Zana Farqînî: Kürtçe yağmura yakalanmış kar misali eriyor!

Kürt dilbilimci Zana Farqînî’ye göre devletin asimilasyon politikaları Kürtçe üzerine hiç olmadığı kadar büyük bir hızla etki yapıyor. HEDEP’e seslenen Farqînî, Kürtçe için yarını bekleyecek kadar zaman kalmadığını söylüyor.

31 Ekim’deki TBMM konuşmasında “Türk milliyetçilerinin alayı Türkçe bilir, fakat Meclis’te kaç milletvekili var ki, Kürtçe bilsin” diyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, HEDEP’lileri Kürtçe öğrenmeye mi çağırıyordu, yoksa yüz yıla yayılan asimilasyon politikasının sonuçlarıyla mı övünüyordu? Yakın zamana kadar Kürtçe diye bir dilin varlığını bile reddeden Türk milliyetçileri Bahçeli’nin bu işaretiyle birlikte HEDEP milletvekillerini “Kürtçe bilmiyorlar” diyerek hedef haline getirdi.

Aslında Bahçeli farkında olmadan HEDEP’e gollük bir pas attı. Muhtemelen Bahçeli’nin en istemediği yanıt HEDEP’lilerin Kürtçeyi bildiklerini göstermeleri değil, HEDEP’in “bu sizin eseriniz” diyerek Kürtçe konusunda seferberlik başlatması. Zira çeşitli araştırmalar, yüz yıla yayılan asimilasyon, yasaklama, engelleme politikaları sonucu Kürtçe konuşmanın dramatik bir düşüş içinde olduğunu gösteriyor.

175 bini aşkın madde başı ve 48 bin madde başı devamından oluşan, 2648 sayfalık dev Kürtçe-Türkçe sözlüğün yazarı Zana Ferqînî’ye kulak veriyoruz.

Anadili Kürtçe olan ve Kürtçe bilen iki kişi olarak bu söyleşiyi Türkçe yapıyor olmamız sizce nasıl anlamlandırılabilir?

Kürtler olarak içinde bulunduğumuz ve giderek komediye dönüşen trajedimizi çok iyi anlatıyor bu. Fakat bunun müsebbibi biz miyiz?

Değil miyiz?

Tek müsebbip olarak kendimizi görürsek Kürtlere, Kürt diline reva görülen kapsamlı, derinlikli politikaları göz ardı etmiş oluruz.

KÜRTÇE AKLA HAYALE SIĞMAYACAK BASKILARDAN SIYRILARAK GELDİ

Kürtlerin bu konuda hiç mi kabahati yok?

Kabahatlerimiz de çok tabii ama cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden tekçi anlayışa karşı yine de iyi direndik. Elbette bu zihniyete karşı mücadeleyi dilimizle, kültürümüzle yapabilmeliydik. Fakat bazı dönemlerde baskılar o kadar ağırlaştı ki, Kürtler kendi dillerini ancak fısıldayabildiler. Şeyh Said Hareketi’nden sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’ndan 1928’de başlatılan “Vatandaş, Türkçe konuş” kampanyasına, mecburi iskân politikalarına, kelime başına Kürtçeye verilen cezalara kadar, Kürtçe akla hayale gelmeyecek baskılardan sıyrılarak geldi. Bugün de Kürtlerin daha az Kürtçe konuşuyor olmasının öncelikli sorumlusu Kürtler değil, baskılarla, yasaklarla, asimilasyonist politikalarla dolu cumhuriyet uygulamalarıdır.

Gelinen aşamada asimilasyon politikalarının muradına erdiği söylenebilir mi?

Kürtler bugün dâhil hiçbir zaman asimilasyonu içlerine sindirmediler. Hâlâ Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tek kelime Kürtçeye tahammül edilmiyor; kardeş olduklarını söyledikleri bir halkın dilinin varlığını kabullenemeyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Dolayısıyla kendi eksikliklerimiz ve yetersizliklerimiz devletin Kürtçeye yönelik baskıcı politikalarını görünmez kılmamalı. Aksi halde yüz yıllık direnişe haksızlık etmiş oluruz. Bir değil, beş değil, on değil; bir dilin yüz yıl boyunca yasaklı olması, engellenmesi, aşağılanması, itibarsızlaştırılması ama buna rağmen yok edilememesi ne demek!

