Yavuz Baydar
Yoksa 'Hayır'ın 'Pirus Zaferi' mi?
Ortada ters bir durum var.
'Durum tespiti' bazen ters olana ters demeyi gerektirebilir.
Ki, ileriye bakışda enine boyuna, sağlıklı, berrak bir muhakeme yapılabilsin.
Referandum sonucundan 'Erdoğan'ın Pirus zaferi' sonucunu çıkaranlar, etrafa bol bol iyimserlik saçmakla meşguller bugün.
Ya bu sonuç karma anti-Erdoğan cephesi için bir 'Pirus zaferi' ise?
***
Yanlış anlaşılmasın hemen, vurgulayalım:
Sonuç elbette ki 'hayır'cılar açısından bir başarıdır.
Sayısal açıdan kesinlikle öyle.
Hatta nitelik açısından da (büyük şehirler, üreten kitle vs) öyle olduğu aşikar.
Ama bu, sadece bugünü ifade eden, bugüne anlam kazandıran, yarına dair hiçbir fikir vermeyen, opak bir durum.
Geleceğe ilişkin analizlere işi dökünce, maalesef hayalcilik ve temenni merakı, gerçekçiliğe ağır basıyor.
Çünkü neresinden bakarsanız bakın, 16 Nisan aslında 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi ile iyice hız kazanıp 7 Haziran 2015'te derinleşen bir kriz durumunun daha kuvvetli bir teyidi oldu.
Erdoğan'ın ilkinde aldığı oy 16 Nisan'dakine yakındı; 7 Haziran'da ise AKP'nin gerilemesi - aralarında benim de yer aldığım - bir grup analisti öyle bir yanılttı ki, daha o günlerde pek çoğumuz 'işte sonun başlangıcı' deyimini bol keseden kullandık.
Ama çok geçmeden yanıldığımızı anladık.
***
Tekrar edelim:
- 16 Nisan 'hayır'cıların niceliksel ve kısmen de niteliksel olarak başarısıdır.
- Kriz derinleşmektedir.
Durumun ne denli vahim olduğunu siyaseten en veciz biçimde, bana sorarsanız, Prof Ersin Kalaycıoğlu önceki günkü TÜSES-SODEV-Ebert toplantısında dile getirmiş:
''Yapılan oylama benim için tam bir hezimettir'' demiş Ersin Bey, ve 'evet' oylarına ilişkin açık fikrini söylemiş:
''Yüzde 30'u geçmesi bile bir utanç meselesi. Bir bilim adamı olarak bunu söylemek zorundayım.''
Ve tane tane sıralamış:
- Yeni bir rejim vardır ama yeni bir anayasa yoktur. 'Alaturka Başkanlık' denilebilir.
- Yok hükmünde dedikleri, onlar için ölmüş bir anayasaya 18 madde eklediler.
- Gerekçelerinin uzaktan yakından demokrasi ile ilgileri yoktur. Gerekçelerinde bir kere özgürlük lafı yoktur.
- Türkiye uzun yıllar bu meşruiyet bunalımında olacaktır.
- Söz konusu anayasa ile hiçbir şeyi çözemezler.
- Bu durumda iktisadi kalkınma beklemek de hayaldir.
Dikkat edin.
'Uzun yıllar' diyor Kalaycıoğlu.
Kendisi ta 2007 yazından hemen sonra bugünlerdeki sistemik kepazeliği sezmiş, ve her toplantıda 'bakın, bir felaket geliyor; demokratik bir anayasa ile bu çift başlılık kaldırılmazsa ülke kriz sarmalına girer ve kolay kolay da çıkamaz' diye anlatıp durmuştu.
Her zamanki gibi, gerçek bir akil insanın feryatları boşa aktı gitti.
Ersin bey'i tenzih ederek söyleyeyim:
Türkler teşhis ve tespitte mahir, vozurdanma ve şikayette gayet ustadırlar.Ama iş sorun teşhisi ve tespitinden sonra çözüm üretmeye ve asgari müştereklerde buluşmaya gelince sapır sapır dökülürler.
