Ali Duran Topuz
Alevilik, eşitlik ve kimlik 1: Eşitsizlikteki şiddet
Eşitlik ve kimlik meselesini konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Çok eski zamanlardan bir alıntı ve yakın zamanlardan anılarla başlayacağım. Aristoteles, ‘Politika’ adlı eserinde eşitlik meselesinin özel yerini özgün biçimde vurgular:
"Neyin eşitlik neyin eşitsizlik içerdiği konusu eksik bırakılmamalı. Çünkü siyasetin açmazını ve felsefesini ilgilendiren bir meseledir bu." (Aristoteles, Politika 1281b21 Eşitliğin siyasetin en temelindeki mesele olduğunu ilk dile getiren filozoftur Aristoteles ve 2500 yıldır süren bir tartışmanın temelleri vardır burada.
ÖYKÜ
Bu sunumumda size, kişisel öykümden bir kesit anlatarak, o kesitin içinde yer alan öğelerin yardımıyla Türkiye’de Kızılbaş toplulukların eşit yurttaşlık mücadelesine ilişkin bazı gözlemlerimi aktaracağım. Kişisel öykü için özür dilerim, aslında hiçbir özel yanı olmayan, yüzbinlerce örneği bulunan, sıradan bir öykü. Sıradan, ama işte konu eşitlikse sıradanlığı içinde çarpıcı bazı yanlar içeren bir öykü, yüzbinlerce belki milyonlarca benzer öykü gibi.
Bugün dünyanın en büyük kentlerinden birinde, İstanbul’da bir aradayız. Ailem 1975’te İstanbul’a geldi. Çok güzel bir yerine geldik İstanbul’un, Çengelköy sırtlarında, Talimhane semtine bağlı, meyve bahçeleri, çamlıklar, böğürtlen ve çitlembik çalılıkları, fundalıklarla iç içe bir mahalleye. Babam, o dönem ailesini alıp şehirlere göçen milyonlarca insan gibi, birkaç temel umutla yola çıkmıştı: Çalışacak, çocuklarını okutacak, ekonomik imkanların günden güne daraldığı kırsal hayattan daha iyi bir hayat imkanı bulacak filan.
Ben ve benden bir yaş küçük kardeşimi okula başladığımızda o güne kadar hiç bilmediğimiz bir sorun bizi bekliyordu: Okulda başka bir dil konuşuluyordu ve biz o dili bilmiyorduk.
Ben biraz biliyordum, kardeşim hiç bilmiyordu, iki yıl konuşmayı reddetti, öğrendi ama konuşmadı. Koçgirili, yani Kürt bir ailenin çocuklarıydık. Derslerde anlatılanları anlamıyorduk anladığımız kadarını da yanlış anlıyorduk. Üstelik dil farkı sadece dil farkından ibaret değildi, konuştuğumuz dil konuşmamamız gereken bir dildi. Uygunsuz bir dildi yani.
Devletin herkese eşit biçimde sunduğu okul imkanından Kürt çocukları olarak eşit biçimde yararlanmamız için önce Türkçeyi öğrenmemiz gerekiyordu. Türkçeyi öğrendikçe etrafımızda bir meselenin daha döndüğünü fark edecektik. Sadece dil açısından değil ama inanç açısından da uygunsuzduk.
Yaz geldiğinde, kendisini Türk ve Sünni olarak tanıtan, yani takiye yapan ailem, beni Kuran kursuna yolladı. Bir gün caminin avlusunda birileri Alevilik meselesini konuşmaya başladı; "Hazreti Ali kalkıp gelse hepsini keser."
Kardeşimle beraber hem dilsel hem de dinsel ayrımcılığı, yani eşitsizliği tecrübe ediyorduk; orada karşılaştığımız bu Hz. Ali argümanı, yıllar sonra siyasetin en tepesindeki bir devlet yetkilisi tarafından "kesme" kısmını zikretmeden tekrar etti, "Hazreti Ali ile alakaları yok yaşam tarzı olarak."
Bu "alakasızlık" maruz kaldığımız eşitsizliğin bir veçhesinin tarihsel özetiydi esasen.
ŞİDDET OLARAK TECRÜBE
İki çocuk olarak, eşitsizliği hayli can sıkıcı ve yorucu biçimde tecrübe etmiştik, özetle. Açık bir ruhsal şiddet olarak. Anne babalarımızın bunları iyi bildiğini, derin kaygılar yaşadığını çok geçmeden, yani 10’lu yaşlarımızı geçmeye başladığımızda zaten öğrenecektik.
Şimdi Aristoteles’in girişte aktardığım ifadesine dönelim, gerçekten de eşitlik siyasetin temelini ilgilendirir. Daha açık bir deyişle siyasetin ortaya çıkış nedenidir eşitlik meselesi. Fakat tabii "eşitlik" önce gelmez, aktardığım öyküdeki gibi, Türkiye’de Alevi veya Kürt (ve elbette başka az olanların, eşit görülmeyenlerin) olarak doğan herkesin tecrübe ettiği gibi, eşitsizlik bir darbe olarak gelir, ona toslarız, inciniriz, yaralanırız, bunaltıcı biçimde tecrübe ederiz, bizi eşitlik arayışına yönlendirecek şey, tecrübenin içindeki bu şiddettir. Bu şiddet, geçmişe ait bir şey değil, çocukluğumuza ait bir şey değil, bugün de kendisini de açık biçimde ortaya koyuyor.
(YARIN: Sürekli işaretlenme)