Ragıp Duran
Yeni Levantenler
Bir grup insandan sözediyorum: Ekalliyet. Ama ırk ya da dini temelde bir araya gelmemişler. Siyasi ideolojik olarak da birbirlerinin tıpatıp aynısı değil, çok yakın olsalar da. Son seçimlerde HDP'ye oy veren 5 milyon küsur vicdanlı insan topluluğu da değil betimlemeye çalıştığım. Hele Sartre ya da Said'in tahlil ettiği aydın hiç değil. Onlar çok daha nadir. Yine de önemli ortak yanlarından biri iyi tahsil görmüş olmaları. Bu noktadan yola çıkarsak Bourdieu'nün bir tezi doğrulanıyor: Büyük bir çoğunluğu en az üç kuşak burjuva ailelere mensup. Galatasaray, Alman ya da Avusturya Lisesi, Dame de Sion, Kolej, Mülkiye, ODTÜ hatta Sorbonne, LSE, Berkeley, Harvard gibi mekteplerde okumuştur çoğu. En az bir yabancı dile, makale yazacak çapta hakimdirler. Tanzimat'tan sonra kurulan okulların Batılı ve rasyonel eğitim süzgecinden geçmiş olmaları önemli bir ortak noktadır. Meslek olarak gazeteci, akademisyen, yazar, reklamcıdır bir kısmı. Her meslek erbabından insan var. Kafa emekçisi genelde. Oturmasını kalkmasını bilirler, hem mizaha meyillidirler hem de kendileriyle dalga geçme beceresine sahipler. Bu kitleyi betimleyen önemli kriterlerden biri de, rakı sofralarında bulunmasını memnuniyetle isteyeceğiniz insanlar olması. Herhalde birkaç ortak karakter daha sayabilirim: Mesela Teşvikiye, Bebek, Etiler, Alsancak, Çankaya gibi semtlerde otururlar genellikle. Renaud'nun bir şarkısında anlattığı Bobo ( Bohem Burjuva) değillerdir pek. Biraz benzeseler de. Klasik müzik ya da caz dinler çoğu. Açıkhava'daki Garbarek ya da Jarrett konserlerinde rastlayabilirsiniz bazılarına. Arada tek tük Müslim Gürses hayranı da çıkmıştır ki, ben hala anlayamamışımdır. Neşet Ertaş ise tartışılmaz. Klasik Türk müziği de vardır repertuarlarında. Üç Kemal'ler favori, Orhan Pamuk plase. Yaş grubu genelde 50 ve üzeridir.
80 milyonluk ülkede kaç yurttaşın pasaportu var, biliyor musunuz? Sadece 8 milyon kişinin. Üstelik pasaport sahiplerinin hepsi de öyle ayda bir filan yurtdışına çıkmıyor. Mutluyuz klostrofobik olarak!
Tanımadığım insanlarla karşılaşınca çıkardım ben bu tabloyu. Benim hayatım sanayiilerde, kenar semtlerde, Anadolu'nun ücra köylerinde geçmiyor. Sohbetin neredeyse 15. dakikasından sonra ya mektepten, ya iş dünyasından, ya mahalleden, siyasi çevrelerden ya da akraba/eş-dost çevresinden, erkekler için askerlikten mutlaka bir ilişki, bir ortak tanıdık çıkıyor. Batı ülkelerinde pek rastlamadığım bir tesadüf(?). Aslında 82 ya da 83 yılı olmalı, bu saptamayı, İrlandalı reklamcı Paul McMillen ile yaptığımız bir söyleşide o söylemişti fevkalade Türkçesiyle: ''Abi burası şahane bir ülke ya... Hiç tanımadığın bir adamla oturup konuşmaya başlıyorsun, 15 dakika sonra mutlaka ya okuldan, ya mahalleden, ya askerlikten, ya solculuktan, ya da ne biliim ben bi yerlerden adamla tanışık çıkıyorsun ya da ille de ortak bir dostun çıkıyor. Network I mean!''
- A öyle mi benim de yeğenim Galatasaray'dan. Siz hangi dönemdensiniz?
- Ben onunla Isparta'da kısa dönem askerlik yapmıştım!
