Seçime doğru kıt aklımın pek ermediği işler

Yineleyelim: Bu güncel rejimin son seçimi bile olacaksa halen başkanlık rejimindeyiz. Bakanlar Kurulu yok. Öyleyse koalisyon da yok. Şimdiki “MHP modelinin” bir başka sürümü mümkün.

Hani filmlerde görürüz, çöl geçerken susuzluktan kavrulan insana önce lıkır lıkır su içirmezler de nemli bir bezle çatlamış dudaklarını usulca ıslatırlar. Onun gibi özgürlüğe susamışız yirmi yıllık istibdadın ardından. "Ha gayret, nasip kısmet, hadi inşallah, ya settar" diye diye yani verili durumumuzda pek kayda değer bir değişiklik olmadan böylece gideceğimiz anlaşılıyor seçime dek ite kaka. 

Hem "biz" derken, yahut çoğulcu HDP’cesiyle "bizler" diyerek kimi, kimleri kastediyorum? Bilemiyorum. "Biz" denilen kaç kişi gerçekten? Bir portakal sandığını Kalamış parkında ters çevirip kendi semtim Fenerbahçe’de oy istesem, kaç kişi beni dinler de meclise yollar, yollarlar mı? Sanmam. Ya Sultanbeyli’ye gitsem?

Dolayısıyla haşa Altılı Masa muhalefetine akıl vermek ne haddimize, "kaşının üzerinde gözün var" diyemiyoruz, yasak. Biraz "Kel Mahmut" modeliyle, belki biraz "askerde bizim bir çavuş vardı çok döverdi ama sağolsun çok baba adamdı" havasında gidiyoruz işte. Çevremizde, yerküremizde olanı biteni anlayıp açıklamak, anlamlandırmak ve önümüze bakıp yola ilişkin görüşlerimizi paylaşmak herhalde işimiz. Papağan fıkrasındaki şu konuşmayıp düşündüğü için onlardan değerli addedilen baba hindi gibi. 

Olduğu kadarıyla deneyime, birikime yaslanıyoruz. Yoksa şebeke de (karar alma süreçlerine katılan haber kaynaklarına ayrıcalıklı erişim), alandan bilgi de hak getire. Artık kırk yaşını çoktan aşmışlardan olarak zaten 14 yaşındaki kızıma bile "benim bilebildiğim, düşünebildiğim, yaşadığım kadarıyla" gibi dolambaçlı girizgâhlarla görüş belirtiyorum, o da ancak fikrimi sorduğunda.       

Her neyse. Bakınız Pazar günkü seçimde İsveç gibi yerde (ikinci görev yerim ‘97-‘00) aşırı sağın oyu 20%’e vardı. Bugüne dek ona yaslanmayıp, aksine Almanya’da ve Fransa’daki gibi onu yalıtmayı yeğleyen ama artık tutum değiştiren ılımlı sağ ise 30% aldı. Liberaller ve Hristiyan Demokratlar da onlarla ortaklığa eğilimli. Merkez Parti ise Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Sol’a (sosyal demokrasi) dönmüş yüzünü. 

Şili gibi yerde (hiç gitmedim, Umut Aydın hocam başta gerçek uzmanları* okumanızı öneririm) bu ayki halkoylamasında 62% oranla yeni anayasa reddedildi. Oysa iki sene önce Ekim 2020’de aynı halk 78% oyla yeni anayasa yapılması ve yeni anayasanın kurucu meclis tarafından yazılması yönünde kullanmıştı tercihini. Bu iki güncel veri, oralara bakarken burada, aklımızın bir köşesinde dursun. 

Önümüzdeki seçim sıradan değil. Tarihsel bir dönemeç, bir kırılma anı oluşturduğu konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz. Bu seçimde muhalefetin (olacaksa ortak adayının) kazanmasının yolu Kürt ve ilk kez oy verecek genç seçmenin oyuna ve önce onları sandığa getirebilmesine bağlı gözüküyor. Yine görüldüğü kadarıyla "temsil" pek efsunkâr bir alan. 

Örnekse, 10% seçim barajı uygulamak HDP tabanının gönlünden geçen isimleri meclise taşımasını engelleyemedi. Bu kez kurnazlık belki HDP’yi seçime ramak kala Mart ayında kapatıvermek olacak. Bu tür hilelerin o en derin siyasal bilince sahip seçmen kitlesini iradesini yansıtmaktan alıkoyacağını sanmam. Altılı Masa özenle çalışıp, Kürt seçmeni hepten küstürmeyi becermezse. 

Öte yandan Kürdü de, genci de, falanca partiye kayıtlı olanı da, seçmen bir sürü veya sürüler oluşturmuyor. Her seçmen perdeyi çekip oyunu kullanmadan kendi külahını önüne koyup, düşünecek. Pek çoğu, belki tamamına yakını şimdiden söylemese de o gün ne oy kullanacağını esasen biliyor. Milletvekili seçimi tek turlu; 50%’yi bulan aday olmazsa, ki öyle gözüküyor sanki, cumhurbaşkanı seçimi ise ikinci turda bitecek. 

İYİP, "HDP destekliyorsa biz Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşıyız" mı diyecek? Yahut Kılıçdaroğlu kapalı kapılar ardında HDP’ye "beni destekleyin ama yüksek sesle dile getirmeyin" mi? Seçimdeki başat konular önce alım gücü/hayat pahalılığı, sonra düzensiz göç/Suriyeliler olacak gibi duruyor. Sadık amadeniz gibi Kavala, Demirtaş, özgürlük, çoğulculuk, laiklik, yerinden yönetim, hukuk devleti vs. diyen arpacı kumrusu seçmen devede kulak bile değil herhalde.

