Ukrayna meselesi

Montrö olmasaydı zırhlılar gerilimin en sıcak günlerinde Boğazlar’dan geçecek ve Rus savaş gemileri ile olası bir çatışmalarında geçişine izin veren Türkiye de sorumlu tutulabilecekti.

Uzun süredir buzdolabında bekleyen Doğu Ukrayna sorunu ABD yönetiminin Rusya'yı çevreleme stratejisi çerçevesinde bir anda sıcak bir gündem haline getirildi. Ukrayna ordusu ve neo-Nazi milis gruplarının Donetsk-Luhansk (kısaca Donbas) bölgesinde ilan edilmiş ‘halk cumhuriyetleri’ni ezmek amaçlı yığınağını fark eden Rusya muazzam ölçekte bir kara gücünü Ukrayna sınırına yığarak yanıt verdi. Rusya'nın asker yığınağının çapı sadece Donbas bölgesini değil doğrudan Kiev’i hedef alabileceğini işaret ediyordu (Tıpkı geçmişte Gürcistan'da yaşandığı gibi). Ukrayna planlarını ertelemek durumunda kaldı ancak NATO üyeliği talebini güncelleyerek arkasına ABD askeri desteğini almaya çalıştı. NATO üyeliği talebi AKP iktidarı tarafından da desteklendi

ABD'nin bu gerilim ortamında Karadeniz'e Boğazlar üzerinden 2 savaş gemisi yollamak istemesi Rusya'ya karşı açık bir gözdağı idi. Montrö Sözleşmesi'nin getirdiği hükümler Karadeniz'e kıyısı olmayan devletlerin boğazlardan geçirecekleri savaş gemilerini 15 gün önceden Türkiye'ye bildirmesini öngörüyor, ayrıca bu gemilere tonaj sınırı konuyor ve Karadeniz'de kalabilecekleri azami süreyi 21 günle sınırlıyor. Montrö’nün getirdiği bu sınırlamaların Karadeniz'de barışın korunması açısından ne denli hayati olduğu bu krizde de görüldü. Montrö olmasaydı zırhlılar gerilimin en sıcak günlerinde Boğazlar’dan geçecek ve Rus savaş gemileri ile olası bir çatışmalarında onların geçişine izin veren Türkiye de sorumlu tutulabilecekti.

Ukrayna ile ilgili Minsk mutabakatı bu çatışmayı ‘Ukrayna'nın iç meselesi’ olarak tanımlıyor ve askeri yöntemle çözümünü dışlıyor. Meselenin ancak politik yolla çözülebileceğini belirtiyor. Zelenski yönetiminin Donet-Luhansk’a yaptığı son askeri yığınak Minsk mutabakatının açık bir ihlaliydi. Peki Doğu Ukrayna ile ilgili ‘politik sorun’ nedir?

2014'te Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’in neo-Nazi milis örgütlerince tertiplenen Ukrayna Devleti'nin ‘Avrupacı’ kanadı tarafından sahiplenilen bir darbe ile devrilmesi Kiev’de anti-Rus bir yönetimin oluşmasına yol açtı. ‘Meydan’ hareketi ile başlayan bu süreç darbenin ardından ülkenin doğu eyaletlerinde ‘anti-Meydan’ hareketlerine yol açtı. Rusça konuşan nüfusun yaşadığı Odessa, Mariupal Donetsk, Luhansk gibi şehirlerde halk Yanukoviç’in devrilmesini kabul etmedi, seçilmiş başkana sahip çıktı. Giderek darbecilere karşı isyana dönüşen bu hareketler kısmi şehirlerde (Örneğin Odessa, Mariupol) devletin ve neo-Nazilerin şiddetiyle katliamlarıyla ezilirken, Donetsk ve Luhansk şehirlerinde ise ‘halk cumhuriyetleri’ ilan edildi. Hemen Rusya sınırında bulunan bu şehirlerde oluşturulan anti-faşist milisler yönetimi ele geçirdi. Ukrayna ordusu Rusya'dan da gayriresmi askeri destek alan bu şehirlere giremedi. Bugüne kadar 14 bini aşkın Ukraynalının yaşamını yitirdiği çatışmalar Minsk mutabakatı ile geçici olarak ateşkese bağlandı. Ancak Donbas bölgesi Ukrayna'da ‘Sağ Sektör’ adı altında gruplaşan neo-Nazilerin seferberliğinin merkezinde durmaya devam etti.