KÜRTLERİN POLİTİK MÜCADELESİYLE ANADİL MÜCADELESİ EŞİT DÜZEYDE OLMADI

Kürt Araştırmaları Merkezi’nin geçtiğimiz hafta yayınladığı Kürt Barometresinin en çarpıcı bulgularından biri de Kürtlerin anadilde eğitime dair yaklaşımlarıydı. Sizce ana dili Türkçe değil de Kurmanci-Zazaki olanlar için okullarda eğitim dili nasıl olmalı” sorusuna katılımcıların yüzde 44.1i hem Türkçe, hem de ana dilde eğitim verilmeli”, yüzde 27si eğitim dili Türkçe olmalı, ana dili okullarda ayrıca öğretilmeli”, yüzde 19.2si eğitim dili Türkçe olmalı, okullarda ana dili öğretmeye gerek yok”, yüzde 9u ise eğitim dili sadece ana dilde, yani Kurmanci-Zazaki olmalı” yanıtı vermiş. Bu sonuçlar Kürtlerin kendi dilleriyle ilgili taleplerinin kısmen de olsa azaldığı anlamına mı geliyor?

Bu sonuçlar bir yandan da Kürtlerin yüzde 80’inin ana dili talebinde ısrarcı olduğunu gösteriyor aslında. Ama dediğiniz de doğru; yani sadece kendi dillerinde eğitim görmek istediğini söyleyenlerin yüzde 9 civarında olması bize önemli şeyler söylüyor. Aynı soruyu yüz yıl önce Kürtlere sorabilseydik, yüzde 90’ı, yüzde 100’ü “eğitim dili sadece ana dilinde olmalı, resmi dil ayrıca öğretilmeli” derlerdi. Dolayısıyla yüz yıllık tekçi, asimilasyonist politikaların sonuçları bunlar. Ama yine de tam da bu noktada az önce işaret ettiğiniz kabahatlerimize gelebiliriz.

Nasıl?

Artık bir özeleştiri olarak söyleyebiliriz ki, Kürtlerin politik mücadelesiyle ana dili mücadelesi eşit düzeyde olmadı. Ana dilinde eğitim talebini gerektiği kadar ön plana çıkartmadık.

YASAKLANMIŞ BİR DİLDE ISRAR MİLLİYETÇİ DEĞİL, DEVRİMCİ BİR DURUŞTUR

Neden?

Çünkü geçmişten bu yana, “Kürtler özgürleştiğinde, belli bir statüye kavuştuklarında dilleri de kurtulmuş olur” yaklaşımı, içine düştüğümüz temel yanılgılardan biriydi. Üniversite yıllarımızdaki politik tartışmalarda en çok konuştuğumuz konulardan biriydi bu ve tabiri caizse bu mesele hep “devrim sonrasına” erteleniyordu. Hatta 1980’lerde, 90’larda Kürtçe konuşmayı politik bir tutum olarak ortaya koyanlar, bırakın Türk solcularını, Kürt sol çevrelerinde bile “milliyetçi” olmakla yaftalanıyordu. Oysa yasaklanmış bir dilde konuşmaktaki ısrar klasik anlamıyla milliyetçilik değil, devrimci bir duruştur.

TÜRKLER KÜRTÇE ÖĞRENSEYDİ, HALKLAR ARASINDA BU KADAR KUTUPLAŞMA, ÖNYARGI OLMAZDI

Eğer Kürt politik hareketleri önceliği Kürtçeye verseydi, Kürt Araştırmaları Merkezinin güncel sonuçları farklı mı olurdu?

