Ümit Kardaş
Türkiye Mahkemesi nihai mütalaası: Yargı bağımsızlığı ve adalete erişim
Türkiye Tribünal (Mahkeme), bir devletin yargı sistemine tabi düzenli bir mahkeme olmadığı gibi bir antlaşma veya uluslararası bir kuruluş tarafından kurulmuş bir mahkeme de değil.
Sivil toplum tarafından kurulan ve temel haklarının ihlal edildiği iddia edilen kişilere tanınırlık, görünürlük ve söz hakkı vermek için bir araç ve platform görevi gören bu mahkeme bir mütalaa mahkemesi olarak işlev görmekte.
Mütalaa Mahkemesine, ilgili spesifik yasal çerçeve temelinde, bireyleri veya birey gruplarını ve bir bütün olarak toplumu doğrudan etkileyen ve ciddi şekilde ilgilendiren son derece sorunlu olayları veya durumları incelemesi için başvuruda bulunulur.
Mütalaa Mahkemesi, üst düzey uzmanlıklarıyla tanınan farklı geçmişlerden ve yasal geleneklerden uzmanlar, sosyal aktörler ve akademisyenlerden oluşan uluslararası bir ağ etrafında kurulur.
Mütalaa Mahkemesi meşruiyetini, bir yandan, yargıçlarının ve raportörlerinin bağımsızlığından ve yetkinliğinden, diğer yandan, mevcut uluslararası hukuk belgelerine atıfta bulunarak, insan hakları ve halkların haklarının açık ihlallerinin yaşandığı gerçekler hakkında ifade veren tanıkların geniş katılımını içeren vicdani zorunluluktan almakta.
Mahkemenin soruşturma yetkisi olmadığı gibi mütalaası da bağlayıcı değil. Bu nedenle Türkiye Mahkemesi’nin nihai mütalaası , Türkiye'deki insan haklarının durumu hakkında farkındalık yaratmak için güçlü ahlaki otoriteye sahip bir bilgi kaynağı olarak hizmet etmekte.
9 Ağustos 2021’de tüm raporların ve programın resmi bir kopyası, kayıtlı posta yoluyla Cenevre'deki Türkiye Büyükelçisi’ne gönderilerek, Türk hükümeti, raporlara ilişkin gözlemlerini sunmaya davet edilmiş, Türkiye bu davete icabet etmediği gibi, 17 Eylül 2021 Cuma günü Cenevre'deki Türkiye Büyükelçiliği'ne bu anlamda ikinci bir mektup daha gönderilmiş ancak Türkiye buna da herhangi bir cevap vermemiş.
Tribünal, bu konudaki nihai mütalaasını, Türkiye'nin yargı sistemi, uluslararası koruma altındaki bağımsızlık ve tarafsızlık standartlarına uygun olarak değerlendirebilir mi?, Türkiye yargı sistemi, insan hakları ihlallerinde adalete tam erişim ve etkin yargı koruması sağlayan bir sistem olarak değerlendirebilir mi? soruları üzerinden oluşturmuş durumda.
Nihai mütalaanın dayandığı yargının bağımsızlığı ve adalete erişim ile ilgili raporda, Aralık 2013'te Türkiye'de hukukun üstünlüğünün bozulmaya başladığı, 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminin de yargı bağımsızlığının aşınmasını ve hukukun üstünlüğünün gerilemesini hızlandırdığı belirtilmiş.
Rapor, 2014 ve 2016 yılları arasında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, hakim ve savcıların büyük çapta yer değiştirmesi, yeni mahkemeler kurulması ve yeni hakimlerin atanmasıyla uğraştığını, hükümet tarafından beğenilmeyen kararları kabul eden veya soruşturmaları yürüten birden fazla hakim ve savcının tutuklandığını ve gözaltına alındığını ortaya koymakta.
Raporda, 20 Temmuz 2016'da olağanüstü hal ilan edilmesinden sonra, yargının işleyişine ilişkin anahtar konumundaki mevzuat maddelerini değiştiren OHAL kararnamelerinin kabul edildiği, OHAL kararnamelerinden birine dayanarak, Anayasa Mahkemesi’ne (kendi üyeleri ile ilgili olarak) ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (tüm alt mahkeme hakimleri ve savcıları için) darbe girişiminden bir gün sonra Kurul tarafından onaylanan bir listede yer alan "şüpheli" hakim ve savcıları görevden alma yetkisinin verildiğini belirtmekte.
Rapor, binlerce hakim ve savcının toplu olarak görevden alınmasının, kendilerine bireysel olarak doğru dürüst suçlamalar yapılmadan ve asgari usul gereklilikleri olmadan gerçekleştiğini, ayrıca destekleyici kanıt olmadan terör örgütüne üye oldukları şüphesiyle duruşma öncesi gözaltına alınıp, yetkisiz sulh hakimleri tarafından tutuklandıklarını ve çoğunun cezaevinde kötü muameleye maruz kaldıklarını ortaya koymakta.
