Süreyya Karacabey

Süreyya Karacabey

Savaşı biz başlattık!

Hayvanlara yapılan kötü muamelenin yaygınlığına karşı mücadele edenlere yarı deli gözüyle bakılır. Oysa mesele varolan bütün canlıların yaşama hakkına duyulan saygının bir hiyerarşiye göre yapılandırılamayacağına aittir.

Bütün canlılar arasında en üstün olduğunu ilan ettiğinden beri, daha alt basamakta bir varoluş sürdürdüğünü düşünen insan olmayan canlılara canavar gibi davranan insan, insan olmayanların yaşama hakkını gasp etmeyi doğallaştırmışsa elbette kendi türü içinde de benzer bir soykırıma girişecektir. Dışarıda bırakmanın, sömürgeleştirmenin, üst ve alt diye sınıflamanın mantıksal yasası tek boyutlu ilerler çünkü.

Bir ağacı, bir hayvanı gözünü kırpmadan öldürene yasalar katil demiyor diye, bu onların katil olmadığını göstermez. Zaten suç ve ceza, etik olanın dışında, yasanın ise içindedir. İnsan öldürmeyi suç olarak niteleyen yasalar, savaşta başkasını öldüreni yargılamazlar ama biri, birini öldürmüştür, eylem aynıdır, sadece burada öldürme izni verilmiştir. Başkasının bedenine yönelen saldırıyı ayıplayan birinin, savaşta kahramanca çarpıştığını ve pek çok insanı öldürdüğünü söyleyerek övündüğünü düşünün. Bu durumda düşman, yasaların tanımladığı türden insan olma özelliğini yitirir ve daha alt varoluşa sahip bir canlıyla birleşir.

Düşmanı öldürebilirsin ama iktidarın düşman dediğini. İnsan olmayana uygulanan muamelenin insan üzerinde denendiğine ilişkin önümüze her gün düşen veri akışı, buradaki tepkilerin niteliğini de koşullar biçimlendirir. Şehrin kenar mahallesinde yaşadıkları barakalar ateşe verilerek öldürülen insanlar, kaçak işçilerden vs oluşuyorsa bir infial yaratmaz ya da kendi sınırlarında toplu ölümlerle ilgili haberleri işiten kamuoyu, bunu bir güvenlik meselesine havale ederek içini rahatlatabilir. Bildiğiniz örnekleri çoğaltmak mümkün, kimsenin ölümü eşit değildir; ölüme tekil biçimde bakılmaz. Ama insandan söz eden bütün metinler, onun varoluş hakkı konusunda güzel cümleler kurarlar ve çoğunluk bu cümleleri tekrarlamayı sürdürür ama içinden genel insanlığı, bazı insanlar diye düzeltip okuyarak.

Ölümü, şiddeti hak edenlere ilişkin her ülkenin geniş bir listesi vardır, işin tuhafı o ülkelerin arasında da benzer bir bazı ülkeler ayrımı vardır. Kimin neyi hak ettiğine karar verenlerin yazdığı bu liste, eğitim yoluyla ezberletilip, ileride neye üzülüp neye sevineceği konusunda yurttaşı eğitir: Biz ve onlar. Onlar değişkendir, hep aynı onlar yoktur milletler ve insanlar arasında. Ama onların bir bölümü hiç değişmez. İnsan olmayanlar, nesnelerinden daha az kıymetli, canlarının istediğini yapabilecekleri bir köle varoluşuyla doğmuş ve ortak hizmete sunulmuştur. Onların canı bile yoktur. Biz olmayanların bu grubu, var olmayan varlıklar olarak, en uysal insanların bile sınırlı biçimde ilgisine mazhar olurlar.

Bir sınırı vardır canım, hayvan hayvanlığını bilmelidir. Tek taraflı sınır konulur, onlara yapılan kötü muamelenin yaygınlığına karşı mücadele edenlere yarı deli gözüyle bakılır. Oysa mesele varolan bütün canlıların yaşama hakkına duyulan saygının bir hiyerarşiye göre yapılandırılamayacağına aittir. Köpeklerin, kedilerin yavruları her gün öldürülmekte, yaralanmakta, işkence edilmekte, aç bırakılmakta ve bunun karşılığında onların sadece sessizce ölüp gitmeleri beklenmektedir.

Bütün yaşam alanlarına el koyduktan sonra, burada ne işleri var diye çığlık atanların, işgalcilerin sömürgelerine yaptıklarından bir farkı yoktur. Onlar ölmezler telef olurlar; onların canı yanmaz, çocukları ölünce yas tutmazlar. Tuhaf ama büyük kalabalıklar böyle düşünerek yaşarlar. Üstelik insan olmayan canlıların duygu dünyasına ilişkin sürekli yeni çalışma sonuçları yayımlandığı halde. Oyuncak olsun diye çocuklarına hediye olarak aldıkları canlıları, sıkılınca sokağa bırakıp, bunun kendi çocuğunu bırakmakla hiç farkı olmadığını söyleyenlere bir de düşman olurlar.