Kürtlerin bir kısmı “ana dili öncelikli meselemiz değil, önce hayatta kalabilmeliyiz” noktasına kadar geriletildiler. Bunlar tabii dönemsel de olabilir. Şu anki baskı ortamı ortadan kalktığında ana dili talebi yine baskın hale gelecektir. Şu anda ebeveynler dillerine sırtlarını döndüklerinden değil, Türkçenin geçerli olduğu eğitim ortamında geri kalmasın diye çocuklarıyla Türkçe konuşuyor. Oysa İspanya’yı, Belçika’yı, İngiltere’yi, İtalya’yı, Fransa’yı bırakın, yanı başımızdaki Irak’ta da Türkiye’deki gibi bir sistem yok. Oralarda insanlar kendi ana dilleriyle var olabiliyor. Ayrıca bir ülkede birden fazla resmi dil de olabilir. Peki bu ülkelerin herhangi biri birden çok resmi dili var diye bölünme tehlikesi mi yaşıyor? “Devlet eşittir tek dil” diye bir şey yok. Bunlar önceki yüzyılın başından kalma, ilkel yaklaşımlar. Bir ülkede yaygın olarak birden fazla dil kullanılıyorsa, bunlar o ülkenin zaafı değil, zenginliğidir. Türkler Kürtçe öğrenseydi, halklar arasında bu kadar kutuplaşma, önyargı olmazdı. Başka bir dili öğrenmek eğer sizi ana dilinizden uzaklaştırıyorsa, orada muhakkak bir adaletsizlik, eşitsizlik vardır.

KÜRTLER TÜRKÇE ÖĞRENİRKEN KÜRTÇEYİ UNUTUYORSA, ORTADA KORKUNÇ BİR ADALETSİZLİK VARDIR

Kürtler için mi söylüyorsunuz bunu?

Tabii. Kürtlerin Türkçe öğrenmesine bir itirazı yok. Ama eğer Kürtler Türkçe öğrenirken Kürtçeyi unutuyorsa, ortada korkunç bir adaletsizlik, eşitsizlik vardır. Kürtler de Türkler de hem birbirlerinin hem de başka halkların dillerini, ama her şeyden önce kendi ana dillerini öğrenmeli, öğrenebilmeli. Dile sınır vurulamaz. Kürtçe yasağına karşı Türklerin de sorumluluğu var. Farklı diller halklar arasında bariyer değildir. Tam tersine, halklar arasındaki en büyük bariyer bir dilin yasaklanması, diğer dilin de zorunlu kılınmasıdır. Kürtlerin de kendi ana dillerini konuşma, her alanda kullanma, eğitim görme konusunda daha fazla direnç göstermeleri gerekiyor.

Ama bu okuyucular, “o halde işe bu söyleşiyi Kürtçe yapmakta ısrar ederek başlasaydınız” diyerek ikimizi de eleştireceklerdir…

Haklılar. Ama başta da söylediğim gibi, bunun müsebbibi ikimiz de değiliz. Doğrusu herhangi bir dile karşı olduğumdan veya saygı duymadığımdan değil ama karşımdaki kişi Kürtçe bildiğinde onunla Türkçe konuşmakta çok zorlanıyorum, hicap duyuyorum. Bazı duygularınız vardır, ana diliniz dışındaki hiçbir dilde ifade edemezsiniz.

BİLGİSAYARLARDA KÜRTÇE KLAVYE OLMAMASI TEKNOLOJİK DEĞİL, POLİTİK BİR MESELE

Bahane değil ama bu söyleşiyi Kürtçe yapsaydık, klavye sorunu nedeniyle bilgisayara aktarmak çok zor olacaktı. Telefonumda Kürtçe klavye var ama bilgisayarda bunu beceremediğim için bazen e” veya “ı” harfine şapka koymak için dakikalarca uğraşıyorum.

Tabii, mevcut bilgisayar klavyeleri Kürtçeye göre tasarlanmadığı için Kürtçe yazabilmek bin dereden su getirmeyi gerekiyor. Zira bilgisayarlarda Kürtçe klavye olmaması da teknolojik değil, politik bir mesele aslında. Kürtçenin bir statüsü olmadığı için şirketler bu konuda adım atmıyor. Hatırlarsanız bir ara Microsoft bu konuda bir şeyler yapmaya çalışınca bazı çevrelerin boykotuyla karşı karşıya kaldı. Microsoft önce geri adım atar gibi yaptı, sonrasındaysa çeviri dilleri arasına Kürtçenin Kurmanci ve Sorani lehçelerini ekledi. Öyle bir kuşatma ki, Kürtlere uzayda bile yer yok! Kürdün varlığı niye başkasının yokluğu manasına gelsin ki!

ASİMİLASYONDA ÜÇ NESİL KURALI İŞLER VE BİZ ŞU AN ÜÇÜNCÜ NESLİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU YAŞIYORUZ

10-15 yıl öncesine kadar Yüksekovadaki köyümüzde insanların kendi aralarında Türkçe konuşması ayıplanır, alay konusu yapılırdı. Fakat artık orada bile çocuklar kendi aralarında Türkçe konuşmaya başlamış durumda ve aileler de bunu teşvik ediyor. Hatta İstanbulda yaşayan ve çocuğuyla Kürtçe konuşan bir arkadaşımız yazın köye gittiklerinde çocuğunun Kürtçesinin bozulduğunu söylüyordu. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

Benim çocukluğum da Silvan’da geçti ve o zaman bizde de Kürtlerin kendi aralarında Türkçe konuşması ayıplanırdı. Fakat asimilasyonist politikalar önce merkezden, çarşı-pazardan, resmi dairelerden başlar ve yavaş yavaş kırsala, taşraya sirayet eder. Asimilasyonun etkileri kırsalda, ev içinde etkili olmaya başladığında artık bunu geri döndürmen çok zordur. Ancak ve ancak Kürtçe eğitim dili olursa, belli bir statüye kavuşursa bu etkiler yavaş yavaş azalır. Yavaş yavaş dediğim de birkaç yıl değil, nesiller demek. Zaten asimilasyon politikalarında üç nesil kuralı işler ve biz şu anda üçüncü neslin içinde bulunduğu durumu yaşıyoruz.

Nasıl yani?

Yani asimilasyona ilk önce nineniz-dediniz maruz kaldıysa, bu süreç anne-babanıza kadar devam etmişse ve sizi de kapsamışsa, artık sizin çocuklarınız büyük ölçüde anadillerini öğrenemiyor demektir. Sizin köyünüz üzerinden verdiğiniz örnek aslında bu tezi doğruluyor.

KÜRTLER KENDİ DİLLERİYLE DİRENMELİ

Peki devlet bu sistemde ısrar ediyorsa, bundan sıyrılmanın yolu yok mu?

Bu noktada özellikle Kürt entelijansiyasına, Kürtler adına siyaset yapanlara, Kürt basınına, yazar-çizerine büyük bir sorumluluk düşüyor. İtiraf etmek gerekirse bizler de dilimize, kültürümüze yeterince sahip çıkmadık. Kürtçeyi siyasal çalışmalarımızda temel veya başat yapmadık. Gazetelerimizde, kitaplarımızda, dergilerimizde, konuşmalarımızda Kürtçeyi esas dil olarak kullanmadık. Oysa hangi anlayıştan, ideolojiden, siyasetten olursan ol, neye inanıyorsan inan, bunu, yok edilmek istenen dilinle göster, mücadeleni dilinle yap. Ne yazık ki bunu yaptığınızda solcuların nazarında milliyetçi, İslamcıların nazarında kavmiyetçi oluyorsunuz. Oysa egemenin diliyle konuşup yazdığında solculuktan veya İslamcılıktan aforoz edilmiyorsunuz! Böyle bir şey olur mu! Bu yaftaları reddetmek gerekiyor. Kürtler kendi dilleriyle direnmeli. Kürt siyaseti de kendi halkına kendi diliyle gitmeli. Kürt halkının karşısına çıkıp saatlerce Türkçe nutuk çeksen bile, beş dakikalık Kürtçe konuşman kadar tesir etmez. Siyasetçiler nasıl ki halkın evine ayakkabıyla girmiyorsa, halkın arasına da egemenin diliyle girmemelidir.

KÜRTÇE YAĞMURA YAKALANMIŞ KAR MİSALİ ERİYOR

Bunun için biraz geç kalınmadı mı?

Başka çare yok. Eğer ana diliniz hayatın her alanında yok sayılıyorsa, yasaklanıyorsa, engelleniyorsa, okullarda öğretilmiyorsa, TBMM’de X denilerek aşağılanıyorsa, radikal bir tavır sergilemek zorundasınız. Kürtçe yağmura yakalanmış, ona maruz kalmış kar misali eriyor ve siz kara “diren” diyorsunuz. Buzullar bile bunca yağmura direnemez. Kürtçeyi konuşarak, yazarak, bunda inat ederek ayakta tutabiliriz. “Devlet bir gün demokratikleşir” veya “Kürtler haklarını kazandıklarında bu sorun çözülür” diye beklerseniz, o gün geldiğinde konuşabileceğiniz bir diliniz kalmayabilir veya bu dille konuşacağınız insanları mumla arar hale gelebilirsiniz.