Modern tarihimiz bunun güzide örnekleriyle dolup taşar.
***
Peki, 'hayır'cıların 'Pirus zaferi' riskinden söz ederken neyi kastediyorum?
Kalaycıoğlu'nun siyaset-hukuk tespitinin yanına, Prof Yılmaz Esmer'in onun devamı niteliğindeki açıklamalarını da ekleyelim ki meramım anlaşılsın.
Birgün'den Meltem Yılmaz'ın sorularını yanıtlayan Yılmaz Bey, referandumun kendisi ile ilgili olarak 'İlerde aklımız başımıza gelecek ve biz ne yaptık diye düşüneceğiz. Zaten bütün travmalarda, ilk anda ne olup bittiğini fark etmezsiniz, belli bir süre sonra etkilerini görmeye başlarsınız' diye lafa bodoslama giriyor.
Dikkat edin, o da 'belli bir süre' lafını kullanıyor.
Prof Esmer'i fi tarihinden beri yaptığı kutuplaşma ve güven araştırmalarından tanıyoruz.
Şimdi onun son sosyolojik tespitlerine bakalım.
Şunları söylüyor:
- Birkaç seçimdir gündeme getirdiğimiz gibi, bu oy verme işi özellik bizimki gibi ülkelerde takım tutmaya çok benziyor. "Bizim parti" aslında "bizim takım". Arada tabii ki fire de oluyor ama bu firenin miktarı çok küçük oluyor.
- Eğer topluma "biz bir radikal bir Anayasa değişikliği yapacağız, siz şimdi oylarınızı verin, biz sonra içeriğini söyleriz, şimdilik içeriğini boşverin, sadece oyunuzu verin" denilmiş olsaydı, mevcut oy dağılımı fazla değişmezdi. Toplum buna asla hazır değildi. Birincisi toplumda bir sistem değiştirme talebi zaten yoktu. "Parlamenter sistemden mutlu değiliz, bu bizim sorunlarımızı çözmüyor" diye bir düşünce kesinlikle yoktu. Zaten Devlet Bahçeli de, niye olduğunu bir türlü izah edemediğim bir çıkış yapmasaydı bu işler hiçbir zaman gündemimize gelmeyecekti. İkinci olarak da, bu Anayasa’nın içeriği hakkında, bırakın sokaktaki vatandaşı, emin olun üniversitedeki profesörlerin bile önemi bir çoğunluğu içeriği bilmiyor. O nedenle biz neye oy verdik derseniz, takımımıza oy verdik.
- Demokrat Parti ve o gelenekten gelen partilerin oylarına 1950’den bu yana baktığımızda, bir tek 1983’te ciddi bir düşüş eğilimi göstermiş olduğunu görüyoruz. En yüksek oy oranını ise 1991’de almış. Bu tarihler dışında merkez sağ partiler aşağı yukarı aynı seviyede seyretmiş. Diğer yandan CHP ve o gelenekten gelen DSP, SHP gibi partilere baktığımızda, 12 Eylül darbesine kadar çok sert iniş çıkışlardan bahsedemeyiz ama 12 Eylül’de ciddi bir kırılma olduğunu görüyoruz. Sol için düşüş orada başlıyor ve ondan sonra da düzenli olarak devam ediyor. Sanırım bu grafik her şeyi anlatıyor.
Bu noktada Meltem Yılmaz, lafı o 'belli bir süre' öngörüsüne getirerek Prof Esmer'e mükemmel bir soru soruyor.
''Meclis ne olursa olsun biz yurttaşların kapısını çalabileceğimiz bir yer ve dahası biz parlamenter sisteme o kadar alışmışız ki, bunun olmadığını somut olarak gördüğümüzde duvara toslayıp referandumda verdiğimiz oyların ne anlama geldiğini o zaman mı anlayacağız? "Belli süre"den kastınız bu mu?''