Ukrayna 2014 darbesinin ardından hem Kırım yarımadasını hem de Donetsk-Luhansk eyaletlerinden bir kısmını yitirdi. Ülkede Komünist Partisi ve komünizm ile ilgili her şeyi yasaklanırken (ki Ukrayna Komünist Partisi 2014 öncesinde Avrupa'nın en çok oy alan ‘komünist’ partilerinden birisiydi). Nazizm ise ülkede yükselişe geçti, Hitler Almanya’sının Ukrayna'yı işgal ettiği dönemde onunla birlikte hareket eden faşist Bandera ‘ulusal kahraman’ ilan edilirken, neo-Nazi milisleri ülkenin her yanında cirit atıyor. Aslında ‘yeni Ukrayna'yı ne çikolata kralı Poroşenko ne de komedyen Zelenski temsil ediyor. Darbe sonrası Ukrayna'ya rengini gamalı haçlı bayraklarıyla bu neo-Nazi grupları veriyor. ‘Komünistlere, Yahudilere, Ruslara ölüm!’ bu grupların ortak şiarını oluşturuyor. Tarihin en büyük Yahudi katliamlarından birisi olan Babi Yar katliamının yaşandığı Kiev’de neo-Nazilerin güçlenmesi antisemitizm konusunda söz de pek duyarlı olan Almanya ve ABD'nin pek de umurunda olmuyor. Yeter ki ‘vitrinde’ fazla görünmesinler.

Doğu Ukrayna'da Donetsk-Luhansk meselesi ile Kırım meselesini birbirinden ayrı ele almak gerekiyor. Kırım zaten SSCB dağıldığından bu yana hep fiilen Rus ordusunun elindeydi. 2014 darbesinin ardından ise kısa süre içinde düzenlenen bu referandumla Rusya Federasyonu'na katıldı. Bugün gelinen noktada Rusya'ya açıkça savaş ilan etmeksizin Kırım'ın el değiştirmesi düşünülemez.

Donetsk-Luhansk meselesi ise Doğu Ukrayna halkının kendiliğinden hareketi ile darbeye itirazıyla ortaya çıktı. Putin yönetimi bu meseleyi kucağında buldu. Bir yandan Ukrayna ordusunun Donetsk-Luhansk’da ilan edilmiş ‘halk cumhuriyetlerini’ ezmesine izin vermezken bu cumhuriyetleri tanımayı da reddetti. Meseleyi Ukrayna'nın iç sorunu olarak tanımladı. Dolayısıyla Rusya açısından Donbas, Ukrayna'yı dönüştürmenin Rusofobi iktidarı devirerek geçmişte olduğu gibi Batı ile Rusya arasında denge gözeten bir iktidarı getirmenin manivelasıdır. Ne Kırım'da olduğu gibi kısa bir statü kazandırır ne de askeri güçle imha edilmesine izin verir. Geçmişte Gürcistan'daki Osetya ve Abhazya bölgeleri ya da bugün de süren Moldova'nın ‘Transdinyester Sosyalist Cumhuriyeti’ gibi de-facto (fiili) oluşumlar olarak kalmalarını temin eder. Ancak Ukrayna'nın NATO üyeliği gibi bir durum gelişirse o zaman da Donetsk-Luhansk’ın Ukrayna’dan ayrılmasının yolunu açar. Öyle bir durumda Doğu Ukrayna'daki başka merkezlerde de çatışmalar yaşanabilir.

Donetsk-Luhansk bölgesi kömür madenleri, sanayi tesisleri ve geçmişte Ukrayna GSYİH’sının beşte birini üreten ekonomik gücü ile Ukrayna-Rusya geriliminin merkezinde yer almaya devam edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi