Siz asıl Trump - Erdoğan - Doğan uzlaşmasından korkun

Patron Aydın Doğan, Erdoğan ile inişli çıkışlı ilişkisinde geldiği son sıkışık noktada güvenceyi işte bu Trump yakınlığında bulmuyor olamaz. Doğan ile Trump arasında bu eksende temasların varlığını inkar etmek saflık olur.

Yavuz BAYDAR

Artık sadece gülüyorum.

Hayır, kahkahayla değil, acı acı gülme benimkisi.

Bu kadar cüret, inkar ve yalan karşısında yapılacak tek şey bu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'da El Arab gazetesine konuşmuş.

Oradaki muhabir de, Beyefendi'nin uçağına doluşturduğu, kendisini gazeteci sanan ‘konu mankeni' zevatın sormayı aklından bile geçiremediği  o soruları belli ki sormuş.

Erdoğan da cevapları yapıştırmış:

"Tutuklananlar gazetecilik faaliyetlerinden ya da görüşlerinden değil, hukuku çiğnemelerinden, adi suçlardan tutun da terör örgütlerine mensubiyete kadar uzanan farklı suçlardan dolayıdır."

"Türkiye’de muhalefet, medyası aracılığıyla hükümete en ağır eleştirileri yöneltebiliyor. Bazı yayın organlarının kapatılması yargının verdiği kararlar neticesindedir. Terörle iltisaklı olan, terör propagandası yapan yayın organları kapatılmıştır."

Ve noktayı bir kez daha koymuş:

"Türkiye’de basın özgürlüğü, Batı’daki pek çok ülkeden fazladır!"

Bir önceki yazımda, tıpkı diğer vicdan sahibi Batı medyaları gibi İspanya'da da tüm meslektaşlarımızın bizim başımıza örülen çoraplar, ayaklara takılan prangalar, ayları geçen hapisler, işten atmalar, kapatmalar ve el koymalar nedeniyle ayağa kalmış olduğunu yazmıştım.

İspanyol mevkidaşı ile görüşmeye giden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun orada basınla buluşmasında sahibinin sesi edasıyla ‘tek bir tutuklu gazeteci yok, hepsi terörist, darbeci' masalları anlatması ardından nasıl rezil rüsva olduğunu da yazmıştım.

Ama bu trajikomedi bitmiyor, ve de bitmeyecek.

Reis ne derse o.

Bir papağan sürüsü o ne derse tekrar etmekle yükümlü.

Erdoğan'a göre ‘hepisi de terörist' onların.

Vatan hainleri, darbeciler, casuslar, yıkıcılar, bölücüler.

Aşağısı kurtarmıyor.

Yargı filan da mühim değil, epeydir.

Reis ne derse o.

İyi de, küçük bir problem var.

Bırakın Batılı kuruluşları, bırakın en muhafazakarına varana kadar Batılı siyasileri, bürokratları, yarı-demokrasi veya çeyrek-demokrasi denilen ülkelerde bile bu anlatılanlara ‘anlatın Tayyip Bey heyecanlı oluyor, biraz daha anlatın' diye gülüyorlar.

İşini ciddiye alanlara göre ise durum artık ‘alarm verici' düzeyin de ötesinde.

Erdoğan'ın bilindik nakaratları Katar gazetesine tekrarlamasından bir gün önce Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks'in yayınladığı raporların ‘Türkiye'de İfade ve Medya Özgürlüğü' başlıklı sonuncusu,  '15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal uygulaması nedeniyle daha da vahimleştiğini, OHAL devam ettiği sürece ifade ve medya özgürlükleri ve akademik özgürlüğün önündeki engellerin kaldırılamayacağını' net bir dille ortaya koyuyor.

Belgede durumun 2011’e oranla "ciddi biçimde kötüleştiği" ve "Türk demokrasisi için varlıksal bir tehdit haline geldiği" ifade ediliyor.

‘Varlıksal tehdit' lafı kolay kolay kullanılmaz, rastlayamazsınız.

Muznieks aslında kibarca ‘söyleyecek başka sözümüz kalmadı' demeye getiriyor.

