Ali Duran Topuz
Siyasi obruk olarak Murat Kurum
Murat Kurum adı açıklandığında kimse ortaya bir parodi çıkacağını beklemiyordu: İktidar partisinin aday seçme usullerinin parodisi, yeni rejimin kadro derinliğinin parodisi, yeri unutmuş yerel seçimlerin parodisi ve en çok da kendi kendisinin parodisi. Bakan ama göremeyen kişi Murat Kurum, işiten ama duyamayan, parodinin bir kaynağı bu.
Büyükçekmece ile Küçükçekmeceyi karıştırması İstanbul’u bilmediğinden değil (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul’u parsellemenin altyapısı) baktığını görememekten. Bakışları zaten hep müsameredeki performansını ebeveyninin beğenip beğenmeyeceğini merak eden ilk mektep talebesinin kaygılarıyla dolu gibi. Duble ebeveynli (biri biyolojik diğeri siyasi) olmak ağır yük gerçekten.
Yeni rejimin ilk kabinesinde bakan olduğunda (muhtemelen herkesle birlikte öğrenmişti atandığını) ilk dikkati çeken yanı hiç gülmemesiydi. Ciddiyetten denilecektir ya daha çok mutsuzluktu suretinden akan. Kabine minibüsünün arka camına iliştirilmiş (Bruno Amadio’nun “Çiko”su, namı diğer) “ağlayan çocuk” portresi gibiydi. Lakin İBB adaylığı emriyle gülümseme emri aynı anda verilmiş olacak ki şu günlerde durmadan gülüyor, hatta oynuyor. Vara yoğa gülme diyen bir dostu da yok besbelli ki güldüğünden daha çok güldürüyor ama bunu da görmüyor. Ekrem İmamoğlu’nun horonuna cevaben Konya havası eşliğinde dansa kalkışması teyzeoğlunun düğününde makbule geçerdi belki ama seçmen huzurunda kendi parodisinin zirvelerinden birine dönüştü.
Bakanken ya da milletvekiliyken gülümsemesi gerekmiyordu, görünmesi bile gerekmiyordu. Görünmeden İstanbul’a başkan olunamayacağı gerçeği onu gösterilere zorluyor anlaşılan. Heyhat her göründüğünde en az bir çam devirme (Gazze’ye atıf), bir pot kırma (Ayranı yok içmeye… deyip mecburen ve mahcuben susmak) veya bir gaf (Çekmeceleri karıştırmak, Orda caddesiyle Ordu ilini bağlamak) yapmaya mecbur kalıyor. Beğenisine oynadığı siyasi ebeveyninin gölgesinin ağırlığından olsa gerek.
AZ CV, ÇOK YETKİ
Bugünkü iktidar partisini kuranlar vaktiyle Erbakan ile yolları ayırmaya yöneldiğinde Murat Kurum daha üniversite öğrencisiydi, parti kurulmadan iki yıl önce, 99’da mühendis çıktı, anlattığına göre önce başka fakülteye girmiş ama babası gibi mühendis olmak için çok çalışıp başarmıştı sonunda. Baba beğenisine hep muhtaç belli ki. 2005’e kadar özel sektördeydi. Devlet memurluğundan (2001’de) emekli olan babanın ona devlet kapısında yer bulma girişimi sonuç verince 2005’te TOKİ’de “uygulama daire başkanlığı”na uzman olarak girdi; CV’si atamaya yeterli değildi ama liyakat çağları yavaş yavaş geride kalıyordu zaten. Bir yıl sonra TOKİ İstanbul Uygulama Daire Başkanlığı Avrupa Yakası Uygulama Şube Müdürlüğü’ne atandı, 2009’da Emlak Konut GYO AŞ Genel Müdürlüğü’ne nasbedildi.
Dokuz yıl sonra, yeni rejimin ilk kabinesine bakan olarak girdi. Murat Kurum’un yükseliş hızı iktidarın gelecekte uzaya (turist bile olsa) astronot göndereceğini haber veriyordu sanki.
Konyalı memur (inşaat mühendisi) babanın, öğretmen annenin çocuğu. Ailesinde, çocukluğunda, gençliğinde belirgin bir “siyasal İslam” öyküsü yok, Konyalı olmaktan başka. Bilal Erdoğan ile lise arkadaşı olduğu iddiası doğru değil, arkadaş olduğu iddiası ise hanedan fertleriyle tebaa ne kadar arkadaş olabilirse o kadar doğru. Ama şu doğru: Çevre bakanlığını ekolojik donanımla bağlantılı değil, çevre edinmekle ilgili sandı muhtemelen, edinen o olmasa bile.
TOKİ memurluğu yükseliş hızını anlamanın anahtarı: İktidarın “ilkel birikim” ve servet transferi sağlamak için seçtiği “inşaat” sahasında en iyi hizmeti verenin yolunun açılması şaşırtıcı değil. Tabii sadece inşaat mühendisi ve söz dinleyen bir memur olmak yeterli değil, başka koşullar da lazım. O koşullar Kurum’un siyasi ebeveyni Erdoğan’ın 2010’da görünürleşen değişimiyle yakından bağlantılı.
ALACAKLILARA TASFİYE, BORÇLULARA İKBAL
Erdoğan, 2010 referandumundan sonra, ama özellikle de 17-25 Aralık (ve peşinden Gezi günlerinin) ardından, bir zamanlar “yükselmesini” sağlayan kişileri tasfiye etmeye yönelmişti. Borçlu olduğu kişilerle aynı yollarda ıslanmak istemiyordu artık, şemsiyeyi aşkla tutacak kişiler lazımdı. 17-25 Aralık zaten “Gülen cemaati” ile Erdoğan’ın 2016’da “darbe girişimi”ne varacak derekede kanlı bıçaklı olduğunu cümle alemin duyacağı günlerdi. Erdoğan o günlerden itibaren artık kamu ve özel sektör bürokrasisinden devşirilmiş, kendisine borçlu olduğunu hiç unutmayacak kişilerden yeni bir heyet oluşturma koyuldu. Kurum da iktidarın akçeli operasyonlarının koç başlarından olan TOKİ’deki görevi nedeniyle 17-25 Aralık operasyonlarında Gülenci savcıların yakasına yapıştığı, ifadeye çağırdığı isimler arasına girmişti. Bu da Kurum’un makul ve makbul rozeti takması için gerekli ve yeterli sebebi sağlamış oldu.
BORCUNA SADIK, FACİALARA DUYARLI
Bakan olduktan sonra her konuşmasında Erdoğan’a muhakkak şükran bildiren bir methiye bölümü bulunması, başına konan devlet kuşunu iyi tanıdığını, kime neyi borçlu olduğunu iyi bildiğini gösterir. Konuşmalarında o methiyeden başka bir içerik aramak boşuna çaba olur.
Bakanlığı aynı zamanda bir felaketler dönemidir; ruhiyatında da felaketlere bir yakınlık var sanki, ama felaketlerden çok sağladığı imkanları gören bir karakter. Mesela İBB adayı olduktan sonra açtığı internet sitesinde fakülteden, “1999 yılında, Türkiye’nin Marmara Depremi’yle sarsıldığı bir dönemde” mezun olduğunU anlatmakta hiçbir sakınca görmemiş. Aynı sitede, hayatında önemli olduğunu düşündüğü altı tarihi grafikleştirip öne çıkarmış.
İlkinde 2009 tarihli bir işi anlatıyor: “Emlak Konut GYO A.Ş Türkiye'nin en büyük iki halka arzını gerçekleştirdi.” O zaman orada çalışıyor ve talih kuşunun ilk konduğu yeri iyi biliyor; hem inşaat hem “halka arz” uzmanı olmak az şey değil.
İkinci tarih 2018: “Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Görevine Atandı. İlk Millet Bahçeleri’nin Açılışı Gerçekleştirildi.” Bu bahçe işine takmış durumda, gören bahçıvan sanır.
Üçüncü tarih 2019: “Sıfır Atık Yönetmeliği Yayınlandı. Kentsel Dönüşüm Seferberliği Başlatıldı.” Sıfır atık meselesinin, Emine Erdoğan’ın peşine düştüğü bir PR işi olduğunu düşünürsek, yönetmeliğin önemi daha iyi anlaşılır. Memleket atıkları yetmediği için yurt dışından atık getirtildiği iddialarını ise inkar yoluyla ikrar etti.
Dördüncü tarih 2020: “Elazığ Depremi Oldu. (?) Depremleri Sonrası İlk Ev Teslimi Gerçekleşti. İzmir Depremi Oldu. 2021 de ilk evler teslim edildi.” Faciaların duygusal yüküyle hiç ilgisi yok yani, (yalan-doğru fark etmez) teslim edilen evlerle ilgili o; “görev adamı, adanmış teknokrat” vasıflarının hakkını böyle verdiğini düşünüyor besbelli.
Beşinci tarih 2022: “İlk İklim Şurası Düzenlendi.” Sonuç? Ne önemi var?
Altıncı ve son tarih: “6 Şubat Asrın Felaketi Gerçekleşti. İmar, İnşaa ve İhya Çalışmaları Başladı. İstanbul Finans Merkezi Açıldı. İstanbul Milletvekili Seçildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı.” Adaylığı 2024’te ilan edildi ama belli ki daha 23’te belli olmuş. Depremleri, “ev teslimleri”ni yazabilmek için yazmış sanki, son depremin evleri ne oldu peki? E o deprem olurken bakandı, sonra ama artık belediye başkan adayı.
