Nazım Alpman
Türkiye’de siyasetin ekosistemi
Korona virüs salgınıyla birlikte, doğa korumacıların, çevrecilerin, ekolojistlerin ne demek istediklerini "anlar gibi" olduk.
Gezegenimizin ekosistemi/yerel ekosistemleri ciddi biçimde bozulmuştu. Bu hoyratlık alabildiğine devam ediyordu.
Bilimsel metinler "kalın kafalar" için yeterince ikna edici olamıyor. Açık ve net olarak anlayabileceğimiz örneği Coşkun Aral’dan verelim. Coşkun anlatmıştı…
Bir sahil kentimize Afrika’dan palmiye ağaçları getirilmiş. Palmiyelerin içinde küçük kurtçular yaşıyorlar. Bu kurtçukları yiyen kuşlar var. Yerel yönetim palmiyeleri alırken içlerindeki kurtçukları da ülkeye getiriyorlar. Ama kuşlar Afrika’da kalıyorlar! Kurtçuklar hızla çoğalıp palmiyeleri çürütüyorlar. Hatta komşu ağaçlara da sıçrıyorlar. Sessiz bir çevre felaketi yaşanıyor.
Ekosistemi iyi anlatan bu örnek yaşayarak öğrenen toplumlar için güzel bir ders olarak orta yerde duruyor.
Doğa bu uyumu sağlıyor. Araya girmemek lazım.
Ülkemizin de kendi içinde gayet güzel işleyen "siyasi bir ekosistemi" olduğu net biçimde görülebilir.
21 Temmuz 2020 tarihinde "101 Aksaçlı" aydın, yayınladıkları ortak bildiride demokrasi, hukuk, adalet, ifade ve basın özgürlüğü, gençlerin geleceği üzerine güzel şeyler talep ettiler.
Kendilerine "Aksaçlı" diyenlerin büyük çoğunluğu ilk gençliklerinden itibaren bu talepler için mücadele etmişlerdi. İçlerinde uzun hapislikler yaşamış, sürgünlere gitmişler, ağır mağduriyetlere muhatap olmuşlar vardı.
Tarih akıyor, dönemler değişiyor, zaman geçiyor ama sorunlar olduğu yerde duruyordu.
1940’ların ikinci yarısında ülkede tek parti dönemi sone ererken, özgürlükler vaadiyle Demokrat Parti (DP) iktidara yürüyordu. Umut dağıtıyordu. Aydınlar CHP’nin tek parti döneminde çok çile çekmişlerdi.
14 Mayıs 1950 Seçimlerini DP kazanınca ülke siyasetinde "güller açacak" sanılıyordu. DP iktidara sağlamca oturunca ilk olarak solcu aydınların üzerine yürüdü. "1951 Komünist Tevkifatı" olarak tarihe geçen operasyon yapıldı. 26 Ekim 1951’de başlayan tutuklamalar sonunda 167 aydın askeri mahkeme önüne çıkarıldı. Tümü mahkumiyetler aldı.
DP’nin on yıllık iktidarı döneminde "tehlikeli kişi" damgası komünistlerden "Kurtuluş Savaşı Kahramanı" İsmet Paşa’ya kadar herkese vurulur olmuştu.
1960’ların sağcı yıldızı Adalet Partisi lideri Süleyman Demirel idi. O da özgürlük vaadiyle gelmişti. Bütün mesaisi demokrasi ve özgürlüklere karşı verdi.
Solcular ise yine aynı taleplerle yollarda, fabrikalarda, tarlalarda işçi-köylü, kısaca emekçiler; uzunca geniş halk kitleleri için mücadeleye adamışlardı kendilerini.
Sağcı Demirel Hükümeti ülkeyi yine bir askeri darbenin duvarına getirip bırakmıştı. Demirel parlamentoda kaldı, idamlar için el kaldırdı. Okkanın altına giden yine solcular oldu!
1970’lerde solcular demokrasi ile birlikte sosyalizm de talep ediyorlardı. Sağcılar ise bu talepleri köhnemiş TCK’nın 141-142. Maddeleriyle karşılıyorlar solcuları hapse atıyorlardı.
1980’de yine askerler çıkageldiler. Sola ait ne varsa üzerinden silindirle geçtiler. 50 kişiyi astılar.
1983’te Turgut Özal geldi, demokrasiyi inşa etmek iddiasıyla. Siyasi yasaklar devam etsin mi, etmesin mi? Bu soruyu referandum maddesi yaptı. Solcular Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanıp içeri atıldılar.
1990’larda Süleyman Demirel bu kez "Demokrasinin Babası" olarak sahadaydı. Terörle Mücadele Kanunu ağzını açan solcuyu içeri tıkıyordu.
2000’li yıllar yine parlak bir sağcı-demokrat liderle toplum önüne çıktı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) "Hah bu sefer sağcılar demokrasiyi getirecekler galiba" dedirtmişti.
2020’ye varıldığında solcu aydınlar demokrasi-özgürlük-adalet talepleriyle yine alanlardalar…Diğerleri hapisteler. Hapiste olmayanlar, sürgündeler. Sağcı iktidar son sesleri de kısmak için var gücüyle çalışmalarını sürdürüyor.
Ülkenin kadersiz döngüsü böyle… Sağcılar umutla geliyor, solcuları tutukları gibi, içeri atıyor. Dışarda kalanlar "demokrasi" diye haykırıyor.
Bu nasıl bir şey diye şaşkınlıkla bakanlar bir ülkenin doğal dengesini görüyorlar:
-Türkiye’de siyasetin ekosistemi!