Doğan Özgüden

Doğan Özgüden

Seçimin ittifaksal tuzakları…

Düzen karşıtı tüm parti ve grupların, seçmenlerini Cumhur İttifakı diktasını sarsacak, Millet İttifakı’nın seçim sonrası kaypaklıklarına da set çekecek tercihlere yönlendirmesi gerekir.

Daha önce İnfo-Türk sayfasında da yazmıştım. Seçmenler ve özellikle de bugünkü despotik iktidara karşı olanar önlerine getirilen senaryolar karşısında uzun süre ciddi tereddütler yaşadı: CHP ve İYİP’nin İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde belediye seçimlerini kazanmaya tek başına güçleri yetmiyordu. Son genel seçimde Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olduğunu bir kez daha kanıtlamış olan HDP feragatte bulunarak Batı’nın büyük kentlerinde aday göstermeyip bu iki partinin Millet İttifakı’na dolaylı destek vermeli mi, vermemeli miydi?

İki gün önce seçime katılma hakkı tanınan tüm partilerin aday listelerini seçim kuruluna teslim etmeleriyle durum artık oldukça netlik kazandı.

TRT’nin verdiği bilgilere göre AKP ve MHP, 30’u büyük şehir olmak üzere 51 ilde. CHP ve İYİP ise 23’ü büyük şehir olmak üzere 50 ilde ortak adayları destekleyecek.

Daha açık bir ifadeyle, Cumhur İttifakı kesiminde MHP 44 ilde AKP’nin adayını, AKP ise 7 ilde MHP’nin adayını destekleyecek. Büyük şehirler planında ise ittifakın destekleyeceği adaylardan 27’si AKP’ye, 3’ü MHP’ye mensup.

Buna karşılık, Millet İttifakı kesiminde İYİP 29 ilde CHP’nin adayını, CHP ise 21 ilde İYİP’nin adayını destekleyecek. Büyük şehirler planında ise ittifakın destekleyeceği adaylardan 13’ü CHP’ye, 10’u İYİP’e mensup…

HDP ise İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana dahil 11 ilin büyük şehir ve de bazı yerel belediyelerinde başkan adayı göstermeyerek CHP-İYİP’in ortak adaylarına dolaylı destek verdiğini belirtmiş oluyor.

Özellikle de HDP’nin belli tepki ve eleştirilere rağmen büyük bir özveriyle 11 büyük şehirde Millet İttifakı’na destek vermiş olmasına karşılık, seçime katıldığı illerde bu ittifakı oluşturan partilerden destek gördüğüne ya da göreceğina dair herhangi bir işaret yok… Aksine, İYİP Bozkurtçu kökenine sadık bir parti olarak Kürt halkının özgürlük ve eşit haklar mücadelesinin siyasal örgütü HDP’ye ideolojik ve politik husumetini asla gizlemedi. Kılıçdaroğlu’nun CHP’si ise HDP’ye destek vermek şöyle dursun, uygar bir şekilde görüşmeyi dahi reddetti, bazı partililerin HDP’lilerle kişisel düzeydeki temaslarını göz ardı ettirmek için elinden geleni ardına koymadı.

Yapılan tercihlerin ne denli yerinde olduğunun değerlendirmesi 31 Mart'ın ertesinde seçim sonuçları ve seçilen belediye başkanlarının tutumları görülerek yapılacak.

Şurası bir gerçek ki, 31 Mart seçimleri Türkiye’de sadece yerel yönetimlerde kimlerin söz ve karar sahibi olacağını belirlemenin ötesinde, 17 yıldır Türkiye’nin başına bela olan İslamo-faşist yönetimin en azında Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük şehirlerde çökertilerek Türkiye geneli için de bundan sonraki parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki seçmen tercihlerini şimdiden yönlendirme açısından da büyük önem taşıyor.

31 Mart seçimlerine katılmasına izin verilen siyasal partiler yukarıda isimleri geçen beş partiden ibaret değil.

Düzen partileri kesiminde Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi, Demokratik Sol Parti, Bağımsız Türkiye Partisi, Demokrat Parti, Hür-Dava Partisi ve Vatan Partisi, ittifakların beklediği oyların bir kısmını kendilerine çekerek belli belediyelerde Erdoğan-Bahçeli ya da Kılıçdaroğlu-Akşener ikizlerine sürpriz yaşatabilir.

31 Mart seçimleri Türkiye’nin genelinde mevcut baskıcı rejime darbe vurmak açısından ne denli önemliyse, Kürt seçmenlerin kendi iradeleriyle yerel yönetimlerin başına getirdiği belediye başkanlarını ve belediye meclisi üyelerini faşizan bir uygulamayla görevlerinden alıp yerlerine emir kulu kayyımlar oturtan AKP iktidarına hakettiği dersin verilmesi açısından da en az o kadar önemli.

İYİP’den zaten beklenmez ama CHP’nin doğu ve güneydoğu illerinde HDP’nin seçim şansını baltalamamak için herhangi bir yerde aday göstermekten vazgeçtiğine dair en ufak bir işaret yok.

Buna rağmen Kürt illerinde HDP adaylarının seçilmesini engellemeye ne Cumhur ne de Millet ittifakının gücü yeter… Büyük sorun, 31 Mart seçimlerinden sonra seçilen Kürt belediye başkanlarının Tayyip’in yeni bir darbesiyle görevlerinden uzaklaştırılıp yerine yine kayyımlar atanıp atanmayacağı… Aynı derece önemli bir başka sorun da, 11 ilde destek gördüğü HDP’nin böyle bir saldırıya uğraması halinde CHP‘nin tavrının ne olacağıdır… Yenikapı ruhuna sadakatını sürdürerek tıpkı dokunulmazlıkların kaldırılmasında olduğu gibi suspus mu kalacak, yoksa ele geçirdiği büyükşehir belediye yönetimlerini de seferber ederek Kürt belediye yöneticilerinin haklı mücadelesine destek mi verecek?

Örneğin, aday olur olmaz ilk işi Tayyip’in sarayına çıkarak kendisinden el almak olan İstanbul belediye başkanı İmamoğlu ya da Bozkurt geçmişine ipotekli Ankara belediye başkanı Yavaş görevden alınan Kürt belediye başkanlarıyla dayanışma gösterecek mi?

Yaklaşan seçimlerin bir başka önemli sorunu da, düzen karşıtı partilerin ve grupların birbirleriyle ilişkide alacakları tavır… HDP dışında bu kesimde seçime doğrudan katılma hakkı elde eden tek parti Türkiye Komünist Partisi… Ancak başka sol parti ve grupların destek verdiği bağımsız adayların da seçim yarışına katılmakta olduğunu göz önünde tutmak gerekir. TKP birçok belediyede başkanlığa doğrudan aday gösterirken, örneğin ÖDP’nin bir yöneticisi İstanbul’da CHP’nin Beyoğlu belediye başkanlığına aday olmayı kabul etmiş bulunuyor. Dersim belediye başkanlığı seçimine ise HDP, EMEP, ESP ve Partizan’ın içinde yer aldığı Devrimci Güçbirliği ile Sosyalist Meclisler Federasyonu ayrı adaylarla katılıyor.

Türkiye genelinde tüm aday listelerine ilişkin itirazlar değerlendirilip 25 Şubat’ta kesinleştirildikten sonra düzen karşıtı güçlerin bu seçimdeki konumu konusunda daha net bilgi edinmek mümkün olacak.

Şimdilik şunun mutlaka göz önünde tutulması gerekir: 31 Mart'ta sandık başına gidecek olan seçmenler sadece "büyük kent belediye başkanı" için beyaz ve yerel belediye başkanlığı için mavi oy değil, aynı zamanda belediye meclisi üyelikleri için de sarı renklerde oy kullanacaktır.

Bu demektir ki, seçime katılma hakkı tanınmış olan düzen karşıtı partiler ya da gruplar başkan adayı göstermedikleri yerlerde belediye meclislerine üye seçtirmek için mücadele etmek durumundadır.

Düzen karşıtı seçmenler de, Millet İttifakı’nın dayattığı başkan adaylarına oy vermek içlerinden gelmese de 31 Mart'ta sandık başına mutlaka giderek belediye meclisi üyelikleri için oy kullanmalıdır.

