Sosyologun ardından sosyoloji hakkında

Sosyolojiyi Saint-Simon-Karl Marx-Georges Gurvitch çizgisinde özgürleşmenin bilimi olarak tanımlayan Prof. Kadir Cangızbay, sosyoloji bilme”yi kurulu düzene teslimiyet zannedenlere karşı, sosyolojinin bir özgürleşme öğretisi olduğunu savundu hep.

“Efendim, sosyolojiyi bilmek lâzım, tabiî!” Bu sözün şöyle de bir versiyonu var: “Sosyolojiye bu kadar yabancı olunca, sonuç da böyle olur işte, uyarmıştık!” “Türkiye’nin sosyolojisi bunu kaldırmaz!” da deniyor arada.

Güncel ve gündelik siyâsî tartışmalarda, özellikle popüler ve medyatik kullanımda sık sık bu tür sözlere denk geliyoruz. İnsan biraz yadırgıyor önce, acaba ne demek oluyor bu “sosyoloji” diye. Yâni “sosyolojiyi bilmek”ten kasıt, acaba 19. yüzyılda bu yana ortaya atılmış belli başlı toplum ve siyâset teorilerini bilmek midir? Hani, adında sosyoloji (veyâ yanlış bir Türkçeleştirmeyle toplumbilim) geçen bir takım kitapların içindeki bilgilere sâhip olmak mıdır kasdedilen? Öyle olmadığını anlıyorsunuz. Türkiye’nin toplumsal yapısı, özellikleri, ekonomik değilse de, kültürel düzeyde insanlar arasındaki ilişkilere hâkim olduğu varsayılan bir takım davranış kodlarına atıfta bulunulmak isteniyor.

Tamam da, neden “sosyoloji” deniyor? Eskiden “bu toplumun yapısı”, “Türk toplumunun özellikleri”, “bu toplumun kültürü” veyâ “Türk kültürü” gibi terimler tercih edilirdi. Son zamanlarda bir sosyoloji lâfıdır gidiyor. Doğru bir kullanım mı? Bence değil ama, böyle kestirip atmak da olmaz, biraz daha yakından bakalım isterseniz.

BİR POZİTİF BİLİM OLARAK "SOSYOLOJİ"

Sosyoloji teriminin mûcidi ünlü Fransız düşünür Auguste Comte. Sosyoloji teriminden önce kullandığı tâbir “sosyal fizik”. Çok özet olarak yapmak istediği, toplumu da tıpkı doğa gibi inceleme konusu yapan bir bilim inşâ etmek. Buradaki esin kaynağı da, doğayı gözlem ve deney teknikleriyle inceleyerek, doğa olaylarını açıklamaya çalışan, bizim bugün “fen bilimleri” dediğimiz alanlar. Fen bilimlerinin “pozitif” sıfatıyla ifâde edilen, gözlem ve deneye dayalı açıklayıcı “yasalar” getirmeyi amaçlayan yaklaşımını aynen toplumsal ilişkilere, toplumsal olaylara uygulamayı öngören bir girişim.

19. yüzyıl başlarına denk gelen bu girişimin arka plânında, birkaç yüzyıl öncesinden başlayarak gelişen doğa bilimlerindeki gelişmelerin ve bu gelişmelerin desteklediği sanayi toplumuna geçiş evresini belirleyen teknolojik ilerlemelerin göz kamaştırıcı etkileri yer alıyor. O kadar ki, Auguste Comte’un düşüncelerini geliştirmesinde en önemli etkiye sâhip olan bir diğer önemli Fransız düşünü Saint-Simon, sanayici ve teknokrat kesimin önderliğinde, üretken/üretici toplumsal grupların yönlendirdiği bir toplum tasavvur etmişti. Comte’un sosyal fizik’ten sosyolojiye evrilen girişiminde önemli bir etki.

Sosyolojinin tıpkı doğa bilimleri gibi bir “pozitif bilim” olarak kurulmak istenmesine paralel olarak, iki önemli konuyu gündeme getirdi. Bunlardan ilki, “toplumsal olgu” kavramıdır. Fizik nasıl doğa olaylarını gözlemlemekten yola çıkıyorsa, sosyolojinin inceleme nesnesi de “toplumsal olgu” olmalıydı ama, toplumsal olguyu nasıl tanımlamak gerekirdi. İkinci konu da, sosyolojinin de tıpkı fizik ya da doğa bilimleri gibi, olguları açıklayıcı genellemelere erişmesinin mümkün olup olmayacağı ile ilgiliydi. Daha net olarak söylemek gerekirse, nasıl ki örneğin Newton’un keşfettiği “yer çekimi yasası” gibi doğa yasaları vardı, toplumsal olguları açıklayacak böyle “nesnel” yasalar da olmalıydı ve sosyoloji bu yasaları keşfedebilmeliydi.