Cevap:
''Kesinlikle. Ve esas şunu bulamayacağız: 2019 yılında, eğer öne alınmazsa, seçimler yapılacak. O seçimlerde, "bizim parti kazandı" denemeyecek çünkü artık partinin hiçbir önemi kalmayacak. Kazanan parti hükümet mi kuracak? Hayır. Kazanan parti hükümeti mi denetleyecek, bütçeyi mi denetleyecek? Hayır. Oysa biz partilere öyle alışmışız ki, Cumhuriyet döneminden itibaren, hele hele çok partili sisteme geçtikten sonra, kimliğimizin bir parçası olmuş partiler. Ama bundan sonra, bizim parti kazandı mı, kaybetti mi, neredeyiz, ne kadar aldık, ne kadar verdik, bunların hiçbir anlamı kalmayacak. Ve psikolojik olarak boşlukta hissedecek insanlar. Şimdi bunun farkındalığı yok çünkü dediğim gibi, Anayasa’da ne olduğunu bilen yok. Bir de şu var, dünyada parlamenter sistemden başkanlık sistemine 2-3 Afrika ülkesi dışında, ne oluyor acaba diyebileceğimiz bir örnek de yok. Büyük bir risk aldık.''
Prof Esmer, tespitlerine nokta nokta devam ediyor.
- Bizde demokrasinin donanımı var, yazılımı yok. Donanım kurallar, kanunlar, yasalar ve Anayasalardır. Fakat esas yazılım o kuralların nasıl ne biçimde çalışacağını gösterir. Eğer özgürlük, hoşgörü gibi kavramlar önemli değilse, farklı fikirleri ve konumları kabullenme geri düzeydeyse, eğer vatandaşların birbirine güvenleri çok düşük düzeydeyse, demokrasi kolay kolay çalışamıyor.
- Bir ülkede demokrasi kültürü yoksa, yani demokratik değerler yaygın bir biçimde özümsenmediyse kim gelirse gelsin demokrasiyi sürdürmek olmuyor.
- Türkiye’de zaten demokratik değerler, referandumdan bağımsız olarak çok kötü durumdaydı, yerlerde sürünüyordu... Güven konusunda dünyanın en düşük güvenli 3-5 ülkesinden biriyiz. Birbirimize bir türlü güvenmiyoruz. Ve güvensiz demokrasi çok zordur.
''Sadece güveni değil, sevgiyi de kaybettik' diyor Esmer. Ve konuyu, 'hayır'cıları Pirus zaferiyle başbaşa bırakacak temel olguya getiriyor, örnekleyerek:
''Yeni yaptığımız bir araştırmanın sonuçları çok vahim bir gerçeği ortaya koyuyor. İnsanlar artık birbirlerinin sadece yüzlerine bakarak, siyasi olarak "bizden" veya "bizden değil" diyebiliyor...Hiçbir sembol olmadan. Anlatayım… Türkiye’nin en büyük 20 ilinin AKP ve CHP il başkanlarının kendi web sitelerinden fotoğraflarını aldık. Hepsi benzer giyimli, kravatlı adamlar. Deneklere, öncelikle bu kişiler arasından tanıdıkları biri olup olmadığını sorduk, var diyenleri eledik. Geriye, gösterdiğimiz fotoğraflardaki kişilerin kimliğine ilişkin hiçbir bilgisi olmayan denekler kaldı. AKP ve CHP İl Başkanlarının fotoğraflarını çift olarak yan yana koyarak deneklere gösterdik ve "söyleyin bakalım" dedik, "bu adamların hangisi AKP’li, hangisi CHP’li." Burada deneklerin yazı tura atar gibi seçeneklerden birini seçmesi beklenir. Ama sonuç ne çıktı biliyor musunuz: Yüzde 75 oranında doğru tahmin!''