Bütün zalimler aynı şeyden beslenmiştir: düşman gördüğü varlığa zulüm hakkı olduğunu düşünmekten. Belki insanlar arası eşitsizlikleri gidermek için verilen mücadeleye odaklananlar da daha oraya gelmedik diye düşünmektedir. Aynı hiyerarşi. Aynı mantık. Ne zaman öğreneceğiz eşitsizlik kavgasında bir sıranın olmadığını? Önce insanlar! Öyle denildiği için insanlar bir türlü düzgün bir hayat süremiyor belki. Bir köpeğin yavrusu öldüğünde bir insan yavrusunun ölümüne karşı duyduğu şeyi duymadığı için bu durumda belki. Çünkü ya kapsayıcı bir şefkat vardır ya da hiçbir şey yoktur. Bölünmüş merhamet, sadece kendi ölüsüne ağlama, hepsi bu uygarlığın çıkmazından başka bir şey değildir.

Şimdi sokak hayvanlarına dehşetle bakanlar, korkanlar, o hayvanların saldırıları karşısında şikâyet edenler, hayvan besleyenleri tehdit edenler, sizler, kalabalıklar; bu kadar çok şiddete uğramış bir tür, ne yapacak; size hep kuyruk mu sallayacak uysal biçimde? Alanda çalışanlar yıllardır belediyelerin önceliği olması gereken işleri hatırlatıyorken, kısırlaştırmanın, şiddetsiz bir biçimde, canlı onuruna uygun barınmanın, hayvan satışını yasaklamanın yolları gösterildiği halde bunlara uyulmayıp, hayvanlar canından bezdirilirken neredeydiniz şimdi yakınan kalabalıklar?

Bunun bir çözümü var diye bağırdığımızda, tek çözümü öldürmek, ıssız yere atmak ya da korkunç koşullarda hapsetmekte görenler, o hayvanlara bugün elbette daha da saldırırlar. Onlara kendi doğasını hatırlatan biziz. Varlığına hiç saygı duymadığımız, canını yaktığımız bu türler, soruna çözüm bulması gerekenler sadece ölüm emri verdiği sürece canımızı yakacaklar. Çünkü savaşı biz başlattık.

Geçenlerde bir kadın oyuncu sokak hayvanlarıyla ilgili bir şeyler söylediği için, devletin en tepesinden birinden, her gün binlerce çocuk ölürken bu ne şuursuzluktur diye özetlenebilecek bir içerikle ayar yedi. Bana da yıllar önce bir hocam, yolda yürüyorsun bir hayvanla bir çocuk zor durumda, elbette çocuğu kurtaracaksın demişti. Ne dediğimi hatırlıyorum, ben ikisini de kurtarmaya çalışırım çünkü aralarında bir fark görmüyorum demiştim. Tahmin edebileceğiniz gibi çok kızmıştı bana, belki siz de kızardınız. Düşüncem değişmedi, çünkü canlılar arasına bir hiyerarşi koyup, bir türün diğerinden üstün olduğu iddiaları beni çocukken bile ikna etmekten uzaktı. Buna kim karar veriyordu, bir türün sırf şiddet pratikleriyle boyun eğdirebildiği için, etini, sütünü yağmalayıp, köle olarak kullanabildiği için insan olmayan türler karşısında kestiği poz, gücün iktidarına aitti, ortada etik çerçevede onu ve gücünü haklı çıkaracak hiçbir şey yoktu.

Sadece insan merkezci bakışın biçimlediği bir kültürel gelenek ve onun sözcüleri, bir de insanı bütün canlılardan üstün kabul eden dinsel açıklamaların varlığı. Varlık hiyerarşisinin en alt basamağına yerleştirilenlere de suç ve cezadan bağımsız davranabilme özgürlüğü. Bu arada üstün insanın kendi türleri arasında kurduğu başka bir hiyerarşi ve orada da tekrarlanan benzer pratikler. Sözgelimi bir kaçak işçinin öldürülmesi ile toplumsal yapının makbul gördüğü birinin ölümü arasındaki eşitsizlik. Bir Amerikalının öldürülmesiyle bir Somali'nin öldürülmesi arasındaki fark. Sayısız mültecinin yıllardır ölümünü seyreden bir uygar insanlar topluluğunun, kendi yakınlarının ölümü hakkındaki aşırı duyarlılığı.


Süreyya Karacabey: Adana'da doğdu. 1992'de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK'sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht'ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Süreyya Karacabey Arşivi