Alp Altınörs
Yine yeniden döviz krizi
"Merkez Bankası'nın bastığı bol karşılıksız paralar ve bankalar eliyle pompalanan bol tüketici kredileri geçici bir rahatlama yaratsa da üretimde buna denk gelen bir canlanma yaşanmadığı durumda bir finansman krizine yol açması kaçınılmaz" demiştik iki hafta önceki yazımızda. Kaçınılmaz olan, 6 Ağustos itibariyle gerçeğe dönüştü. Dolar, Euro, Sterlin kurlarında durdurulamaz bir artış baş gösterdi. Altın fiyatları fırladı.
Ekonomideki kötü gidişe dinsel bir kılıf örtmek için Ayasofya’nın siyasete açıldığını belirtmiştik. Bugün Anadolu şehirlerinde esnaf arasında en popüler söylemlerden birisi: Ayasofya’yı açtık ya ondan saldırıyor gavur!..
Oysa dolar dünya genelinde değer kaybederken TL karşısında değer kazanıyor. Dolar Endeksi, 16 Temmuz’da 96,35’ten 6 Ağustos’ta 92,79’a düştü. Aynı tarihler arasında TL karşısında dolar kuru 6,86’dan 7,24’e çıktı. Dolar özellikle ABD’nin coronavirus pandemisinde sergilediği iflas sebebiyle, tüm dünyada değer kaybederken nasıl oldu da sadece TL karşısında değer kazandı?
Demek ki, dolar yükselmedi, TL düştü. Dolar değer kazanmadı. TL değer yitirdi.
TL’NİN DEĞERİ ERİDİ
Aslında yaşanan, iki yıl önce, 2018 Ağustosu’ndaki döviz krizinin bir tekrarı gibiydi. 2017 yılında seçim öncesi bankalarca pompalanan kredi genişlemesi nasıl TL’nin değerini erittiyse ve Mayıs-Ağustos 2018’de bu bir döviz krizine dönüştüyse; bugün de benzer bir süreç yaşanmıştır. Merkez Bankası'nın emisyon hacmi, 2018 krizi yaşanırken 183 milyar TL idi, bugün 250 milyar TL dolayında. Korona vakalarının resmen kabul edildiği 11 Mart 2020 tarihinde 160 milyar olan emisyon hacmi, Temmuz sonuna gelindiğinde 247,2 milyara dayanmıştı. 2017'de 120 milyar TL'yi bulan banka kredileri genişlemesi, 2020'de 320 milyar TL'yi buldu. Yani o çok konuşulan 2017 kredi genişlemesinin 2,5 katı kredi genişlemesi pandemi döneminde yaşandı. Vatandaşa sosyal destek vermeyen, aksine IBAN gönderip bağış isteyen devlet, zor durumdaki milyonlarca yurttaşı bu dönemde yeni borç yükü altına soktu.
Aynı dönemde üretimin dibe vurduğu bilinen bir gerçek. DİSK-AR’ın hesaplamalarına göre, Nisan 2020 itibariyle bir önceki yıla göre istihdam kaybı %52 oranında. Bu da üretimdeki düşüş hakkında bir fikir veriyor. TÜİK sanayi üretim endeksi Nisan’da %31,3, Mayıs’ta ise %19,9 geriledi.
Üretimin bu şekilde dibe vurduğu bir dönemde, TL emisyonundaki iki yönlü (nakit+kredi) genişlemenin TL değerini düşürmemesi beklenemez. Kredi genişlemesi adeta bir afyon gibi kısa süreli bir rahatlama yaratmış, ancak kısa dönem sonra altta yatan ağır yapısal sorunlar kendisini hissettirmiştir.
2017 kredi genişlemesi, nasıl ki 2018 Mayıs ve Ağustos döviz krizlerini getirdiyse, 2020 emisyon+kredi genişlemesi de 2020 Ağustos döviz krizini getirdi. 2020 döviz krizi de tıpkı 2018’de olduğu gibi, kredi hacminde ciddi bir daralmayı ve üretimde düşüşü getirecektir.
KRİZİN DİĞER CARİ NEDENLERİ
Ayrıca:
-Merkez Bankası net altın ve döviz rezervlerinin swap hariç eksi 6 milyar dolara gerilemesi,
-Negatif reel faiz (yani enflasyondan düşük faiz) politikasının TL’yi değersizleştirmesi ve dolarizasyonu teşvik etmesi. Keza ucuz krediyle spekülasyon yapma yolunu açması,
-Libya, Suriye, Irak, Azerbaycan, Doğa Akdeniz derken durmadan kabarıklaşan askeri harcamalar,
-Aşırı ithalat bağımlılığı sebebiyle üretimdeki kıpırdanmanın döviz ihtiyacını ve döviz cinsinden borçları (özellikle 2020 ilk çeyreğinde) artırması,
-2019’da 34,5 milyar dolar döviz geliri getiren turizm sektörünün bu yıl AKP’nin bütün pandemi önlemlerini kaldırmasına rağmen ciddi bir döviz getirmemesi de krizin cari nedenleri arasında sayılabilir.
KRİZİN YAPISAL SEBEPLERİ
Her şeyden önce, Türkiye’deki ekonomik kriz, küresel kapitalizmin krizinin bir parçasıdır. AKP iktidarının ve başkancı rejimin buradaki ağırlaştırıcı rolünün altını çizmekle birlikte, tüm dünyada kapitalizmin büyük bir kriz yaşadığını da unutamayız. Pandemi kapitalizmin bir sonucudur ve bütün kapitalist sistemi ağır biçimde etkilemektedir. Ayrıca pandemi öncesinde de dünya ekonomisi 2020’de zaten bir daralmaya doğru gidiyordu.
Türkiye kapitalizminin dünya ekonomisi içinde tuttuğu yer, sanayi ürünleri tedarikçiliği olmaktadır. Türkiye üretim araçlarını, enerjiyi ve yüksek teknoloji ürünü aramalları ithal ederek, sanayi ürünleri imal etmektedir.
Türkiye kapitalizmi, yapısal ve kronik bir dış finansman zorunluluğu içindedir. Türkiye ekonomisinin, cari açığın büyüklüğüne de bağlı olarak yıllık 30 ila 50 milyar dolarlık dövize ihtiyacı olmaktadır. Bu dış finansman bulunamadığında, çarklar durmaktadır. Keza, dış finansmanın maliyeti yükseldiğinde çarklar yavaşlamakta, maliyet azaldığında çarklar görece hızlanmaktadır. Bu durum, Türkiye’nin ekonomik- mali anlamda mali sermaye ülkelerine göbekten bağımlı olduğunu sergilemektedir. Hem sanayide teknolojik ürünler, hem petrol-doğalgaz, hem de neredeyse tüm tarım ürünleri ithal edilmektedir. Üretim canlandıkça cari açığın artması bundandır. Buna karşın AKP iktidarı savaş sanayiini teşvik ederek, ekonomiyi artan oranda askerileştirmektedir. Ancak savaş ekonomisinin, ekonominin bütün dallarını saran ve çürüten özelliği krizi çözmek bir yana daha da derinleştirmektedir.