''Bir örnek daha vereyim. Yine iki fotoğraf var. Deneklere, "bu iki adamın aynı sokakta kiralık evleri var, evler aynı büyüklükte, kiraları da aynı, siz bu ikisinden hangisinin ev sahibiniz olmasını isterdiniz?" diye sorduk. AKP’li deneklerin yüzde 80’e yakın AKP’li ev sahibini seçerken, CHP’liler de aynı oranda kendi partilisini ev sahibi olarak seçti, ve yine hiç tanımadan!''
***
Prof Esmer bunu nasıl açıklıyor peki?
''Çok ciddi kutuplaşmanın sonucu'' diyor.
Sonra daha da acı bir gerçeğe ışık tutuyor:
''Biraz evrimsel... İlk insanın düşmanını bakarak anlayabilmesi lazım, 'bizden mi değil mi?', onun gibi. Artık toplum olarak beynin o ilkel kısmını devreye sokmuş bulunuyoruz.''
Ve Yılmaz, konuyu esas meseleye 'hayır'cıların şansına getiriyor.
''Bir sihirbaza ihtiyaç var' diyor Esmer.
''Kürt oyları ile MHP’yi ve ulusalcıları bir arada tutmak, hepsini bir başkana oy vermeye hazırlamak nasıl mümkün? CHP stratejilerinin artık buna odaklanması lazım. Yani bu cepheyi nasıl minimum kayıpla bir arada tutabiliriz, ne gibi bir slogan, ne gibi bir kampanya, ne gibi politikalar oluşturmalıyız ki bu cephe bir arada, olabildiği kadar, tutulabilir konusuna odaklanması lazım. Ancak maalesef ben CHP’de böyle bir gayret göremiyorum... enerjiyi boşa harcıyorlar bana kalırsa.''
''Bakın, bu referandum yenilenmez. Türkiye’nin bu tablosundan hiçbir şekilde kabul edilmeyecek bir talebi sürekli dile getirmek boşa çaba, zira sabah akşam bunu herkes bir ağızdan söylese yine de yenilenmeyecek, bu çok açık görünüyor. Anayasa mahkemesinden ne cevap geleceğini bilmiyorlar mı sanki?''
***
16 Nisan'dan beri 'hayır'cıların bundan sonraki başarısını 'bir mucizeye ihtiyaçları var' diye tanımlamış, 'ama sen de hep karamsarsın, artık çöküş başladı' yanıtlarını almıştım.
Benim 'mucize' dediğime Esmer 'sihirbaz' diyor.
'Hayır'dan bir 'sinerji' çıktığını iddia etmek, gerçekçilik değildir.
Sonuç daha ziyade farklı renklerde kısa süreli çakan havai fişek benzetmesiyle açıklanabilir.
Parçalı, ve parçaları birbirine değmeyen bir 'poff' hali.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Ağustos 2014'ten, 7 Haziran 2015'ten ve en son olarak da kendisine OHAL'lere vesile olan darbe teşebbüsü ardından o bildik siyaset mühendisliğini kararlılıkla başarıyla yürüttü.
Çünkü Kalaycıoğlu ve Esmer'in anlattığı gibi, artık Türkiye toplumu fiili anayasasızlık haline alıştırıldı, hukuk devletine gürültü patırtı çıkarmadan veda etti, ve muhalefet - başta CHP - siyaset mühendisliğinin despotizmeodaklı yürüyüşüne izin veren zemini bozmuyor.
Ve en önemlisi, gidişata inandırıcı bir şekilde dur deyici, bütünleştirici bir program, - diğer üç parti tarafından şeytanlaştırılmış HDP'yi bir yana bırakırsak - hiçbir partide mevcut değil.
Programsız muhalefet olmaz.
Sadece itiş kakış, taşra kurnazı hesaplar, oyun içi oyunlar olur.
Erdoğan kutuplaştırıcı siyasetiyle toplumun önemli bir kesimini holiganlaştırdı.