Comte, bu bağlamda üç hâl yasası diye bir yasa ortaya attı. Buna göre toplumlar teolojik, metafizik ve pozitif-bilimsel evreler olmak üzere üç evreden geçmekteydi ve üçüncü evre insan gelişmesinin nihâî mükemmellik evresiydi. Bu evrede toplumsal ilişkiler pozitif bilim esaslarına göre düzenlenecekti.

Bizim toplumsal gelişmemizde de Jön Türklerin, özellikle de İttihat ve Terakki’nin adından başlayarak, toplumsal ve siyâsî sorunlara yaklaşımına kadar pek çok alanda etkisini hissettirmiş olan, hattâ Cumhuriyet’in “hayatta en hakikî mürşit ilimdir!” şiârına temel oluşturan bu görüş, sosyoloji alanında “pozitivizm” diye bilinmektedir. Özü, doğa bilimleriyle sosyal bilimlerin aynı metod ve tekniklerle hareket etmeleri gerektiği olarak ifâde edilebilecek olan bu yaklaşımın en önemli temsilcilerinden bir diğeri de Emile Durkheim’dır.

SOSYAL OLGU VE DETERMİNİZM

Durkheim’ın en önemli katkısı, “toplumsal olgu” kavramını yeniden tanımlamasında görülür. Durkheim’a göre insan, dünyâya geldiğinde kendisini, yâni kişiliğini, gelişimini ve davranışlarını belirleyen olgularla çevrilmiştir. Bunlara örnek olarak dil ve hukuk verilebilir. Bir sosyal olgu olarak dil, insanın dünyâya geldiğinde kendisini içinde bulduğu, insanın öğrenmekle ve uymakla yükümlü olduğu kuralları olan bir anlam evrenidir. Dil, kurallarıyla ve anlam evreniyle insanı belirler, tersi mümkün değildir.

Şimdi, bu noktada yazının başına dönecek olursam. Orada tırnak içine aldığım, “sosyolojiyi bilmek lâzım” veyâ “Türkiye sosyolojisi buna izin vermez” gibi ibârelerle kasdedilen, aslında kabaca böyle bir Durkheimcı determinizmdir. Söylenmek istenen, Türkiye’de toplumun adına ister gelenek, ister örf-âdet, ister “töre” deyin, târihî olarak oluşmuş bir takım davranış kodlarına ve ilişki biçimlerine sâhip olduğu ve buna kayıtsız kalmanın veyâ yabancılaşmış olmanın politik sonuçlarının “başarısızlık” olacağıdır.

Sosyoloji ile ilgili bu değerlendirmenin gerisinde, Türkiye’deki sosyolojik düşünceye 20. yüzyılın başlarından bu yana etkili bir biçimde girmiş olduğunu bildiğimiz, özellikle de Ziya Gökalp üzerinden milliyetçi-muhafazakâr kesimde hâkimiyet kurmuş olan Durkheimcı yaklaşımın yattığını biliyoruz. Bu yaklaşımın tanımladığı biçimiyle “sosyoloji”, vâr olan toplumsal ve siyâsî ilişki örüntülerini meşrûlaştıran bir ideoloji niteliğinde karşımıza çıkmaktadır.

Buna karşılık, Comte-Durkheim çizgisi üzerinde gelişen pozitivizmle bağdaşmayan bir başka anlayış, sosyolojinin temeline Saint-Simon’un “toplum emektir, iştir” diye tercüme edilen “La société, c’est le travail” özdeyişini yerleştirmektedir.

Sosyolog Kadir Cangızbay’a göre Saint- Simon bu sözüyle “sosyolojinin ‘besmele’sini, sosyalizmin de ‘amentü’sünü formüle etmiş”tir. Cangızbay’ın haklı olarak “sınıf mücâdelesi”ni görmemekle eleştirdiği Saint-Simon’un önemi, Comte-Durkheim pozitivizminden çok farklı olarak, toplumun insan emeği ile inşâ edilmiş târihî bir oluş, dolayısıyla da sürekli bir değişim içinde olduğunu göstermiş olmasında yatmaktadır.

ÖZGÜRLEŞMENİN BİLİMİ OLARAK SOSYOLOJİ

Kadir Cangızbay, bu tesbitiyle aslında sosyolojik düşünce içindeki iki farklı eğilim arasındaki gerilimi de açığa vurmuş olmaktadır. Bu eğilimlerden biri, sosyolojinin temel sorusunu “toplumlar nasıl oluyor da zaman içinde varlıklarını muhafaza edebiliyorlar?” biçiminde formüle ederken, diğeri “toplumsal değişme nasıl açıklanabilir?” sorusunu esas almaktadır. Birinci soruya ağırlık veren “sosyoloji”ler, yapı, işlev, fonksiyon ve nihâyet dayanışma gibi kavramlarla teorilerini ortaya koyarken, ikinci soru açısından öne çıkan kavramlar ise diyalektik, farklılaşma, eşitsizlik, sömürü ve çatışmadır.