Rapordan bazı noktaları özgün Türkçe çevirisiyle buraya aldım:

  • 1959 ile 2015 yılları arasında bulunan ihlallere ilişkin AİHM’in yayımladığı istatistikklere göre, Mahkeme tarafından verilen toplam 619 adet 10. madde ihlali kararının 258’i Türkiye hakkındadır. Bu, Türkiye’yi diğer bütün üye devletlerden açık ara öne çıkarmaktadır (bir sonraki en yüksek ihlal sayısı olan üye devlet için bu rakam 34’tür).
  • 2011 tarihli raporu takip eden dönemde, Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda gözle görülür bir ilerleme sağlanmıştı.
  • Son derece önemli ve olumlu bir gelişme Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması ve neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından AİHS standartlarına tamamen uygun bir dizi kararın verilmesi olmuştu.
  • Ancak bu olumlu gidişat durmuş ve giderek artan bir biçimde çalkantılı ve zor hale gelen bir bağlamda, yerini geriye doğru gidişe bırakmıştır.
  • 2013 raporunda Komiser, ayrıca, yayın politikalarını değiştirmeleri ve gazetecileri işten çıkarmaları için medya şirketlerine yapılan baskıya temas etmişti. Bu konuda Gezi olaylarıyla ilgili yayınları nedeniyle Sabah gazetesinden Yavuz Baydar’ın ve Milliyet gazetesinden Can Dündar’ın işten çıkarılmaları gibi kamuoyunca iyi bilinen bazı örneklere dikkat çekmişti .
  • Nisan 2016 ziyareti esnasında Komiser’in yaptığı tespitler, Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne dair geriye gidiş ve bariz olumsuz gidişat hakkındaki çok sayıda endişeyi teyit etmiştir. 

  • Türkiye’de medya özgürlüklerinin ve ifade özgürlüğünün kötüye gidişi, 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından Türk hükümeti tarafından ilan edilen olağanüstü halde daha da şiddetlenmiştir. Alınan tedbirler, yürütmeye; sadece kamu sektöründe değil, aynı zamanda medyada veya STK’larda da fark gözetmeden sert umumi tedbirler uygulamak ve bunları herhangi bir delil şartı veya yargı denetimi olmaksızın bir terör örgütü ile "irtibat" veya "iltisak" gibi muğlak kriterlere binaen yapmakta, neredeyse sınırsız bir takdir yetkisi bahşetmektedir.
  • Sonuçta gazeteler, televizyon istasyonları, radyolar ve yayınevlerinin de dahil olduğu 150’den fazla medya organı hiçbir yargı kararı olmadan kapatılmış; varlıkları kararnamelerle tasfiye edilmiştir. Buna paralel olarak, önceki yıllarda büyük oranda düşmüş olan tutuklu gazeteci sayısı katlanmış; gelen haberlere göre bu memorandum yazıldığı sırada 151'e ulaşmıştır.
  • Medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ile ilgili durumdaki kötüleşmenin boyutu ve hızı son derece endişe vericidir.
  • Şirketler, kararnamelerle, ki bunların bazıları yürürlükten kaldırılmıştır, ve sair idari kararlarla kapatıldığından durum son derece karışık olmakla birlikte, Komiser’in önündeki rakamlara göre 11 Ocak 2017 itibarıyla toplam 158 medya şirketi kapatılmış durumdadır. Bu rakam, 45 gazeteyi, 60 televizyon ve radyo istasyonunu, 19 süreli yayını, 29 yayınevini ve 5 basın ajansını kapsamaktadır.
  • Komiser’e göre ne darbe girişimi, ne Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer terör tehlikeleri alınan bu tedbirleri mazur gösteremez. Bu tedbirler Komiser’in tecrübesine göre medya özgürlüğünün eşi benzeri olmayan bir ihlalini sergilemekle kalmamakta, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün ve hukuk güvencesinin açıkça inkarı anlamına gelmektedir.
  • Çok sayıda insan hakkını tehlikeye atmasına rağmen bunlar, Türkiye’de uygulanan olağanüstü halin aşırılıklarının ve müsaade ettiği keyfiliğin en göze batan örneklerindendir.
  • AB Komisyonu İlerleme Raporu’na göre Haziran 2016 itibarıyla 111 786 web sitesi yasaklanmış olup, bunların yalnızca % 2.6’sı bir mahkeme kararına dayanmaktadır. Komiser, Türkiye’de internet sansürü ve web sitelerinin engellenmesi uygulamasının olağanüstü bir şekilde orantısız olmaya devam ettiği görüşündedir.
  • 2011 raporundan bu yana Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğünde yaşanan ciddi kötüleşme, Türk demokrasisi için varoluşsal bir tehdit arz etmektedir. Komiser, mümkün olan en kuvvetli şekilde, Türk siyasi liderlerini bu gidişatı değiştirmeye, terör eylemi olanla eleştiri ve karşıt görüşü ayırmaya başlamaya ve ayrıca demokratik bir toplumda beklenen sorumluluğu ve hoşgörüyü göstermeye çağırır.
  • Bunları süregelen olağanüstü hal döneminde yapmak kesinlikle imkansızdır ve Komiser, yetkilileri, bir kez daha, olağanüstü hali kaldırmaya ve sebep olduğu çok sayıda kabul edilemez ifade özgürlüğü ihlalini, ve özellikle medya özgürlüğü ve akademik özgürlüğü ilgilendirenleri, eski hale getirmeye çağırır.