Kürtler zaten yüz yıl boyunca dillerini konuşmada ısrar ettiler ama…

Evet ve zaten bu sayede asimilasyonun etkileri azaltıldı. Ama erimenin de devam ettiğini ve giderek hızlandığını unutmamalıyız. Kürtçe resmi bir dil veya eğitim dili olmadığı sürece, “bunca yıl ayakta kaldık, bundan sonra da kalırız” gibi bir rehavete kapılmamalıyız. Artık eski koşullarda değiliz. Zira kuşaklar arasındaki dil yitimi, çocuk ve gençler arasındaki dil kaybı alarm veriyor.

ANNE-BABALARIMIZ TÜRKÇE BİLMİYORDU, BİZ İKİSİNİ BİLİYORUZ, ÇOCUKLARIMIZ İSE KÜRTÇE BİLMİYOR

Nasıl yani?

Artık örgün eğitim her yerde, en ücra köyde bile televizyon, bilgisayar, akıllı telefon, tablet var ve çocuklar daha emekleme aşamasında asimilasyona maruz kalıyor. Evlerde televizyon sabah açılıyor, akşama kadar açık kalıyor ve çocukların burada duydukları, gördükleri tek dil Türkçe. Oysa bizim kuşak Türkçeyi okulda öğreniyordu, o zamana kadar sadece Kürtçe konuşuyor ve kolay kolay unutmuyorduk. Yeni kuşaklar için böyle bir dünya yok. Annelerimiz, babalarımız Türkçe bilmezlerdi, biz ikisini biliyoruz, çocuklarımız, torunlarımız ise Kürtçe bilmiyor. Dolayısıyla Kürtlerin kendi dillerini korumak için geçmişe nazaran çok daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor.

BAHÇELİ HEDEPLERİ KÜRTÇE BİLMEDİKLERİ İÇİN ELEŞTİRİYOR MU, ZE DİLİNİZİ UNUTTURMAYI BAŞARDIK” DİYE ÖVÜNÜYOR MU?

Evet ama ne tür çabalar sarf edilebilir?

Kürtler adına hareket eden partiler, kurumlar, siyasetler, sivil toplum kuruluşları, medya topyekûn bir Kürtçe seferberliği başlatmalı. Erime hızlanıyor ve Kürtçe için yarını bekleyecek kadar zaman yok.

Devlet Bahçeli bir hafta önce yaptığı TBMM konuşmasında, Türk milliyetçilerinin alayı Türkçe bilir, fakat Mecliste kaç milletvekili var ki, Kürtçe bilsin” dedi.

Bahçeli HEDEP’li siyasetçileri Kürtçe bilmedikleri için eleştiriyor mu, yoksa “size dilinizi unutturmayı başardık” diye övünüyor mu, bilemiyorum. Bahçeli’nin konuştuğu o Meclis’te hâlâ Kürtçe konuşulduğunda kayıtlara “X” diye geçiriliyor. Kürtçenin önü açıldı da mı Kürtler dillerini öğrenmeme tembelliğine düştü! Yüz yıl boyunca bir halkın dili yok edilmeye çalışılıyor, asimilasyon uygulanıyor, sonra da “siz dilinizi bile bilmiyorsunuz” deniyor! Ebeveynler çocukları baskı görmesin, tek dilli eğitimde geri kalmasın, gündelik hayatta ayrımcılığa uğramasın, iş hayatında aksanı yüzünden dışlanmasın diye onları daha az bildikleri Türkçeyle büyütüyorsa, bu açıklama olsa olsa bir itiraftır.

KÜRT ENTELİJANSİYASI KARİYER İÇİN BAŞKA DİLLER ÖĞRENİRKEN AYNI ÇABAYI DİLLERİ İÇİN GÖSTERMİYOR

Az önce Kürt entelijansiyasına büyük sorumluluk düştüğünü söylediniz. Kürt entelijansiyası ne yapabilir?