Nitekim Altılı Masa da "boş tencerenin götüremeyeceği iktidar, boş midelerin gurultusunun bastıramayacağı propaganda yok" şiarıyla ve o özgüvenle hareket ettiği izlenimi veriyor. Buna karşılık seçmen dikiz aynasına bakarak değil yola bakarak seçimini yapıyor. Taşıtın kullanma kılavuzunu da pek okumuyor, sürücüyü gözünün tutmasını daha çok önemsiyor. 

Biraz "ilk görüşte aşk" yahut "elektrik almak" gibi. Bu bağlamda Nuray Mert hocamın zekâsına, bilgisine saygıda kusur etmem teklif dahi edilemez o ayrı ama onun "AK Parti kurucularının İslamcılıktan vazgeçtiklerini söylemesi ikna edici oluyor da Kılıçdaroğlu’nun ‘helâlleşme çağrısı’ neden ikna edici bulunmuyor?" sorusunun yanıtı da sorunun kendinde içkin sanki. 

Değerli Ümit Akçay hocamız ise "iktisat mı, siyaset mi?" sorusuna ezberlediğimizin dışında yanıtlar üretmek gerekeceğini vurguluyor: "Muhalif kalemlere hakim olan ‘ekonomik indirgemecilik’ ve buna bağlı olarak geliştirilen ‘kriz geldi, iktidar gidiyor’ varsayımına güvenmek, büyük hüsranların yaşanmasına neden olabilir. Bu nedenle seçimler öncesi son düzlüğe girerken siyasi projeler çok daha önemli hale gelecek." Demek ki İzmir’de Tarkan konserine bakıp "gençler ne de güzel eğleniyollar", yahut Gülşen’in başından geçenlere bakıp "sürecin biz de takipçisi olacağız" yollu basmakalıp yorumların ötesine geçebilmek gerek. 

İzmir B.B.B. Tunç Soyer’in ifadelerine de "ne denli köhne savlar" yahut "şimdi şey etmemek lazım; kutuplaşmaya, kutuplaşma da AKP’ye yarar" tepkisi vermenin de bana kalırsa "büyükler konuşurken sen karışma bakayım" demekten çok da farkı yok. Soyer’in yaptığı teşhir, ifşa, sorgulama, oyunu kendi yara sahasında kabul etmek yerine karşı tarafa yıkma. Ve bu yönüyle gayet doğru ve yerinde yine bana kalırsa.      

Neticede Altılı Masa "yapısı" belki doğası gereği giderek muhalif enerjiyi sömürüyor yahut soğuruyor, söndürüyor. Atlasın hendeği geçsin Genç Osman, velev ki ama ortak ama değil, Erdoğan’ı bir aday geçti cumhurbaşkanı oldu. Ertesi gün neler olacak? Teknik direktörün kulübeden çıkarak ellerini beline koyduğu, belki savaş meydanını izleyen düşünceli başkomutan edasıyla, "acaba ne söyleyecek" diye izleyiciye de içinden sordurtarak, tek elini dudaklarına götürdüğü, sonra dönüp "hamle yapmak" üzere yedeklere baktığı o ana geleceğiz. 

Sürekli kendi kendimize yineleyelim: Bu güncel rejimin son seçimi bile olacaksa halen başkanlık rejimindeyiz. Bakanlar Kurulu yok. Öyleyse koalisyon da yok. Şimdiki "MHP modelinin" bir başka sürümü mümkün. TBMM’de anayasa değiştirmeye 400, anayasayı halkoylamasına götürmeye 360, kanun geçirip, komisyon ve meclis başkanlıklarını almaya 300 küsur sandalye gerekecek. Sizce hangisi en güçlü olasılık?

Yanıt belli. Öyleyse "hoca" dönüp "dönüşüm için kısa kaldı, olduğu kadar değişimle idare edin" mi diyecek? Yani bini aşkın olduğu söylenen üst düzey bürokrat ataması ve "torba yasa" modeliyle devam. Tagayyür, ahlâka mugayır. Yeniden kuruluş değil, imar ve ihya. Üstelik aday zaten oraya "merak etmeyin ben başkanlık yetkilerimi kullanmaya değil, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e (GPS) geçişi tedvire, geçişe nezaret etmeye geliyorum" diyerek gelmiş olacak. 

Altılı Masa enerji üretmeyip, aksine heyecan emiyorsa biraz da bundan değil mi? Ayrıca GPS’ye geçince, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlanmış mı kabul edeceğiz? GPS’nin yasaması tamamsa, yürütmesi nerede? Ya da tersi. Kaldı ki Altılı Masa’nın "ittifak" değil henüz "işbirliği" aşamasında olduğunu anımsatmakta İYİP Genel Sekreteri Uğur Poyraz haklı. CHP’li MV Gürsel Tekin "HDP’ye bakanlık verilebilir" çıkışında ne denli haklıysa, Poyraz da o denli haklı bence. Her duyduğumuza "AUAAA" diye diz refleksi tepki vermekten vazgeçsek daha iyi.

Yazı istemdışı balon yaptı, demek ki gerçekten de kıt aklımın pek ermediği işleri anlamlandırmaya kalkışmışım. "Devamı gelecek Çarşamba’ya" diyerek burada keseyim, becerebilirsem haftaya sözümü toparlamaya çalışayım dilerseniz. 

*Latin Amerika deyince adeta derya deniz, öğrenecek çok şey, çıkarılacak sonsuz dersler var: Umut Aydın, Evren Çelik Wiltse, Karabekir Akkoyunlu, Serhat Tutkal, Özgür Uyanık, Işık Özel, hatta İlke Toygür gibi (dahası vardır eminim isimlerini sayamadıklarım affetsinler) gerçek uzmanların yazdıkları, paylaşımları çok değerli.  

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi