Celal Başlangıç
Sermayeye hukuki güvence, ahaliye acı reçete
AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş daha iki gün önce ekonomiyi uçurmuştu yine:
"Türkiye’nin önlenemeyen yükselişini yaşadığımız bir dönemden beraber geçiyoruz."
Kurtulmuş "yükseliş" deyince insanın aklına bir Çin atasözü geliyor ister istemez.
"Küçük adamın yukarı doğru çıkması, maymunun ağaca tırmanmasına benzer, yükseldikçe kıçı daha çok görünür."
Aynen de öyle oldu.
Saray rejimi Türkiye’yi "yükselttikçe", "uçurttukça", "pik yaptıkça" tıpkı ağaca tırmanan maymunun başına geldiği gibi içinde yaşadığımız gerçeklik kabak gibi ortaya çıkıyor.
Damat-bakan Berat Albayrak’ın sıra dışı istifası da Saray iktidarının gizlemeye çalıştığı pislikleri, içinde yaşadığımız berbat durumun gerçek yüzünü patlayan bir kanalizasyon gibi iyice ortaya döktü.
Sadece 2020 yılı içersinde bile Türkiye’yi uçurduklarını, yükselttiklerini söyleye söyleye ülke insanlarını bir "yalan dünyası"nda yaşattılar.
Yiyen yedi, yemeyen de yemedi; ama gerçek o ki yemeyenlerin sayısı yiyenlere göre her geçen gün artıyor.
Bu yılın başında, Şubat 2020’de "ekonomik tuzağı bozduk, ekonomimiz yeniden yükselişe geçti" diye müjde veriyordu AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan.
2020 Ağustos’unda Ayasofya’da kıldığı Cuma namazı çıkışında yine hayali bir pistten havalandırmıştı ekonomiyi:
"Türkiye tırmanışta, adeta bir uçuşun içinde, bunu görmek istemeyenler var."
Doğru, Erdoğan’ın "uçan Türkiyesi"ni Saray ve avanesi dışında ne gören ne de hisseden vardı.
Üç aydan daha kısa süre önce yaptığı bu açıklamada damat-bakan Albayrak’ı savunmayı da ihmal etmiyordu Erdoğan.
O günlerde dolar 7.3 TL’ye kadar yükselmişti. Albayrak’a yönelik istifa çağrıları yağıyordu sosyal medyada.
İstifaya çağırılan damadı ve bakanı Albayrak’a dönük eleştirileri yanıtlamıştı Erdoğan.
"Maliye bakanımızla ilgili sosyal medyada yaptıkları karalamada bunlar yetişemedikleri üzüme koruk diyor."
Birkaç ay önce "muhalefetin yetişemediği üzüm" olan damat-bakan, Erdoğan’ın iradesi dışında istifa edince bugün Saray’ın "günah keçisi" olmuş durumda.
Neyse, biz "uçmaya" devam edelim.
Tam iki ay önce, Eylül 2020’de yine "tırmanış" müjdesi veriyordu Erdoğan:
"Türkiye şu an ekonomide pik yapıyor."
Aslında "pik" yapan Saray’ın ve avanesinin ekonomisiydi. İnsanların cebi, mutfağı yangın yeri olmuş, "dip" yapıyordu.
Ama "pik"te ısrarlıydı Erdoğan, daha bir hafta önce yaptığı 10 Kasım konuşmasında "dünyanın ilk 10’una girmeyi başaracağız" diyordu.
Bütün bu uçmaların, yükselmelerin aslında koskocaman bir balon olduğu bir gün sonra, Erdoğan’ın 11 Kasım’da yaptığı AKP Meclis Grubu Konuşmasında net biçimde ortaya çıktı.
"Yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız… Ekonomide zorluklar ve sıkıntılar var."
Son bir haftadır tartıştığımız "ekonomi, hukuk ve demokrasi seferberliği"nin ilk işaret fişeğini bu konuşmasında atmıştı Erdoğan.
Ama belli ki alelacele bir algı operasyonu başlatılmış, "kervan yolda düzülür" hesabı her gün adım adım geliştirerek ancak üç gün sonra "ekonomide, hukukta ve demokraside reform" söylemine oturtulmuştu.
Çünkü konuyla ilgili ilk konuşmasında "demokrasi ve kalkınma merkezli bir anlayış"tan söz etmişti Erdoğan.
Bu konuşmasında ilk kez "acı reçete" dedi ama gelen tepkiler üzerine bir daha da ağzına almadı.