- LSE'de benden bir sınıf büyüktü...
- Karısı eskiden bizim mahallede otururdu.
- Vakti zamanında biz Dev-Yol'da beraberdik, sonra da ÖDP'de.
- Onu tanımam da kardeşi yakın arkadaşımdı.
- Ansiklopedide birlikte çalışmıştık.
- İlk eşi benim yeğenim olur.
Türkiye'de böyle bir takım çevreler/şebekeler var. Sözünü ettiğim insanlar da bir şekilde bu çevre/şebekelere dahil. O şebekeler kendi içlerinde de birbirleriyle bağlantılı ya da temas halinde.
Ben bu gözlemleri arkadaşlarımla paylaştığımda sözkonusu şebekelerin nitelikleri, özellikleri hakkında daha ayrıntılı/derin saptamalar yapabiliyoruz:
- Evet bu ortaklıkların önemli bir özelliği dönem. Yani bu insanlar genellikle 68 hadi bilemedin 78 kuşağından.
- Solcu geçmiş de önemli ve değerli.
- Burjuva kültürünün doğal sonuçları bu anlattıkların.
- Saydığın mektepler tayin edici bence.
- Dikkat ettin mi, senin kriterlerin ve benim tanıdığım insanlar hiç ''Milli ve Yerli'' değil.
- Galiba hepsinin ortak özelliği bağımsız ve özgür birey olmaları. Sürü dışı insanlar hepsi.
- Olabilir ama çok elitist değil mi senin sunduğun bu insan manzaraları?
Benim yakın arkadaşlarımla henüz uzlaşmaya varamadığım konu bu kesimin nüfusu. 80 milyonluk memlekette ben ilk başlarda ortaya ''1 milyon'' diye bir sayı attım. Çok tepki topladı.
- Yok devenin başı!
- Senin mezhebin aşırı genişmiş vallahi...
- Olmaz canım o kadar kalabalık olamaz!
- 1 milyon mu? Keşke... Yarısına razıyım ben.
- Bu saydığın kriterlere uyan 10 bin kişi bul, al öp başına koy!
Tabi ki sayamıyorum, tabi ki kesin bir istatistik yok. Ben en son 150 bine kadar inmek zorunda kaldım.
Başka şekilde tepki gösterenler de oldu:
- Oğlum bunu etrafta söyleme sakın, mevcut iktidar sözcüleri Sola ve Kemalizme saldırmak için bahane olarak kullanır... Seni de pis elitist olarak damgalar.
- Hocam fazla karamsarsınız.
- Sanki biraz ayrımcılık, dilim varmıyor ama bölücülük yapıyorsun gibime geliyor. Anadolu'daki taşra aydınlarını devre dışı bırakıyorsun, binlerce Kürt de eksik senin tablonda.
Sadece Sol ile ilgili değil ki benim kompozisyonum. Kemalizm'den bahsetmedim bile. Elitleri tanımlamak elitizm ise peki... Karamsarlık gerçekçiliğin ilk kapısı, demişler. Tek seçici değilim ama bu kesimde az da olsa taşra aydını da var, Kürt de var.
Siyasi ve ideolojik olarak ayrıca toplumsal kimlik düzleminde ekalliyet bu kesim. Aslında çok acı çekiyor. ''Babası ya da köpeği ölmüş gibi''(L. Cohen). Çünkü kenti mahvolmuş, çünkü geçmişi bozulmuş, geleceği menfi bir şekilde meçhul, çünkü memleketi üzgün ve yalnız. Yakınları işinden atılmış, arkadaşları hapse tıkılmış, dostları sürgüne çıkmak zorunda kalmış. Mücadele ile kenara çekilme, umutla çaresizlik arasında gidip geliyor bir kısmı. Karşılarında bırakın oturup münakaşa etmeyi, temas bile edilemeyecek yabani, saldırgan, gayri medeni bir kütle var. Polis, mahkeme, linçle tehdit ediliyorlar.
Ekalliyet olduktan sonra, özgürlük olmadıktan sonra, 150 bin kişi olmuşsun, 1 milyon olmuşsun ne fark eder ki?