Bakanlığında desteği, katkısı çok olan Erzincan İliç’teki madende o adayken meydana gelen çifte (iş katliamı ve ekolojik yıkım) faciayı ise CV’sine yazmamış elbette. İliç meselesinde yöneltilen suçlamaları ise yine ikrar yollu inkar ile geçiştirmeye çalıştı.
ORDU’YU SEL ALDI, BAKAN BAHÇELERİ ANLATTI
Adaylığa geçmeden bakanlığın ilk zamanlarından felaket performansını hatırlayalım: İlk facia sınavına bakan olduktan hemen sonra girdi; 8 Ağustos 2018’de Ordu’yu sel aldı. Televizyonda bakan konuşacak denildi, herkes dikkat kesildi, heyhat Kurum, “Kanal İstanbul”u anlattı önce, sonra da “millet bahçeleri” projesini. Kimse eline sel hakkında bir metin vermemişti, o da önce cumhurbaşkanını, sonra da kendisini öveceği bir PR konuşmasına girişiverdi. Sel gider, millet bahçeleri kalır, Ordu’yu zaten türkülerde bile sel alır, konuşmak gerekir mi hiç?
ROL KABİLİYETİ
Gerçekte kimseye hitap etmiyor, yazılmış bir rolü oynamaya çalışıyor. Mesela bakanken, “Türkiye’ye sesleniyorum riskli binalarda oturmayın” demişti bir yandan, öte yandan “imar barışı” ile riskli evleri risksizmiş gibi affedivermişti bile. Adaylığı sırasındaki “riskli ev-risksiz ev” gafı bu karışıklıktan kaynaklanır.
Erdoğan daha adaylığını açıklamadan o kutlama yapmaya başlamıştı; bakanlığını muhtemelen herkesle beraber öğrendi ama belli ki belediye adaylığını erken öğrenme lütfuna ermişti.
Kazanmamak için bu kadar çırpınan biri kazanır mı peki? Mümkün, çünkü yarışan kendisi değil (kendisinin de dediği gibi) ama bizzat Recep Tayyip Erdoğan. Fakat kazanamazsa Erdoğan olmanın başka, Erdoğan’ın nasbettiği adam olmanın başka olduğu kesinleşecek, Binali Yıldırım’dan sonra ikinci defa. İmamoğlu ile televizyonda tartışmaya çıkmaya yanaşır gibi yapıp aniden geri çekilmesi de Erdoğan’ın ikinci bir Yıldırım vakasına tahammülü olmadığını gösterdi zaten. Hakkını yemeyelim İmamoğlu’nun kendisinin rakibi olmadığını söylerken haklıydı ama anlattığı nedenle değil, tam tersine bir nedenle: İmamoğlu Erdoğan’ın rakibi ve bunu iyi biliyor, Kurum’a da kala kala kendi kendisiyle kendisinin parodisini üreterek yarışmak kalıyor. Her halükarda hem Türk siyasetinin hem Erdoğan’ın en büyük hayal kırıklıklarından biri olarak kayıtlara geçecek, Konya ovasının ortasında aniden ortaya çıkan obruklar gibi. Arınç gibi bir ebedi üçüncü adama bile tahammülü olmayan tek adam iktidarının, kendi teşkilatının jeolojik tabakalarında içten içe oluşturduğu boşlukların aniden çökmesiyle oluşan obruk.
NOTLAR
1- REKLAM SİTESİNİ DOSTLARI MI HAZIRLADI?
Kurum adına açılan internet sitesi, sıcak, sempatik, etkileyici görünmek üzere tasarlanmış ama imla hatalarıyla, ifade bozukluklarıyla dolup taşıyor.
2- GAFLAR, POTLAR, DEVRİLEN ÇAMLAR
Çekmeceler
Çekmeceleri karıştırması, Kılıçdaroğlu’nun İBB adaylığı sırasındaki “Kağıttepe” dil sürçmesi üzerinde tepinen iktidara ve medyasına ilahi bir cevap da sayılabilir dilenirse:
Gazze mazlumları
“31 Mart’ta Gazze’deki mazlumlar sevinecek.” Nerden çıktı bu acı suiistimali diye soracak olursak cevap hem kolay hem zor: “İstanbul düşerse Kudüs düşer” belagati bu aklın önceki incilerinden biri.