Kürt entelijansiyası, akademisyenleri, yazarları kendi kariyerleri için İngilizce, Fransızca veya başka diller öğrenmeye büyük gayret sarf ederken kendi dilleri için aynı çabayı göstermiyor. Evet asimilasyonun etkileri çok yoğun, imkânlar çok kısıtlı ama bu gerekçelere sığınmak kurtarmaz. Kendi yayın organlarımızda Türkçeye gösterdiğimiz özeni neden dilimize göstermiyoruz?

Nasıl yani?

Günlük gazetelerimiz var ama Türkçe yayın yapıyor. Daha önce Azadiya Welat isimli Kürtçe gazetemiz vardı, kapatıldı. Yenisini çıkarmak için neden diretmiyoruz? Ayrıca Azadiya Welat çıkarken Kürtlerin ona sağladığı ekonomik imkânlarla Türkçe yayın yapan gazetelerine sağladıkları imkânlar aynı mıydı? Ne yazık ki Kürtçe, Kürtlerin gözünde de itibar kaybı yaşıyor, politik sonuç doğurmayan, gereksiz bir dil olarak görülmeye başlanıyor. Doğru-düzgün Türkçe bilmeyen ebeveynler bile evde çocuklarına Türkçe öğretmeye çalışıyorsa, durum çok vahimdir. Yahu zaten bu koşullar altında senin çocuğun istese de, istemese de Türkçeyi öğrenecek. Ayrıca pedagojik araştırmalar da ortaya koyuyor ki, çocuklar 6-7 yaşlarına kadar aynı anda birden fazla dili çok rahat öğrenebiliyorlar. Ev ortamı, insanın kendi “iktidar” alanıdır. Eğer ev ortamında çocuğuna ana dilini öğretmiyorsan, o çocuğun ileride dönüp kendi dilini öğrenmesi çok zor.

ENTERESAN BİR TEZAT: KÜRTÇE KONUŞMA ORANI AZALIRKEN TALEP DE ARTIYOR

Fakat bir yandan da son yıllarda Kürtlerin dil konusundaki hassasiyetlerinin, bu yönde taleplerin arttığı söyleniyor. Hatta seçimler öncesinde konuştuğumuz bir Yeşil Sol Parti milletvekili adayı, Kürtçe konuştuğumuzda halkın coşkusu bambaşka oluyor” demişti…

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren Kürtlerdeki dil hassasiyetinin arttığını ben de gözlemliyorum. Bir yandan Kürtçe konuşma azalıyor ama bir yandan da talep artıyor. Bu enteresan bir tezat gibi görünebilir ama aslında tehlike çanlarının çaldığının farkındalığıyla ilgili. Zihinsel faaliyetlerde de, edebiyatta, sinemada, müzikte; sanatın her alanında ve siyasette Kürtçe kullanma talebi daha sık dillendiriliyor. Kürtçe kurslara rağbet edenlerin çoğu genç. Bir kısmı evinde, köyünde, şehrinde öğrenemediği ana dilini İstanbul’a üniversite okumaya geldikten sonra İstanbul Kürt Enstitüsü’nde, kurslarda öğrenmeye çalışıyor.

DEZAVANTAJLI HALKLAR İÇİN EV DİLİ” ÇOK ÖNEMLİDİR

Ankara’da yaşayan Hakkârili bir arkadaşımız kızıyla ilkokula kadar Kürtçe konuştu. Fakat çocuk okula başlayıp da bütün hayatı Türkçeleşince, babası “çocuk bana direniyor, daha sık konuştuğu ve duyduğu Türkçe dışında bana cevap vermiyor” diyordu. Sonuçta ilkokula kadar evde Kürtçe konuşan çocuk, şu anda lisede ve Kürtçe bilmiyor…

Bazı akraba ve tanıdık ailelerde de aynı şeyi görüyorum. Çünkü Kürtçe dezavantajlı durumda. Özellikle kendi dil habitatı dışındaki şehirlerde yaşayan çocuklar açısından hayatın hiçbir alanında Kürtçeye yer yok. Ama evde Kürtçe konuşmada ısrar etmek gerekiyor. Böylesi bir durumda çocuklar her koşulda o dili öğrenir. Ana dili hassasiyeti, ev ortamındaki dil konusunda Türkiyeli Rumlar, Ermeniler bu konuda iyi bir örnektir. İspanya’daki Galiçyalılarla ilgili bir makale çevirmiştim; orada diyordu ki, “yabancı dil benim açımdan yabancı misafir gibidir, iznim olmadan içeri giremez.” Dezavantajlı halklar için “ev ortamı/ev dili” çok önemlidir.

