Şenay Aydemir
‘Yandaki Oda’: Ölümü gösterip yaşama razı etmek!
Bu yazı film hakkında sürpriz gelişmeleri ele verebilir *
Pedro Almodóvar’ın bizi kendisine hayran bırakan alametifarikası sıradan insana çok karmaşık gelen duyguları, olayları ve bunların birbirleriyle etkileşimini büyük bir sadelikle anlatması bana göre. Aşkı, hasreti, korkuyu, endişeyi, merakı, haseti, arzuyu, seksi, yaşamı ve tabii ki ölümü ele alış biçimindeki basitlik. Ama bu basitliğin beklenilenin aksine anlatıdaki derinliği artırması. Bir Almodóvar filminden çıktığınızda beğenmemiş, kendisini tekrar ettiğini, eski gücünde olmadığını düşünüyor olabilirsiniz ama hislenmediğinizi söylerseniz taş kesilirsiniz!
Şimdilerde eski günlerini arayan bir başka İspanyol yönetmen Alejandro Amenábar’ın gerçek bir hayattan esinlendiği 2004 tarihli “İçimdeki Deniz” (Mar adentro) filmi 26 yaşında geçirdiği bir deniz kazasının ardından yaklaşık 30 yıl boynundan aşağısı felçli olarak yaşamak zorunda kalan, sonunda ötenaziye karar veren Ramon’un hikayesini anlatır. Ramon, ötenazi talebini hükümete de iletir ama karşılık bulamaz. Onun hikayesini duyup yanına gelen, birbirinden tamamen farklı iki kadının Julia ve Rosa’nın desteğiyle ‘hiç kimsenin suçlu olmayacağı’ bir ötenazi formülünü bulma hikayesidir aynı zamanda film.
Bana göre milenyumun en iyi yapımlarından olan filmde, Ramon’un vasiyetinden bir bölüm şöyledir:
''Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum. Buna rağmen bu duruma 29 yıl, dört ay ve birkaç gün boyunca tahammül etmek zorunda kaldım. Bunu daha fazla yapmayı reddediyorum! Gördüğünüz gibi yanımda içinde siyanür potasyum bulunan bir bardak su var. Onu içtiğimde, kendi irademle, sahip olduğum en özel, en meşru mülkiyete; yani bedenime son vermiş olacağım."
Film o dönem tartışmalar yaratmış, beden üzerindeki söz söyleme hakkına dair söylemi dindar çevrelerde rahatsızlıklar yaratmıştı. Bildiğimiz üzere yönetmen Jean-Luc Godard iki yıl önce ötenaziyle hayatına son vermişti. Pedro Almodóvar’ın Godard’dan etkilenip etkilenmediğini bilemeyiz ama kendisine bu yıl Venedik’te “Altın Aslan” ödülü kazandıran “Yandaki Oda” (The Room Next Door) umutsuz kanser tedavisini yarıda bırakıp hayatına son verme kararı alan bir kadın ve buna şahitlik etmek durumunda kalan arkadaşının hikayesi.
Ingrid (Julianne Moore) ve Martha (Tilda Swinton) gençliklerinde aynı dergide çalışan iki yakın arkadaştır. İlerleyen yıllarda Ingrid kendisini edebiyata verirken, Martha ise bir savaş muhabiri olur ve hayat şartları iki arkadaşın yollarını ayırır. Ingrid ile son kitabının imza gününde tanışırız. Bir okurla sohbet ederken ölümden korktuğu için kitabı yazdığını söyler. O gün, uzun yıllardır görmediği bir arkadaşı gelir ve ortak dostları Martha’nın kanser tedavisi gördüğünü söyler. Martha’yı ziyaret eden Ingrid kendisini arkadaşının hayatının merkezinde bulur. İkili bir yandan geçmişin üzerinden geçip boşlukları doldururken, diğer yandan da ‘yakın geleceğin’ rotasını çizerler. Bu yol birisini ölüme doğru götürürken, diğerini yaşamı, haliyle ölümü anlamaya dair bir serüvene çıkarır.
Ingrid ve Martha’nın edebiyattan, sinemaya, aşırı sağın yükselişinden iklim krizine, geçmişin pişmanlıklarından hudutsuz yaşanmışlıklarına, masumane aşklardan ucu açık cinsel hazlara kadar uzanan geniş bir aralıkta yaptıkları sohbetler akıp duruyor film boyunca. Almodóvar’ın renkli atmosferi hikayenin üzerindeki kasveti dağıtırken, bir kadının ölüme hazırlığı gibi görünen hikaye yaşamın kutsanmasına dönüşüyor bir yandan. Julianne Moore ve Tilda Swinton’ın performansları bu atmosfere güç katarken, tıpkı “İçimdeki Deniz”in Ramon’u gibi Martha’da dünyadaki ‘en meşru mülkiyet’e yani bedenide dair kararın vericisi olmak istiyor.
Almodóvar’ın bu temasının tehlikeli sularda yüzdüğünü ‘intihar özendirdiği’ni söyleyenler de olacaktır. Aksine yaşamı görünür kıldığını söyleyelim tekrar. Martha’nın genç bir kadınken yaşadıklarına, savaş muhabiri olarak tanık olduklarına, kızıyla sorunlu ilişkisine rağmen hayatına devam ettiğini ve hayatın sürekli hazlardan değil, bir o kadar da sıkıntılardan mürekkep olduğunu bildiğini görüyoruz çünkü filmde. Kendi iradesi dışında bir ölüm kapısına dayanmışken pes etmiyor Martha, veda zamanını ve biçimini kendi seçiyor.