Ayranı yok içmeye…
“Aynaları da yok bunların…” Bu ağır gaf sırasında, “ayranı yok içmeye” dedikten sonra, hata ettiğini anlayan okul çocukları gibi susup kaldı, heyhat laf ağızdan, ok yaydan çıkmıştı. Aynası olmayan biri vardı kesinlikle ortada.
Ordu Caddesi
Beykoz’un hangi yakada olduğunu karıştırması bir sürçü lisandı belki ama Ordu caddesi ile Ordu ili arasında kurduğu bağlantı ben uydurdum oldu etimolojik ekolüne giriyordu kesinlikle; tabii Ekrem İmamoğlu’nun ve CHP medyasının “Vatan, Millet, Ordu” üçlemesiyle verdiği yanıt (Ki cadde üçlemesinin doğrusu Vatan, Millet, Sakarya) aslında işin tarihsel derinliğini görmeyen yüzeysel bir cevaptı: Roma döneminin ünlü anayolu “Messe”nin bir kısmının adıdır; Messe, merkez yol, ana yol gibi anlamlara geliyormuş. Osmanlıda bu cadde Divanyolu, Yeniçeri ve Ordu caddeleri olarak bölünüyor. Ordu adı yani cumhuriyetten sonraki Vatan ve Millet caddeleri adlandırmaları nedeniyle bir üçleme olsun diye verilmiş değil, daha önceden var.
Ser seran ser çavan
Kampanyasına başladıktan kısa süre sonra Diyarbakırlılarla buluşup Kürtçe “Ser seran, ser çavan” dedikten bir iki saat sonra bu sefer ülkücülerle bir araya gelip “kurt başı işareti” yapması ise bir gaf olmaktan çok, iktidardaki dinci-ırkçı blokun iç şizofrenisinin doğal bir sonucuydu.
3- İLİÇ’TE İNKAR SURETİYLE İKRAR
İliç meselesinde savunmasını, “algı operasyonu” üzerine oturttu; ÇED raporunun nasıl verildiğini açıklamadı gerçekte, “Kapasite artışı Çevre Bakanlığının işi değil” diyerek geçiştirdi meseleyi. Öte yandan şirkete defalarca ceza kesildiğini ikrar ederek inkar ettiklerini kabul etmiş oldu.
4- O NEDEN SEÇİLDİ? BAŞKALARI NEDEN SEÇİLMEDİ?
Aday olarak tercih edilmesi konuşulurken, “Ali Yerlikaya istememiş” lafları döndü ortalıkta lakin Yerlikaya istenmeyeceğini bildiği yeri istememeyi bilir. İki isim daha vardı. Milli Görüş kadrolarının desteklediği Tevfik Göksu ve özellikle darbe sonrası yeni rejimin oturtulması sürecindeki şahin performansıyla hem AK Parti’nin hem MHP’nin geleceğine oynayan Süleyman Soylu. Fakat bunlar ikinci, olmadı üçüncü adamlık davası güdecek karakterler olarak mutlak tek adamlık mimarisine uymazlardı. Kurum ise Erdoğan’ın yükselmesini sağlayan kurucu ekipteki kişilerin ya da işte yukarıdaki üç ismin özelliklerinin tam tersini haiz biri olarak, Erdoğan’ın öncelikli tercihi olma lisansını zaten karakterinde taşıyordu.
5- YÜKSEK LİSANS TEZİ
Yüksek lisans tezi, YÖK’ün internet sitesinde var ama herkesin okumasına açık değil, künyesi şöyle:
İstanbul'da arazi yönetimi gerekliliği ve 1/25.000 ölçekli arazi kullanım planları / The necessity of land management and 1/25.000 scale land use plans in İstanbul
Yazar:MURAT KURUM
Danışman: PROF. DR. NİHAT ENVER ÜLGER
Yer Bilgisi: Okan Üniversitesi / Fen Bilimleri Enstitüsü / Geomatik Mühendisliği Ana Bilim Dalı / Kentsel Dönüşüm Bilim Dalı
Konu:Jeodezi ve Fotogrametri = Geodesy and Photogrammetry ; İnşaat Mühendisliği =
Civil Engineering ; Şehircilik ve Bölge Planlama = Urban and Regional Planningm
6- PİNOKYO DEĞİL ELBET AMA ZÜBÜK DE DEĞİL
CHP Genel Başkanı Özel, “Pinokyo”dan daha kötü olduğunu söyledi Kurum’un, elbette bu kaderini (kukla olarak üretilme) değiştirme mücadelesi içindeki edebi kahramanın Erdoğan’ın çıkarlarına uygun olmadığını iyi biliyordu. Bir de “Zübük” benzetmeleri konuşuldu ama Zübük kendi zübüklüğünü kendi gayretiyle oluşturmuş bir anti-kahraman.