Ama çocuklara Kürtçeyi öğretecek olan ebeveynler de asimilasyondan azade değil…

Doğrudur, fakat siz çocuklarınızla Kürtçe konuştuğunuzda, kendinizi de asimilasyona karşı korumaya almış oluyorsunuz.

Bazı ebeveynler de “biz mahalli Kürtçemizi çocuklarımıza öğretsek bile, standart dili bilmedikleri için gelecekte bir işlerine yaramaz” diyor.

Hayır, mahalli Kürtçeyi öğrenen bir çocuğun standart dili öğrenmesi de çok daha kolaydır. Bütün dillerin farklı lehçeleri, şiveleri, ağızları var. Türkleri düşünün; Karadeniz’de, Ege’de, Akdeniz’de, İç Anadolu’da mahalli Türkçe öğrenen çocukların okula başlar başlamaz standart dile nasıl adapte olduklarını biliyoruz. Dil zamanla yazı diliyle standartlaşır. Standart dil de medyada, örgün eğitimde, resmi kurumlarda, akademide vs, kullanılır. Türkiye’de Kürtçe açısından böyle bir olanak yok ama standart değil diye çocukları anadillerinden mahrum bırakmak büyük bir yanılgı. Siz bildiğiniz Kürtçeyi öğretin çocuklara, geriye sadece şive farkları kalır. Sonrasında örneğin Silvanlı bir çocukla Yüksekovalı bir çocuk karşılaştığında birbirlerini anlar, birbirlerinin sözcüklerini öğrenir ve dil açısından daha da zenginleşirler. Standart dile de çok çabuk adapte olurlar.

HEDEP’İN KURUMSAL BİR KÜRTÇE POLİTİKASINA İHTİYACI VAR

14 Mayıs seçimleri için Yeşil Sol Partiden milletvekili aday adayı olmuştunuz ama aday gösterilmediniz. Yakın zamandaysa HEDEPle birlikte bazı çalışmalar yapacağınızı öğrendik. HEDEP Kürtçeye yönelik asimilasyon politikalarını yavaşlatmak için ne yapabilir?

Aday adaylığım sırasında bana gösterilen destek de, aday gösterilmemem üzerine yapılan eleştiriler de şahsımla değil, belki dil açından bir sembol olarak görüldüm, ama Kürtçe hassasiyetiyle ilgili olduğu için sevindim, Kürt dili açısından daha bir ümit var oldum. Öte yandan HEDEP’in kuruluşu öncesinde Parti Meclisi’ne girmem için bana teklif getirildi ama ben dille ilgili çalışmalara ağırlık vermek istediğimi söyledim. Fakat HEDEP bünyesinde kurulan Dil, Kültür ve Sanat Komisyonu’na katkı sunmak için üzerime düşeni yapmaya hazır olduğumu arkadaşlara ilettim. Bu komisyonun hem ihtiyaçlara hem de geçmişten alınan derslere dayanılarak aktifleştirilmesi gerekiyor. Eğer şu anki duruma ilişkin bir hoşnutsuzluğumuz varsa, ister şahsi, ister örgütlü olarak herkes elinden geleni yapmalı.

Elden ne gelebilir mesela?

Her ne kadar bileşen partisi olsa da, Kürtlerin gözünde HEDEP bir Kürt partisidir. HEDEP Kürtler açısından öncü bir partidir ve mitinglerle, Kürtçe kurs veren sivil toplum örgütlerini destekleyerek, Kürtçe konuşma-yazma seferberliği başlatarak, yasaların değiştirilmesi konusunda mücadele ederek azami çabayı sarf etmelidir. HEDEP’in kurumsal bir Kürtçe dil politikasına ihtiyacı var. Kürt siyasetçilerin Kürtçeye ilişkin sözleri kitlelerin gönlünü cezbetme çabasının ötesine taşınmalı. Ayrıca siz bu mücadele alanını boş bırakırsanız, başka politik gruplar o alanı kendi amaçları doğrultusunda doldurur. Mesela Bahçeli’nin durup dururken “siz Kürtçe bilmiyorsunuz” diye konuşması üzerine düşünmek gerekiyor. Siyaset boşluk tanımaz. Kürtçede bir deyim var; “kirinek ji hezar gotinî çêtir e” (bir icraat bin sözden yeğdir) diye. Halkın önünde olan siyasetçilerin her şeyden evvel kendilerinden başlamaları, halkın karşısına kendi dilleriyle çıkmaları gerekiyor. Halk bir çaba görürse, diline çok daha fazla sahip çıkar. Artık Kürtçe konusunda ortak bir tutum, ortak bir siyasi program, bir yol haritası oluşturulmalı, bu dil meselesi de bireysel çabalardan çıkıp kitlesel bir talep haline gelmeli.

