Sinemamızda ‘ikili devlet’ izleri!

Nazi Almanya’sındaki hukuk rejimine bakan ‘İkili Devlet’ kitabını, günümüzün Türkiye’si için de referans olarak alınıyor. Bu kısım uzmanlarına kalsın ama biz “Kurak Günler” ve “Tereddüt Çizgisi” filmlerindeki ‘ikili devlet’ izlerine bakalım!

“İkili Devlet”, Alman hukukçu Ernst Fraenkel’in 1941’de yayımlanan eseri.1 Kitapta 1933-41 yılları arasında Almanya’da devletin ikili bir görünüm arz ettiği, kendini hiçbir biçimde hukukla bağlı saymayan bir “tedbir devleti” ile en azından mevcut kanunlar uyarınca işleri yürütmeye çalışan bir “norm devleti”nin yan yana var olduğunu ifade eder yazar. Türkiye’de özellikle 2010 yılındaki referandumdan bu yana hukuk önemli gündem maddeleri arasında. Hukukun sadece mahkeme salonlarındaki işleyişi değil, ‘hukuksuzluğun’ sokaktaki tezahürleri açısından da bu tartışma yürütülüyor.

Kimi siyaset bilimciler ve hukukçular Türkiye’de şu an var olan hukuk yapısını yukarıda bahsettiğim kitaptaki tezler üzerinden de masaya yatırdılar ve oldukça da ikna edici yazılardı birçoğu. Bir yandan Gezi ve Kobane davaları gibi hukuki normlara uymayan ‘tedbir devleti’ uygulamaları; diğer yanda ise neredeyse hiçbir gerçek suçlunun ceza almadığı ama bir hukuk normu varmış gibi mahkemelerin kurulduğu maden, tren faciaları davaları. Peki, birçok çalışmada ekonomiden sonra ülkenin en önemli sorunu olarak öne çıkan ‘hukuk/suzluk’ sinemamızda nasıl temsil ediliyor?

tereddut-cizgisi.jpg
Tereddüt Çizgisi/ Yön: Selman Nacar

Bu konu üzerine düşünürken, yakın dönemin iki önemli filmi “Emin Alper”in “Kurak Günler” ve Selman Nacar’ın “Tereddüt Çizgisi” geldi aklıma. Türkiye’de işin uzmanlarının yazıp çizdiği gibi bir ‘ikili devlet’ hali varsa bu filmlerde izlerini görebiliriz diye düşünüyorum. “Kurak Güner”, o dönem de kimi yorumcular tarafından değerlendirildiği gibi, devletin iki yüzünün karşı karşıya gelişini de temsil ediyordu denilebilir. Bir yanda ‘siyasetten bağımsız’ saf hukuku temsil eden savcı diğer yanda ise iktidardan el alıp kasabada kendi hukuklarını/ hukuksuzluklarını işletmekte en ufak bir çekince görmeyenler. Filmin ana ekseni bu olmamakla birlikte savcı nezdinde temsil edilen ‘normatif’ hukuk ile bir grup iktidar eliti ve onların etrafına kümelenmiş çıkar guruplarının bu hukukun dışına çıkmakta beis görmediği, yaptıklarından yalnızca siyaseten değil, hukuken de sorumlu olmayacaklarını bildikleri bir ‘fiili’ durum söz konusuydu filmde. Bu duruma güncel olarak verilebilecek en iyi örnek Ülkü Ocaklar Eski Genel Başkanı Sinan Ateş’i Ankara’da öldürenlerin her şeyi ulu orta yapmış olmaları, ‘normatif’ hukukun onlara pek de bulaşmayacağına olan inançlarından kaynaklı olmalı!

kurak-gunler-e1670017235232.jpg
'Kurak Günler'/ Yön: Emin Alper

“Kurak Günler”deki hakim karakterini de bu bağlamda düşünebiliriz. Hukuksal ve siyasi pozisyonu tam olarak belirtilmese de ‘işlevli’ olduğu su götürmez olan hakimin hukuki prosedürleri işleten savcıya arada sırada yaptığı uyarılar, kasabadaki genel işleyişe dair verdiği bilgiler bir tür içselleştirmeye de işaret ediyor çünkü. Gönüllü ya da değil, hakim hanım bu ikili hukukun varlığını içselleştirmiş ve mücadelede kaybın kesin sonuç olduğunu kabullenmiş görünüyor film boyunca.

“Tereddüt Çizgisi” ise hukuku uygulayan güçler arası ilişkilere bakmak yerine ‘basit bir dava’ üzerinden yine küçük şehirdeki hukuk formunu masaya yatırıyor. Bir işinsanını öldüren eski çalışanının duruşmasına götürüyor bizi yapım. Sanık idealist bir avukat tarafından savunuluyor. Film boyunca yalnızca maktulün avukatları değil, savcı ve hakim de işçinin cezalandırılması ve davanın kapatılması için uğraşıyor gibi. İdealist avukatın ortaya koyduğu deliller, sorduğu doğru sorular, davanın gidişatını değiştirmesi muhtemel olaylar basit birer prosedüre indirgeniyor ve geçiştirilmek isteniyor. Filmde yer alan diğer sanığın sınıfsal durumu, maktulün ve ailesinin ekonomik gücü, hakim ve yerel yönetici arasındaki kan bağı vb. ipuçlarından, devletin bekasını tehdit etmeyen bu ‘suç davası’nda normatif hukukun egemen güçler lehine işletilmeye çalışıldığını anlıyoruz. Siyasal, ekonomik gücü olan normatif hukuku da kendisi lehine eğip bükebiliyor. Kuşkusuz bu hep böyleydi. Ama filmin anlatısında dikkat çeken bunu saklamakta bir beis görülmemesi, çoğu zaman göstere göstere, ciddi bulguların üzerine örterek yapılması.

3453201-jpg-c-310-420-x-f-jpg-q-x-xxyxx.jpg
'Kızgın Delikanlı'/ Yön: Ertem Göreç

“Kurak Günler”de savcıya uyum sağlaması konusunda hakime hanım tarafından bir çağrı yapılıyordu. Burada ise oyunun kuralının başka olduğunu düşünen avukat kendisi değişime hazır olduğunu gösteriyor. Ancak belli ki, oyuna kimin girip kimin giremeyeceğinin kararı ona bağlı değil.

Vedat Türkali’nin yazıp, Ertem Göreç’in yönettiği 1964 tarihli “Kızgın Delikanlı” filmi ABD’de eğitim görürken ölen babasının topraklarına çöken akrabalarıyla mücadele eden bir genci anlatır. Filmde önüne geleni döverek kasabaya gelen genç, finalde topraksız köylülerle birlik olur. Ama bir yanıyla da hukuk filmidir. Topraklar üzerindeki mülkiyet haklarına dair hukuki süreç derinleştikçe gencimiz fark eder ki babası da o topraklara ‘hukuki’ yollarla sahip olmamıştır. “Kızgın Delikanlı” dönemdaşı birçok film gibi kıymeti yeterince verilememiş, üzerine çok daha fazla düşünülmesi yazılması gereken bir yapımdır.
Yazıya bahis iki film geleceği ne kadar kalırlar bilinmez ama biz görevimizi yapalım ve bu iki filmi ‘ikili devlet’ bağlamında tartışarak kayıtlara geçirelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenay Aydemir Arşivi