Yavuz Baydar
Türkiye'ye 'dar kara gömlek' giydirme projesi
Şurası kesin: 'Seçimler yılı' 2019'a kadar Erdoğan'ın her günü ince bir hesapçılıkla değerlendirdiği, eskisine taş çıkartacak bir siyaset ve sosyal mühendislik dönemi yaşayacağız.
Erdoğan 16 Nisan'da yandı, bitti, kül oldu, sonu geldi, geriye sayma başladı, uzatmalara girdi vs söylemlerden uzaklaşıp bundan sonra neler olabileceğine gerçekçi gözle bakmakta, sağlıklı bir fikir jimnastiğine girmekte yarar var.
Nedir olası senaryolar?
Öncelikle zemini iyice tanıyalım.
Celal Başlangıç ve Fehim Işık'ın altını çizdiği gibi 30 Ekim 2014'te yapılan 10 saatlik 'tarihin en uzun MGK toplantısı', sadece Kobane olayları ardından devletin reflekslerini bir araya toplamayı değil, AKP'yi de devletin anti-Kürt nüvesi içine entegre etmeyi de sağlamıştı. 7 Haziran'da AKP şayet anayasal çoğunluğu sağlayacak güçle çıksaydı, belki barış masasını devirmeyecek, ama HDP eksenine karşı üstünlük sağlamışlık algısıyla süreci tek taraflı olarak yönlendirmeyi, diz çöktürerek kabul ettirmeyi deneyecekti.
Olmadı. MGK ardından seçimlere parti olarak katılma kararı alan HDP, TBMM'ye 80 milletvekili ile girince Ankara'nın geleneksel kurum kimyası bozuldu; Erdoğan-Baykal görüşmesinden kısa bir süre sonra - evvelce Kılıçdaroğlu'nun ben de dahil bir grup gazeteciye, dün de Ahmet Türk'ün Al Jazeere'ye söylediği gibi PKK'nın yapmadığı bilinen - Ceylanpınar hadisesi bahanesiyle Erdoğan masayı paldır küldür devirdi.
Ardından 1 Kasım AKP'ye ezici çoğunluğu getirdi, ama yetmedi, bir yandan Kürt illerinde kan gövdeyi götürürken, diğer yandan da 50 HDP'li milletvekilinin dokunulmazlığı, aralarında CHP'lilerin de olduğu bir çoğunluğun (376) oylarıyla 20 Mayıs 2016'da kaldırıldı.
Ana muhalefetin bu oynak tavrında 'tarihi MGK'nın artçı etkisi var mıydı?
Meşru bir soru ve belki bir gün cevabını alacağız.
Ondan sonrası, Erdoğan'ın gün be gün güç temerküzüne giderken, 'eski' ile 'yeni' devletsi siyaset bileşiminin harcını kardığı, devletçi ittifakı damıttığı bir süreci ifade etti. AB ile kapıları aralamaya çalışan, kendi etkinlik alanını zorlayan Davutoğlu tasfiye edildi ve sıra en önemli aşamaya geldi dayandı: TSK içinde Batı ittifaklarına yakın duran, Suriye ve Kürt siyasetinin gidişatında istikrarsızlık ve TSK’nin imaj kaybı gören en üst rütbeli kadronun YAŞ'ta tasfiye edilmesi.
Ama araya bir darbe teşebbüsü girdi, hala arka planı ve kim tarafından öncülüğünün üstlenildiği anlaşılamayan, Meclis'te komisyon raporunu engelleyecek ölçüde karmaşık olan bu hareket sonucunda Erdoğan'a ve onun etrafında toplanmış olan Avrasyacı devlet ricaline gün doğdu. OHAL hemen devreye sokuldu ve muazzam, tektipleştirici bir tasfiye harekâtı başlatıldı. Halen de devam ediyor.
