direnişin silahlı boyuta taşınmamasında, öncesi hiç hazırlık yapılmamasında rol oynamış mıdır emin değilim. Ya da soruyu bir başka zamana taşıyayım; acaba Che’nin gerillasının Bolivya’da yenilmesinde "kadim düşünceler"den gelen bu "pasifizm"inin de bir payı var mıydı?
KOLOMBİYA - Mücadele
Kolombiya’da FARC-EP ile 2016’ın son periyodunda imzalanarak yürürlüğe giren "eksik barış" zamanla "öldüren barış" a dönüşmüştü. Kolombiya’daki mevcut Duque hükümetinin barışın olduğu kadarını da yıkma politikalarıyla yaşanlar gerçekte 1948’de Kolombiya oligarşisi tarafından başlatılan zamanla ABD’nin desteklediği iç savaşın kanlı ritmine yeniden dönüldü. Sanıyorum artık özellikle egemenlerce "bitirilmeyen bir iç savaş"tan bahsetmek yerinde olur. Gerilla örgütü Ulusal Kurtuluş Ordusu-ELN’nin geçen hafta karşılıklı ateşkes ve barış, müzakere taleplerine olumsuz yanıt verilmesi de bunu kanıtlar nitelikte. ELN korana salgının başlangıcında tek taraflı bir aylık ateşkes yapmıştı. Başından beri Duque hükümeti ise daha önce ELN ile başlayan barış görüşmelerini sürdürmeyi reddediyor.
Kolombiya’da son dönemde yerli liderlere, sosyal liderlere ve eski FARC-EP savaşçılarına dönük saldırılarda artış var. 2020'de 236 sosyal lider öldürülürken FARC-EP ile yapılan barış anlaşmasından bu yana toplamda bu rakam 1.040’a ulaştı.
Son günlerde Juan de Jesús Monroy Ayala ve Yeferson Mandela isimlerinde iki eski savaşçının farklı saldırılarda öldürülmesiyle barış sonrası katledilen eski FARC-EP savaşçısı sayısı 234 oldu.
Ayrıca bu yıl toplu katliamlarda görünür bir artış var. Şu ana kadar 67 toplu katliamda 267 kişi öldürüldü. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken yukarıda verdiğim rakamlara maalesef yenileri eklenmiş olacak. Yukarıda sıraladığım cinayetlerin faili genelde devlet destekli paramiliter çeteler ya da devletin doğrudan kendisi.
Bunun mücadele neresinde diyorsanız, kısaca ondan da bahsedeyim. Geçen yıl Şili’de Ekim ayında başlayan direniş Kolombiya’ya da ulaşmıştı. Ülke çapında yapılan genel grevlerle desteklenen süreç bugün de devam ediyor. Nitekim 21 Ekim’de Kolombiya halkları yerlilerin öncülüğünde yine böyle bir eyleme imza attılar. Günler öncesinden yerlilerce Minga adı verilen büyük bir sosyal seferberlikle konvoylar halinde ağırlığı güney batı Kolombiya’dan Başkent Bogota’ya varmak üzere yola çıktılar. Başkent Bogota’daki Plaza Bolivar’da yerliler soykırıma karşı yaşam hakkı, barış, demokrasi, toprak özlemlerini dile getirdiler. Değişim, barış isteyen diğer toplumsal kesimlerce de desteklendiler.
https://www.youtube.com/watch?v=GQqFxgt5Th8
Yeni bir gelişme olarak dikkatimi çeken şey yerlilerin Kolombiya’daki mücadelenin henüz odağında olmasa da artık bir politik özne olarak daha görünür durumda oldukları. Hatta bu durumun yerli kadınlar için de daha fazla belirgin bir gerçek olduğundan söz etmek mümkün. Açık olansa yeni bir dünya yaratma umudunun mücadeleyle sürdürüldüğü…
ŞİL İ- Direniş
Şili’de bundan bir yıl önce "30 peso için değil, 30 yıllık zulüm için ayaktayız" diyenlerin başlattığı direniş sürüyor. Yer yer korona nedeniyle hareket sönümlenecek gibi gözükse de öyle olmadı. Hem meydanlarda hem de başka biçimlerde bugüne kadar kendini taşıdı.
https://www.youtube.com/watch?v=qPBZlVVwsVQ
Bu süreçte polis saldırısıyla çok sayıda insan öldürüldü, gözleri plastik mermilerle kör edildi, yaralandı, gözaltına alındı, işkenceye uğradı, tecavüz edildi, tutuklandı. Bunların çoğu direnişçiler tarafından yüzlerle, binlerle ifade edilen rakamlar.