Kadir Cangızbay, ikinci yaklaşımı Saint-Simon/Karl Marx hattı üzerinden inşâ ettiği ve daha çağdaş bir düşünür olarak Georges Gurvitch’e bağladığı bir sosyoloji olarak tasavvur etmiştir. O’na göre sosyoloji, insanın hayvandan -veyâ bâzen bu anlamda kullandığı “yaratık”tan- farklı, toplumu emeğiyle inşâ eden ve değiştiren, özetle târih yapan bir özne olarak kavranmasını gerektirir. Bu kavrayış, Gurvitch’den mülhem olarak, insanın doğanın determinizmlerini aşmaya yönelik bilinçli üretim faaliyetini sosyolojinin temeline yerleştirir. Sık sık Sait Halim Paşa’dan, kendi tâbiriyle “meâlen” alıntılar yapan Kadir Cangızbay, bu bağlamda, bâzen “Târih boşuna yaşanmış bir deney değildir” derken, bâzen de “insanla hayvan arasında bir fark olmasaydı, insanı anlamak için sosyolojiye gerek kalmaz, zooloji yeterdi!” deyişini kullanmıştır.

Kadir Cangızbay için sosyoloji bir bilimdir ama bu bilim, pozitivizmin insanı tâbi konumda kabûl eden teknik bilimi değil, insanın emeğiyle kendini özgürleştirmesinin bilimidir ve bu yönüyle de eşi benzeri olmayan bir bilimdir. Bir diğer deyişle, Kadir Cangızbay’a göre bir tek sosyoloji vardır o da Saint-Simon-Karl Marx-Georges Gurvitch çizgisinde oluşmuş olan, özgürleşmenin bilimi olarak sosyolojidir.

Cangızbay’ın bu sosyoloji anlayışının Türkiye toplumuna ve siyâsetine dâir çok ciddî değerlendirmelere varmış olması sürpriz değildir. Aydınlanma’nın ürünü, Fransız Devrimi üzerinden insanlığa armağanı olan “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” şiârının ciddîye alındığı takdirde nasıl bir siyâsî sonuç doğurması gerektiğini, Cumhuriyet’e yönelik eleştirel yaklaşımıyla ortaya koymuş olan Cangızbay, bu bağlama oturan Kürt sorunu ile ilgili bir değerlendirmesinde, bir zamanlar revaçta olan “çözüm süreci”nin “kardeşlik projesi” olarak sunulmasını eleştirerek, şöyle yazmıştı:
“Her şeyden önce ‘kardeşlik’, planla projeyle tesis edilebilecek en son şeydir; zira kardeşlik,
ancak eşitlik temelinde var olabilir. Planın, projenin var olduğu yerde ise, planı projeyi
tasarımlayan, çizen ve uygulayan ile proje üzerlerinde uygulanacak olan arasında hiyerarşik bir ilişkinin, yani üstlük-astlık ilişkisi bulunduğu peşinen kabul edilmiş, böyle bir ilişki bidayette yoksa bile projenin uygulanması sonucunda ortaya çıkması öngörülüyor demektir.”
(Post-Modern Pre-Modern’i Öpüyor: Siyasal İslâm, s. 327).

Sosyoloji bilme”yi kurulu düzene teslimiyet zannedene karşı, sosyolojinin bir özgürleşme öğretisi olduğunu göstermeye çalışan Cangızbay’ın yıllar öncesinden yaptığı bu tesbitin haklılığı bugün daha belirgin bir biçimde önümüzde durmuyor mu?

* * *

Prof. Dr. Kadir Cangızbay 22 Temmuz’da vefat etti. Eserleriyle ve yakınlarının anılarında bizimle birlikte olmaya devam edecek. Mekânı cennet olsun!

Levent Köker: Ankara Hukuk Fakültesi mezunu (1980). Yine Ankara'da, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Siyaset Bilimi doktorası yaptı (1987). Gazi Üniversitesi'nde, Siyasal Teoriler doçenti (1990) ve Genel Kamu Hukuku profesörü (1996) oldu. ODTÜ, Bilkent, Atılım ve Yakın Doğu üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. 1997'de Yakın Doğu Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Kurucu Dekanlığını üstlendi. Oxford , Princeton, New School for Social Research ve Northwestern (2017-18) üniversitelerinde konuk araştırmacı olarak çalıştı. Barış İçin Akademisyenler'le birlikte "Bu Suça Ortak Olmayacağız" beyanında bulunduğu için, Yakın Doğu Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı (2016). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İki Farklı Siyaset, Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye adlı kitapların yazarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Levent Köker Arşivi