Bir tatsız olasılık daha… Özellikle düzen karşıtı partilerin farklı başkan adayları gösterdikleri belediyelerde bu adayların aldığı toplam oy Cumhur ya da Millet ittifakının oylarının üzerinde çıksa bile, sırf oyların ikiye bölünmesi nedeniyle iki adaydan hiçbirinin seçilememesi ve başkanlığın düzen partilerinden birinin adayına kaptırılmasıdır.

Türkiye solunun geçmişinden iki anımsatma:

1965 seçimlerinde 15 milletvekilliği kazanarak Türkiye siyasetine ağırlığını koymayı başarmış olan Türkiye İşçi Partisi, dört yıl sonra yapılan 1969 seçimlerinde ancak 2 milletvekili çıkartabilmişti. Bu düşüşte hiç kuşku yok ki küçük partilere avantaj sağlayan "milli bakiye" sisteminin sırf TİP’i Meclis’ten dışlamak için AP-CHP işbirliğiyle kaldırılmış olması önemli bir rol oynamıştı.

Ancak unutulmamalı ki 1965’te yüzde 2,97 olan oy oranının 1969’da yüzde 2,68’e düşmüş olmasının başka nedenleri de vardı. TİP’in oy oranı 1966’da 23 ilde yapılan kısmi Senato seçimlerinde yüzde 3,90’a, 1968’de 24 ilde yapılan kısmi Senato seçiminde ise yüzde 4.70’e kadar yükselmişti.

Bir yıl sonra yapılan 1969 seçimlerinde TİP oylarının yüzde 2,68’e düşmesinde, "Milli Demokratik Devrim" tezini savunanların ya da onların sempatizanlarının partiden tasfiyesiyle başlayan bölünmenin, ardından bu tasfiyeyi yapan yöneticilerin Çekoslovakya olaylarından sonra kendi aralarında patlak veren iç iktidar mücadelesinin sol seçmen üzerindeki olumsuz etkileri de büyük roy oynamıştı.

1969 seçimlerine soldan katılan artık sadece Türkiye İşçi Partisi değildi. O zamana kadar partiyi destekleyen Alevi yurttaşların bir bölümünün kurduğu Birlik Partisi de seçime katılarak yüzde 2,80 ile TİP’in oylarından daha fazla oy almış, üstelik 8 milletvekili çıkartmıştı.

Dahası, partiden tasfiye edilen MDD taraftarlarının seçime bazı illerde "bağımsız sosyalist" adaylar olarak katılması da TİP’in oy kaybında etkin olmuştu.

Örneğin Kars ilinde TİP milletvekili Adil Kurtel’in 1969 seçimine "bağımsız sosyalist" aday olarak katılması nedeniyle sol oylar bölünmüştü. TİP adayı Naci Kutlay, 13.003 gibi yüksek bir oy aldığı halde, sol oyların 2.678’inin Kurtel’e kayması nedeniyle sıralamada sağcı adayın altına düşmüştü. Bu nedenle İstanbul’dan seçilen Mehmet Ali Aybar ve Rıza Kuas’ın yanı sıra Kutlay’ın Meclis’e üçüncü TİP milletvekili olarak girmesi mümkün olamamıştı.

Sol oyların bölünmesine ilişkin bir başka örnek ise 10 yıl sonra, 15 Ekim 1979 senato seçimlerinde yaşanmıştı. İstanbul’da seçimlere Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi adaylarının yanı sıra Türkiye Komünist Partisi ile bir başka sol grubun gösterdiği bağımsız adaylar da katılmıştı. Bu dört parçalı katılım nedeniyle sol seçmen ciddi bir kararsızlık yaşamış, TKP’nin desteklediği bağımsız aday Beria Onger 20.215, TİP adayı Behice Boran 12.969 oy alabilmiş, diğer iki adayın oyları ise 5 binin de altında kalmıştı.

Önümüzdeki yerel seçimlerde düzen partileri karşısında sırf oy bölünmesi yüzünden yenik düşmemek için düzen karşıtı tüm partilerin ve grupların yapıcı bir diyalog içinde olması, seçmenleri mümkün olduğunca tek adaya veya listeye oy vermeye yönlendirmesi gerekir.

AKP-MHP diktasının sarsılmasını sağlamak açısından olduğu gibi, CHP-İYİP ittifakının seçim sonrası Yenikapı ruhlu kaypaklıklarına set çekilmesi açısından da böylesi yapıcı diyalog yaşamsal önem taşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doğan Özgüden Arşivi