Var olan güvensizlik, sevgisizlik, artık nefrete ve yok etme güdüsüne dönüştü.
Bu halin böyle devam edeceği de anlaşılıyor.
Kimse hayal görmesin.
Böyle giderse, 2019 seçimlerini de rahatlıkla Erdoğan alacaktır.
Yazıyı uzattım.
Bakın, CHP sanki çarkı geri çevirecekmiş gibi YSK-AYM-AİHM ile göz boyamaya ve halkı oyalamaya devam ederken, Saray-AKP-MHP, bundan sonrasındaki kalıcı ceberrut devlet modelini inşa etmek için yola koyuldu bile.
Erdoğan sanki tek bir damla kan dökülmemiş, sanki 500 bin Kürt yerinden edilmemiş gibi bir yandan el altından Kürt Siyasal Hareketi'ne 'çözüm' manasında göz kırpmaya başlarken, diğer yandan ABD-Barzani üzerinden Kürtleri bölücü bir oyunu kuruyor. Bu, CHP seçmeni 'aa acaba AYM ve AİHM'den döner mi?' sanrıları içinde sağa sola bakınırken oluyor.
Muhalefet arasındaki fay hattının açık kalması, Erdoğan'ın 2019 zaferinin önkoşulu.
Şimdilik 'iyi' gidiyor.
CHP cenahı legalizmle, Kürtler de 'acaba biz yeniden masaya otursak mı?' sorusuyla başbaşa bırakılırken, başka bir dizayn da devrede:
Seçim yasası, baraj, siyasi partiler yasası.
'Devlet-i ali' acaba eski müesses nizam ile AKP-MHP ekseninde ve CHP'nin yedekliğinde yeniden yükselişe mi geçti?
Bu soruyu sormak, 'hayır kazandı' diye tekrarlamaktan daha büyük önem taşıyor, bunu bilin.
Çünkü, eğer bu sorunun cevabı evet ise, 'hakiki' muhalefetin şansı hayli zor.
Bahçeli diyor ki:
''Referandum sonrası kabul edilmiş olan Anayasa'nın uygulamaya geçebilmesi için uyum yasalarına ihtiyaç var. Anayasa'nın bugünkü şeklini oluşturmak için gayret gösteren bir siyasi partinin, uyum yasalarında da aykırı düşünmemesi lazım. Aykırı konuların da karşılıklı görüşmelerle, istişarelerle giderilmesi lazım. Bizim parti yetkililerimizin, uyum yasalarından ne anlaşılması gerektiği konusunda ön hazırlıkları vardır. Diğer siyasi partilerin de buna benzer hazırlıkları olursa karşılıklı görüşürüz."
Plan program hazır, çark işliyor.
Unutmayın, Gezi'den başlayarak sivil toplumun tüm etkin katları yok edildi, ezildi, büzüldü. Kararlar tamamen merkezileşti ve iyice dikeyleşti.
- Seçim barajı ne olacak?
- Değişim yanlısı demokrat Kürtlerin Meclis'te temsili nasıl engellenecek?
- AKP-MHP fiili koalisyonu, OHAL eşliğinde polis devletinin tüm tuğlalarını 2019'a kadar döşeyebilecek mi?
- CHP'nin 'muhafetimsi' tavrı, 600 milletvekilli yeni TBMM'de iki partili sisteme gidip, o iyi bilinen siyasi konformizmini güçlendirme beklentisinden - veya 'vaadinden' - mi?
Ve en önemli soru:
- Oyunu samimi olarak demokrasiden yana, 'hayır' renginde kullanan genç ağırlıklı, kentli, üretken ve vasıflı kitle, Akşener ile Demirtaş arasında özenle açık tutulan uçurumun kapanmayacağını, CHP'nin sistem stepneliğini görerek, radikalleşir ise ne olur?
'Hayır'cıların 'Pirus zaferi'nin potansiyel unsurları bunlardır.