Aslında Erdoğan daha çok demokrasi, daha çok hukuk, daha iyi bir ekonomi için reformdan söz etmiyordu.
Geçtiğimiz Salı günü yaptığı grup konuşmasında aynen şöyle diyordu Erdoğan:
"Yaptığımız her reform yerli ve uluslararası yatırımcılara da hitap ediyor."
Daha sonra 13 Kasım’da AKP Tekirdağ İl Kongresi’nde, 14 Kasım’da yine partisinin Kars ve Karaman kongrelerinde yaptığı konuşmalarda da "acı reçete"den hiç söz etmedi.
Ekonomisi çöken, hukukun ayaklar altına alındığı, demokrasinin ortadan kalktığı bir ülkeye daha dün seçilmiş bir cumhurbaşkanı gibi konuşmaya başlamıştı son birkaç gündür Erdoğan:
"Ekonomi, hukuk ve demokraside yepyeni bir seferberlik başlatıyoruz."
Anlaşılan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ülkeyi 18 yıldır yöneten Erdoğan’a karşı amansız bir muhalefete başlamıştı.
Hatta bu konuda bazı muhalefet partilerinden de daha başarılıydı.
Elbette ki atadığı bakanlar da yeni duruma ayak uydurmak için hukuk ve adalet nutukları atıyorlardı.
Hukukun, adaletin en ateşli savunucularının başında da Adalet Bakanı Abdülhamit Gül geliyordu.
"Hukuk yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun."
Hukuku yerinden etmek için yıllardır kıyamet koparanlar, insanları yıllarca suçsuz yere cezaevinde yatıranlar, uyduruk iddianamelerle insanların onurlarıyla, hayatlarıyla oynayanlar, oynanmasını görmezden gelenler bugün iki su, bir sabunla ellerini yıkayıp aklanmak istiyorlar.
Erdoğan düştüğü zor durumdan kurtulmak için, iktidarının bekası için bir makas değişikliği yaparken aslında Türkiye’de hukukun, demokrasinin, ekonominin iflas ettiğini ilan ediyordu.
Bu ülkede hukuk kalmadığı için yaşanan sosyal, toplumsal ve siyasal krize ek olarak bir de büyük bir ekonomik kriz var.
Yerli ve milli yatırımcılar bu ülkede hukuka hiç güvenmediği için yatırım yapmak yerine dolarlarını yurtdışına kaçırıyorlar.
Uluslar arası sermaye ise hiçbir hukuki güvencenin kalmadığı, hatta mülkiyet hakkının bile çiğnendiği ülkeye elbette yatırım yapmıyor. Yatırdığı parasını da alıp gidiyor.
Erdoğan’ın otoritesi, damat-bakanının iradesi dışında istifasıyla ağır bir yara aldı.
Ekonominin ne büyük bir krizde olduğu damat-bakanın istifasıyla ayan beyan ortaya çıktı.
Şimdi Erdoğan acilen ihtiyacı olan sıcak paranın Türkiye’ye gelmesi amacıyla "hukuksuz ülke" görüntüsünü silmek için kolları sıvadı.
Erdoğan "reform makyajı"yla yerli ve uluslararası sermayeye hukuki güvence vererek Türkiye’yi cazip göstermeye çalışacak.
Ama bütün bunlardan sakın ola ki toplum üzerinde kurulan baskının azalacağı, demokratik hak ve özgürlük alanlarının genişleyeceği; muhaliflere, bağımsız gazetecilere karşı yargının Saray’ın bir sopası olarak kullanılmasından vazgeçileceği gibi bir sonuç çıkartılmasın.
Kurulan bu tek adam rejimiyle ülkeye hukukun ve demokrasinin gelme şansı hiç yoktur.
Hele bir yandan ahaliye "acı reçete" verip kemer sıktırırken diğer yandan demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlarının daha da genişletileceği hayalini kimse kurmasın.
Tam tersine, yutturulacak "acı reçete" ile yeni zamların, yeni vergilerin altında ezilecek insanların gösteri ve protesto hakları daha da daraltılacak.
Bu tek adam rejiminden hukuk ve demokrasi beklemek, öküzün buzağı doğurmasını ummak kadar büyük bir aymazlıktır.
Erdoğan’ın allayıp pullayıp sunduğu hukuk, ekonomi ve demokrasi reformunun aslı şudur; yerli avaneye ve uluslararası sermayeye teşvik ve hukuki güvence, ahaliye acı reçete…