Karşılarına başka engeller de çıktı. Mesela Parlamento içi muhalefet isyanın başlamasından kısa bir süre sonra Sebastián Piñera hükümetinin sokaktaki halk hareketinin önünü kesmek için ortaya attığı referandum önerisine balıklama atlayarak "evet" dedi. Pinochet döneminde hazırlanan anayasanın değiştirilip değiştirilmemesi gerektiği sorulacağı referandum Nisan ayında yapılacaktı fakat Korona salgını nedeniyle bugünlere ertelendi. Nihayet bugün yapılacak. Referandumda 1980’de yürürlüğe giren ama fillen 1973’te darbeyle başlayan "Pinochet anayasası değişsin mi değişmesin mi" nin yanı sıra bu anayasayı kim, nasıl bir meclis yazsın sorusu da soruluyor. Kuşkusuz bütün bunlar önemsiz değil, fakat gerçek bir değişikliğin mümkün olduğu alan hayatın kendisi. Yoksa yıllardır Pinochet karşıtı hükümetlerin varlığına (en azından sosyal demokrat Bachelet dönemleri için bu söylenebilir) rağmen halen rejimle kapsamlı fiili bir hesaplaşmaya girişilememişse yeni yazılacak anayasanın da aşağı yukarı bütün kurumlarıyla ayakta olan diktatörlük karşında ne tür bir işlevi olacağı bir hayli şüpheli olur.
Başka yerlerde de olduğu gibi buralarda da mücadele edenlerle dayanışmak şart. Maalesef dünya kamuoyunun ekseriyetinin ve büyük güçlerinin çifte standartlı bir ahlaka sahip olduğunu burada da görüyoruz. Mesela haklı olarak Lukaşenko gitsin diyenlerin nedense Şili’de neredeyse elli yıldır hüküm süren devlet terörü karşısında sesleri çıkmıyor.
Şilililer başkaları çok aldırmasa da direnişe devam etti. Burada göze çarpanlardan biri kadın hareketi. Kadınlar mahallelerde örgütledikleri meclisler-komünler ve bunların arasında kurulan kolektif tedarik/dayanışma ağlarıyla yeni bir yaşam yarattılar. Koronayla hem de düzenle mücadeleyi sürdürdüler. Hatta ülkede kadın partisi kurmak için adımlar da atıldı. Dünyaya armağan ettikleri danslarıysa malum…
Şili’de direnişin ön planında olan, sürdüren diğer bir grup ise bölgenin yerli halklarından Mapucheler. Mapucheler yıllardır yaşadıkları topraklar itibariyle ırkçı neoliberal rejimin hedefinde. Sürekli şiddet ve kovuşturma uygulanıyor. Direniyorlar. Özerklik için mücadele veriyorlar. Bu direnişlerini cezaevlerinde de sürdürüyorlar. Nitekim Korona koşullarında hapishaneler boşaltılırken onların tutsaklığı sürdü. Buna karşı Mapucheler bir kısmı susuz olmak üzere 130 günden fazla açlık grevi yaptılar. Onlar da serbest bırakılmak istedi fakat maalesef olmadı. Dünya zaten duymazdan geldi ama daha kötüsü Şililer de gözlerini kapamayı tercih etti. Bütün bunlara rağmen Mapucheler bize ne onlardan demediler. Bu hafta da direnişin birinci yıl dönümünün kutlamalarında bayraklarıyla öndeydiler…
Hep birlikte tekrar "Venceremos ! " diyeceğimiz günlerin uzak olmaması dileğiyle…