Savaşa ihtiyaç var!

Türkiye’nin kaybedilmemesi için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Ön sırada ateş gücü yüksek savaş yer alıyordu.

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiği ilk yıllarda laik kesim en fazla "Şeriat" getirecekler korkusu taşıyordu. Korku politikası ile yönetilen toplumlarda her zaman bir şeylerden korkmaya alışmış insanlara "Şeriat Korkusu" iyi gelmişti. Zavallılar yıllarca "komünizm korkusuyla" uyutulmuşlardı.

Oysa AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan ekonomiye inanıyordu. Herkesin zengin olması gerektiğini düşünüyordu. Tabii kendisi ve ailesi de bu saadet zincirine dahildi.

O nedenle sık sık ekonomik ağırlıklı mesajlar verirdi:

-Ben başbakanım ülkemi pazarlarım!

O yıllarda pazarlama konusunda çok başarılı bir işadamı da olmuştu. Bir gıda şirketinin İstanbul’da Anadolu Yakasının baş bayiliğine kadar yükselmişti.

Ekonomi politik sahasında uzman olanlar ise gayet müsterihtiler "korkmayın" diyorlardı:

-Para varsa şeriat olmaz!

Aynı kişiler ne zaman şeriattan korkulması gerektiğini de açıklamışlardı:

-Para biterse işte o zaman dine dayalı bir ‘gerici’ rejime doğru savrulmaya hazırlıklı olun!..

Paranın kum gibi olduğu yıllarda AKP’den hoşnut olanların oranı yüzde 57’lere kadar tırmanmıştı. Anayasa referandumu sırasında, yetmez ama evet dönemleri…

Kişi başına düşen milli gelir artıyor, ülkesiyle birlikte lideri de zenginleşiyordu. Hatta ülkesinden de hızlı denilebilirdi.

Sonra bir gün geldi, paralar suyunu çekti.

O zamana kadar ekonomi, demokrasi, hak, hukuk, adalet, ticaret, siyaset, mülkiyet kavramları arasında memnuniyetle yol alan AKP, kapalı garajda (kendi içinde) manevra yaparken "Cemaat Duvarına" çarptı.

Çanak çömlek işte o zaman patladı.

Ayarları bozuldu. Demokrasinin o kadar da gerekli olmadığı kanaati yerleşmeye başladı.

Eskinin korku uzmanları, devlette devamlılık söz konusuysa hizmette sınır olmaz diyerek liderin arkasında yer aldılar. Karşılarında kim varsa vurup devirmeye başladılar.

Bu çizginin devamı için elle tutulur gerekçeler lazımdı. Para da kalmadığından vatan, millet, Sakarya’nın yanına, Allah, din, kitap, ahlak, iman, ezan, bayrak gibi "kutsal değerler" de eklendi.

Stratejik Derinlik cehennem çukuruna döndü.

Zenginleşen ülkenin yoksullaşan insanları patates-soğan kuyruklarından çıkıp işsizlik kuyruklarına girdiler.

Lider de artık "ben ülkemi pazarlarım" demekten vazgeçmişti. Onun yerine "ülkemiz elden gidiyor" uyarıları yapıyordu.

Büyük bir ikna yeteneği vardı. En azıdan yakın çevresi buna inanıyordu. O çevre liderini buna inandırmak için elinden geleni ardına koymuyordu.

Aklına gelen her şeyin iyi bir fikir olduğuna inandıktan sonra meseleler çözülüyordu!..

Sadece büyük şehirler kaybediliyordu, o kadar..!

Kaybedilmiş İstanbul için bir hamle daha yapılmasına bu düşüncelerle karar veriliyordu:

-İstanbul’da şuna karar vereceksiniz: Binali Bey mi, Sisi mi?

Darbeci Mısır generalinin işi gücü çok olduğundan İstanbul’a gelip belediye başkanı seçimine girecek hali yoktu.

Ama lider ısrarla bu tezi savundu.

Kaybetti!..

İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder tezi de yine onundu.

Türkiye’nin kaybedilmemesi için ne gerekiyorsa yapılmalıydı.

Ön sırada ateş gücü yüksek savaş yer alıyordu. Ancak liderin medyası bu olguya intibak etmekte zorlanıyordu. Lider onun da çaresini buldu:

-Savaş diyebilirsiniz!

Eskiden "terörle mücadele" demeye alışmış malum medya coşkuyla sarıldı yeni talimata. "Savaş" diyen herkesi hain ilan edenler, unuttular o manşetlerini…

Sadece bazı memurlar buna uyum sağlayamadılar:

-Savaşa hayır demek yasaklanmıştır!

Şu gerçeği bir türlü anlayamıyorlardı:

-Savaşa ihtiyaç var!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nazım Alpman Arşivi