Resmi devlet söylemini, üretilmiş yapay mitleri bir yana bırakıp bakınca görüyoruz ki, 2014 Ekim'i itibarıyla Erdoğan ile Saray kliği, diğer yanda TSK içindeki Avrasyacı-Ulusalcı kesim, MHP ve geleneksel CHP üst kadroları arasında bir mutabakat oluşmuş idi:
Kürt Siyasal Hareketi'nin kemikleşmiş, yaygın tabanı bir yanda; ona hiç değmeyen, hatta yer yer çekişme ve ihtilaf halindeki Gülen Cemaati tabanı öbür yanda (dikkat ediniz 'taban' diyorum), kendi başlarına ifade ettikleri değişim dinamikleri itibarıyla, Erdoğan ekseninde kristalize olan 'eski-yeni devletçi karma'yı tehdit edici, zorlayıcı, ve dolayısıyla da muhakkak ezilmesi ve tasfiye edilmesi gereken sosyal gruplar idiler. Bunlara medya ve akademia içinde, bir yandan değişim yanlısı, öbür yandan da yolsuzluklara isyan eden sol, Kürt, liberal ve cemaatçi unsurlar da eklenmişti.
Bugün gelinen noktada, bu mercekle baktığımızda ezilenin ve mağdur edilenin kimliğini de net görüyoruz, yeni kurulan zulüm düzeninin bileşenlerini de aşağı yukarı okuyabiliyoruz.
İster sevin ister sevmeyin, tasvip edin etmeyin, 'ama öyle ama böyle' diye itiraz edin, sonunda hadise budur.
Haziran 2013 Gezi'den başlayıp, 17-25 Aralık 2013'te iyice kabaran, Kobane ile farklı bir yerden patlak veren, 30 Ekim MGK'sinden itibaren de ters refleksler dizgesini devreye sokarak 1 Kasım 2015 ve en son da 15 Temmuz 2016'da hız kazanan bu süreç, Türkiye'nin normalleştirici ruhunun köküne kibrit suyu ekilmesini, CHP'nin 'talim terbiyesi'ni ve değişim isteğini ifade eden tek parti olan HDP'nin belkemiğinin kırılma hamlesini beraberinde getirmiştir. Bu süreçte, idari yapılar ile eğitim, maliye ve yargıda bağımsız ve yenilikçi kadroların tasfiyesinin ardından ikame edilen kadroların da 1980'lerin ilk yarısını hatırlatır biçimde ülkücü-mukaddesatçı ve düpedüz ulusalcı-faşist, kayıtsız şartsız itaatkar unsurlarla doldurulmasını da bu 'yeni uzlaşma' resmine ekleyebiliriz.
Tablo bu. Eğer tablo bu ise, referandumun tartışmalı sonucu da, sonrasında ana muhalefetin anlamsız olduğu apaçık legalist tutumu da, yargının kayıtsızlığı da, Erdoğan ve Yıldırım'ın kendinden son derece emin halleri her şeyi açıklıyor.
Peki, bundan sonra ne bekleyebiliriz?
Fikir jimnastiğine girelim.
Bir erken seçim beklemeyin. 'Hile yapıldı!' toz dumanı yatışıyor ve CHP'nin 'hayır'cıların sokağa inmesine oralı olmaması, tam da Erdoğan'ın beklediği gibi, Meclis'in araçsallaşmış kompozisyonunu bozmadan, OHAL eşliğinde, 'otoriter siyaset dizaynı imkânını sağlıyor.
Erdoğan'ın artık bir meşruiyet sıkıntısı yok, olmayacak. Ona göre iş bitti; itirazı olan OHAL'in sillesini yer. Dışarda ise, tek pürüz, AB ve Avrupa Konseyi. Ama orada da, yaptırım gücü olmadığı için, öbür yandan ticaret ve kar kaygısı Avrupa şirketlerinin birincil gündem maddesi olduğu için, mülteci meselesi seçimlere giden Almanya'da CDU siyasetini yalıttığı için, Erdoğan'ın yoluna takoz koymak isteyen çıkmayacaktır.
Hal böyle iken Erdoğan'ın bundan sonra bakacağı şey, Mayıs sonunda başına geçeceği partide ince mühendislik yapmak, 2019 seçimlerine kadar AKP iktidarının tek başına yürümesinin olasılıklarını ölçmektir. Erdoğan'ın AKP'yi geleneksel DNA'sından daha da uzaklaştırarak, MHP zihniyetini de içine almış, devletçi-mukaddesatçı-milliyetçi-militarist bir merkez vizyonuna oturtacağını sanıyorum. Bunu kendi bekasının önkoşulu olarak görüyor, 2014 sonbaharından beri bunu anladı.