Raporda, olağanüstü halin, yargı bağımsızlığının korunmasında ve hukukun üstünlüğünün teşvik edilmesinde rol oynayan bağımsız hakim derneklerini kapatmak için bir bahane haline geldiği, iki derneğin kapatıldığı ve bunlardan birinin başkanının tutuklanarak 10 yıl hapis cezasına mahkum edildiği, hükümete yakın olduğu düşünülen en büyük derneğe ise dokunulmadığı belirtilmekte.
Rapor ayrıca, 2017 'de yürütmenin Anayasa Mahkemesi üzerindeki etkisini artıran ve üyelerinin seçim ve atama prosedürlerini değiştirerek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu tam siyasi kontrol altına alan on sekiz Anayasa değişikliğini belgelerken, bu bağlamda, bağımsızlığından mahrum bırakılmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Türkiye'nin çoğu şeffaf olmayan bir seçim süreciyle ve yeterli eğitim almadan yeni hakim ve savcıları büyük ölçüde işe aldığını, yeni atanan hakimlerin de sürekli zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulduğunu, Ağustos 2018'de olağanüstü hal kaldırılmasına rağmen , hakim ve savcıların üzerindeki siyasi kontrole ve zorla transferlerine son verilmediğini göstermekte.
2019 yılında 4.027 hakimin yerleri gerekçe gösterilmeden değiştirilmiş durumda. Nitekim BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Özel Raportörleri tarafından Türk Hükümeti'ne gönderilen ve Türkiye'nin terörle mücadele yasal çerçevesinin hükümete yargı üzerinde aşırı yetki verdiği ve böylece yargının bağımsızlığını baltaladığı vurgulanan 26 Ağustos 2020 tarihli ortak mektup da bu tespitleri doğrulamakta.
Rapora dayanan nihai mütalaada, Türkiye'de adalete etkin erişim sorununa ilişkin olarak, 2014 yılının başlarında, avukatlara ve insan hakları savunucularına yönelik tehditlerin, esas olarak terörle mücadele cezai hükümlerinin kötüye kullanılması yoluyla başladığı, darbe girişimi sonrasında 615 avukatın tutuklandığı ve 1.600 avukatın terörle ilgili suçlamalara dayanarak kovuşturma ile karşı karşıya kaldığı, avukatların tutuklanıp gözaltına alınmasının, tutukluların bir savunma avukatına erişimi oldukça zorlaştırdığı belirtilmekte.
Özellikle terörle mücadele davalarında, savcıların avukat - müvekkil gizliliğini askıya alma ve tutuklulara belirli bir süre için avukat erişimini engelleme yoluyla savunma hakkının gerekçesiz sınırlamalarına dikkat çekilirken, gözaltı, tutuklama ve mahkûmiyetleri destekleyen güvenilir kanıtların genellikle eksik olduğu, 2018 'de kabul edilen terörle mücadele mevzuatı kapsamında yargılama öncesi gözaltı ve tutuklamanın bir ceza türü haline geldiği, duruşmaların genellikle video konferans yoluyla veya kapalı duruşma salonlarında yapıldığı ve gizli tanıklar kullanıldığı tespitleri yapılmakta.
Raporda, yürütmenin kararlar üzerindeki algılanan etkisi ve 28 Haziran 2014‘de yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile oluşturulan sulh ceza hakimlerinin yargı yetkisi ve uygulamasının endişe uyandırdığı, kapsamlı yetkilere dayalı (arama emri çıkarmak, bireyleri gözaltına almak, web sitelerini engellemek veya mülke el koymak gibi) kararları bir yüksek yargı organı yerine yalnızca bir hakimin vermesinin ve verilen kararların başka bir tek hakimli kurum tarafından gözden geçirilmesinin ve kararlarda bireye yönelik somut gerekçe yerine genel kalıplar kullanılmasının adalete erişimi engellediği belirtilmekte.
Ayrıca bu uygulamaların, olağanüstü halin kaldırılmasından bu yana tutuklanan, gözaltına alınan veya hüküm giyen birçok avukat ve insan hakları savunucusu davasında izlendiği bildirilirken, tutukluların serbest bırakılmasına yönelik birden fazla kararın uygulanmadığı, tahliye kararlarının yürütmenin yorumlarını takiben hızlı bir şekilde geri alındığı değerlendirilmiş durumda.
Söz konusu tespitlerin hakim bağımsızlığı-tarafsızlığı ve adil yargılanma hakkını ortadan kaldırdığı açık. Müdafi olarak bulunduğum bir davada sanıklardan bir kısmının tahliyesi üzerine aynı akşam yürütme organından ve medyadan gelen baskılar sonucu salıverme kararlarının geç saatlere kadar uygulanmadığına , sanıkların cezaevlerinden yeni delil bulunmadan polis tarafından uydurma suçlarla gözaltına alınıp, mahkemece hukuksuz bir şekilde tutuklandıklarına tanığım.
Daha vahimi tahliye kararlarını veren mahkeme başkan ve üyeleri üç gün içinde başka yerlere tayin edilerek cezalandırıldı. Sanıklar tabii hakim ilkesine aykırı bir şekilde kurulmuş mahkemede yeni heyet tarafından yargılandılar. Yaşanan hukuk faciası 50 yıllık hukukçuluk hayatımda yaşadığım en büyük hayal kırıklığıydı. Devam edeceğim.