DİLİNİZİ KAYBETTİĞİNİZDE KİMLİĞİNİZİ BULAMAZSINIZ

Bu neden bu kadar önemli?

Kürtçe, Kürtlerin varlığının en büyük dayanaklarından biridir. Dilinizi kaybettiğinizde kimliğinizi bulamazsınız. Ayrıca Kürtçenin karşı karşıya bulunduğu kuşatmayı sadece basın açıklamalarıyla, birkaç bildiriyle, hak ihlalleri raporlarıyla yaramayız. Kürtçenin karşı karşıya bulunduğu tehlikenin, Kürt meselesinin en önemli başlıklarından biri olduğunu artık kabul etmeliyiz. Dilimizi kaybettiğimizde, “dili Türkçe olan Kürt” haline geliriz. Peki bu halde varlığımızı ne kadar sürdürebiliriz; en fazla birkaç kuşak daha. Sonra artık “Kürt kökenli” hale gelir ve giderek aidiyet duygunuzu yitirirsiniz. Kimliğinize dair aidiyet duygunuz yoksa, onun varlığı için mücadele etme gereği de duymazsınız. Çünkü siz artık asimilasyonun yarattığı acıyı hissetmemeye, o acıyı içselleştirmeye, kabullenmeye başlamış olursunuz.

Kürtler o aşamaya geldi mi?

Henüz değil ama tehlike çanları çalıyor.

ANADİLİ DIŞINDA BİR DİLLE EĞİTİM GÖREN HER ÇOCUK DARBE YEMİŞTİR

Siz çocuklarınıza kendinizinki kadar yetkin bir Kürtçe öğretebiliyor musunuz?

Onlara dili aktarmaya çalışıyorum, onlarla hep Kürtçe konuşuyorum, ama örnek olarak verdiğiniz aileler gibi ben de aynı dertten muzdaribim. Ana dili dışında bir dilde eğitim gören her çocuk, darbe yemiştir. Düşünün; Kürtçe üzerine bunca çalışmalar yapmış biri olarak, çocuklarıma bu emaneti aktarma noktasında istediğim başarıyı yakalamış değilim. İstanbul’da yaşıyorum ve benim dışımda onlarla Kürtçe konuşan pek kimse yok. Hayatlarının her alanı Türkçe. Bu koşullarda da direniyorum, pes etmiyorum. Bu zulümdür. Esas direniş, Kürtçede eğitim-öğretimin imkânlarını yaratmaya odaklı olmalıdır. Aksi halde mevcut çağın koşullarında asimilasyonu eskisi kadar yavaşlatamayız. O yüzden bu dille mutlaka eğitim ve öğretim olmalı, yoksa Kürtçenin geleceği hiç de parlak değil.

Belediyelere kayyım atanması politikasının Kürtçe üzerinde negatif etkileri oldu mu?

Olmaz mı! Daha önce billboardlarda, kültürel-sanatsal faaliyetlerde Kürtçe görünür haldeydi. Belediyeler çokdilli faaliyet yürütüyordu. Dil olmadan söze dayalı hiçbir sanatı üretemez ve bunları gelecek kuşaklara aktaramazsınız. Kayyımlar tam da bu nedenle ilk önce Kürtçeyi her yerde görünmez hale getirdiler. İddia edebilirim ki, belediyelere kayyım atanmasının en temel nedenlerinden biri asimilasyon politikalarıdır. Kayyımlar asimilasyonist politikaların yerel yönetimler eliyle şehirlere egemen kılınmasının araçlarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İrfan Aktan Arşivi