Tabii ki gelişmelerin yönünü, beklenmedik neler olabileceğini bilmiyoruz. Ama Batı ile ve Suriye'de Kürt eksenli kriz büyürse, bu durum Erdoğan'ı MHP ile koalisyona itecek, o da bundan gocunmayacaktır. Çünkü bu hamle, belli bir devlet kesimin epeydir beklediği bir alaşımdır; ayrıca MHP erirse bu Erdoğan ve ekibinin lehine olacaktır.
Kimsenin hesaba katmadığı bir başka olasılık daha var: Diyelim ki kriz dış politikadan ekonomiye sıçradı, derinleşti, acil hal aldı. Olmaz olmaz demeyin, kendimizi birden AKP-CHP-MHP üçlemesiyle, bir milli koalisyon formatlamasında da bulabiliriz.
Dönelim MHP'ye.
Akşener'i ciddi bir tehdit olarak görmüyor Erdoğan. Milliyetçi tabanın bölünmesinden yararlanma kabiliyetine fazlasıyla sahiptir.
Burada bana göre tek bir bilinmeyen var.
Parti liderliğine geldikten sonra acaba AKP içinde kendisine rakip olabilecek büyük isimleri, aksaçlıları ne ölçüde dışlayacak veya tasfiye edecek Erdoğan? Ve buradan hareketle, 2019'da Abdullah Gül'ün, karma 'hayır' cephesinin ortak adayı olarak ortaya çıkmasının önüne nasıl bir engelleyici yol haritası koyacak?
Bence esas olarak bunu düşünüyor.
İkinci dikkat edilmesi gereken husus, referandum ardından altı ay içinde TBMM'den geçmesi beklenen uyum yasalarıyla ilgili AKP, MHP ve bilhassa da CHP'nin nasıl bir koreografi sergileyeceği.
7 yasada 150'ye yakın madde değişecek; buna ek olarak Meclis İç Tüzüğü de gözden geçirilecek.
Odak noktası, Seçim Yasası, esas olarak da seçim barajı...
Bugün basına yansıyan bazı yorumlardan AKP ve MHP'nin yüzde 5 üzerinde anlaşmaya doğru ilerlediğini anlıyoruz, ama bu konuda netlik yok. Ve eğer mesele HDP'nin 7 Haziran'daki gibi güçlü şekilde Meclis'e girmesinin önlenmesi ise pilav daha çok su kaldıracak demektir.
Bu yüzden bundan sonra sık sık dar bölge ve daraltılmış bölge gibi kavramları duyar olacağız.
Bu noktada, 11 milletvekili hapiste olan, teşkilat yapısı tutuklamalarla zayıflamış HDP'nin nasıl bir çizgi izleyeceği de merak konusu.
Son günlerde bazı çevrelerden, AYM'nin uzun tutukluluklar ile ilgili bir emsal karar açıklayacağına dair söylentiler kulağıma geliyor. Meral Danış Beştaş'ın bugünkü açıklaması da belki bu duyumu teyit eder biçimde yansıtıyor.
Sütten ağzımız yandığı için bekleyip göreceğiz.
Kuşkuyu ve ihtiyatı elden bırakmamak gerek. Eğer böyle bir tahliye hamlesi gelirse, ve tüm siyasi tutukluları kapsamak yerine sadece seçilmiş bazı kesimleri kapsarsa bileceğiz ki yeni bir 'böl, parçala, çakıştır, yönet' dalgası uygulamaya konuşmuştur.
HDP cenahında eğer bir masaya dönüş umudu varsa, birtakım aracılar laf taşımaya başlamışsa, denklem ve mantık bellidir:
AKP, 2019'a kadar MHP ile ayakta kalmayı tasarlamışsa, çözüm sürecini bırakın, bunun lafı bile abes kaçacaktır.
Çünkü 2014'ten beri kurgulanan yeni ceberrutizm modeli, arka planda sadece MHP'yi barındırmıyor; onun etrafında ortak paydası Kürt kimlikli siyaset karşıtlığı olan farklı alt kimliklerdeki savaşçı şahinler, eli kanlılar, tektipçiler ve uluslararası tecritçiler var.
Kısacası, ülke üzerindeki karanlık daha da koyulaşacaktır.
Kaçınılmaz görünüyor.