Bu üst düzey Avrupa Konseyi görevlisinin son raporu çok daha uzun.

Dileyen internetten, bu linkten çevirisini indirip okuyabilir.

Son derece sert ifadeler, elbette ki hem Çavuşoğlu'nu hem Bozdağ'ı hem de Erdoğan'ı bir yandan yalanlarla başbaşa bırakıyor ve uluslararası alanda ters köşeye yatırıyor.

Ama faydası olacağı şüpheli.

Medya düşmanı bir iş adamının ABD'ye başkan seçildiği bir dönemde siyasi akrabalarının farklı davranması beklenemez. Nitekim Venezuela Başkanı Maduro, Trump'ın tavrından cesaret alarak, ‘imam-cemaat' misali, CNN'i ülkesinden kovdu bile.

Bu daha başlangıç.

Daha neler neler göreceğiz neler.

Biz gazetecilerin şu anki önceliği yalanları ve yalancılığı elden geldiği ölçüde teşhir etmek. Hukuk ve adalete, mesleğimize saygıya çağırmak. Duvara çarpsak  da öyle.

Ama mesele karmaşık. Sadece siyasi otorite meselesi değil.

Erdoğan, ‘medya özgür' derken görüşünü şöyle savunuyor:

‘Bize istedikleri eleştiriyi yöneltiyorlar!'

Gazetecilik nedir konusunda kör cahil olduğu için, gazeteciliği sağda solda ahkam kesen köşe yazarlarından ibaret sanıyor. Muhtemel ki bunu söylerken aklında Sözcü gibi kimliği habercilik değil de yorumculuk üzerinde kurulu Sözcü gibi ‘kanaat gazeteleri'nin varlığına sığınıyor.

İfade ve medya özgürlüğü aynı şey değil.

Medyada esas olan haberdir, haberciliktir.

İçerde yatan 151 meslektaşımızın içinde, başta Tunca Öğreten kardeşimiz onlarca haberci, araştırmacı gazeteci var. Hepsi de AKP iktidarının yolsuzluğunu, hırsızlığını, görev suiistimalini haber yaptıkları için önce kovuldular, ardından hapse atıldılar.

Artık haber ajansı da kalmadı nerdeyse. CHA, DİHA, JINHA hepsi kapandı.

Siz istediğiniz kadar ‘eleştiriyorlar' deyin, haberciliği budadınız ve bitirdiniz, bunu kimse yutmuyor artık.

Medyanın bir temerküz kampına döndüğü ortada.

Meselenin bir yönü de bu.

Beni asıl endişelendiren Saray ve AKP'nin yalancılığı değil.

Hürriyet'in Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk'la yapılan söyleşiyi yayınlamaması gelinen en son kepazelik ve alarm noktası.

En başta söylemem gerekeni en sona bıraktım.

Çok endişeliyim.

Bu utanılası sansürün talimatını veren Doğan Grubu patronajı, malumunuz, Trump'ın Türkiye'deki işlerinin ortağı. Trump ailesi ile Doğan ailesi arasında bir yakın dostluk da var.

Patron Aydın Doğan, Erdoğan ile inişli çıkışlı ilişkisinde geldiği son sıkışık noktada güvenceyi işte bu Trump yakınlığında bulmuyor olamaz. Doğan ile Trump arasında bu eksende temasların varlığını inkar etmek saflık olur.

Ama, devran öyle ki, bu temaslar, kendisini farklı açılardan güvensiz hisseden Başkan Erdoğan'ı da ilgilendiriyor. Çünkü o da Beyaz Saray'a ulaşmakta kolaylıklar yaşamıyor.

Korkum nedir biliyor musunuz?

Yepyeni bir ‘çıkarlar birliği' oluşması ve Trump-Aydın Doğan-Erdoğan uzlaşması ile – ittifakı demeye dilim varmıyor –  özgürlükçü Türkiye'den geriye ne kaldıysa çanına ot tıkanması.

Olmaz olmaz demeyin.

Olur mu olur.

Hem de nasıl olur.

_____________________________________________

Yavuz Baydar’ın blog yazılarına aşağıdaki siteden ulaşabilirsiniz.
prizma.wordpress.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi