AİHM kararları mı, OHAL idaresi mi?

Nitelik bakımından Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları ile AİHM kararları arasında bir fark yoktur. Yalnız hukuki hiyerarşi içinde AİHM, Anayasa Mahkemesi'nden de üstte yer almaktadır.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) imzacısıdır. Ayrıca bu sözleşmenin hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleyen Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) de yargı yetkisini anayasal olarak tanımaktadır (Anayasa Madde 90 uyarınca). Bu mahkemede Türkiye adına da bir hakim görev yapmaktadır. AİHM, Türkiye anayasal yargı sisteminin (tıpkı Anayasa Mahkemesi gibi) asli bir parçasıdır.

AİHM, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin yargı ve idare organlarının karar ve uygulamalarını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygunluk bakımından denetlemektedir. Verdiği ihlal, yeniden yargılama, derhal tahliye gibi kararlar, AHİS'in ihlal edildiğine dair bir tespitin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla nitelik bakımından Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları ile AİHM kararları arasında bir fark yoktur. Yalnız hukuki hiyerarşi içinde AİHM, Anayasa Mahkemesi'nden de üstte yer almaktadır.

AKP'nin, 20 Temmuz 2016'da ilan ettiği "Olağanüstü Hal" (OHAL) ile ilk işi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ini askıya almak olmuştu. Sonradan OHAL, resmiyette kaldırıldı ancak fiiliyatta, Kanun Hükmünde Kararnameler ve partili yargı pratikleriyle uygulamada kaldı. AİHS aslında Türkiye'de hala fiilen askıdadır. Bu gerçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin özellikle OHAL dönemi idare ve yargı pratiklerine dair verdiği ihlal kararlarının uygulanmaması ile açıkça ortadadır.

AKP-MHP iktidarı, OHAL'in keyfi yönetim anlayışını sürdürmek istiyor. Bu amaçla düne kadar Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını da uygulamıyorlardı. Ancak AYM'nin üye bileşiminde yaptıkları oynamalar, bu mahkemenin kararlarını AKP-MHP iktidarı için daha kabul edilebilir kılınca, devlette de bir "AYM uzlaşması" ortaya çıktı. Gerçi MHP lideri D. Bahçeli halen "AYM'nin kapatılması" çağrılarıyla bu mahkemeyi sürekli baskı altında tutuyor. Ama AYM'den çıkan kararlar da uygulanıyor (son örnek Enis Berberoğlu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu kararları).

AİHM kararları ise uygulanmıyor. Anayasanın 90. Maddesi açıkça çiğneniyor. Bu uygulamanın en sembol örnekleri, Kavala ve Demirtaş davalarıdır. Osman Kavala hakkında AİHM "derhal tahliye" kararı aldığında, yargılandığı "Gezi davasından" beraat etti ve tahliye oldu. Ancak henüz hapishanenin kapısındayken bir daha gözaltına alınıp, bu kez, başka bir soruşturmadan tutuklanarak yine hapishaneye atıldı. Selahattin Demirtaş ise 24 Aralık 2020'de hakkında AİHM Büyük Dairesi tarafından verilen "derhal tahliye" kararına rağmen, "o karar bu dosyayla ilgili değil" denilerek, serbest bırakılmadı.

AKP-MHP iktidarı bu tür yargı hileleriyle AİHM kararlarının etrafından dolanarak tahliyeleri fiilen önlüyor, kararları boşa düşürüyor. Bu yönteme karşı da birçok AİHM kararı oluşmuş durumda. Örneğin Demirtaş, zaten 2019 tarihinde AİHM tarafından tahliye edildiği halde replika (türetme) bir dava ile tutuklanmıştı. 2020 Aralık'ındaki Büyük Daire kararı, aynı fiilden ikinci bir dava açılamayacağını belirtip bu ihlali de saptayarak, tahliye kararını verdi.

Gelinen noktada, AİHS'ne göre AİHM kararlarının uygulanmasıyla yükümlü kurul olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye'nin Osman Kavala hakkındaki AİHM kararını uygulamadığını tespit ederek, ihlal sürecini başlattı. AİHM tarafından görüşülecek ihlal başvurusu, AKP-MHP iktidarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni askıdan indirmesine vesile olacak mı? Yoksa Türkiye'nin Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılmasına mı götürecek?

Devletin içinde AİHM kararlarının uygulanması yönünde bir eğilim de yok değil. Ancak bu kesim henüz hâkim eğilimi oluşturmuyor. Tasfiye edilen Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, bu kesimin sözcüsü konumundaydı. Karar gazetesinde Elif Çakır'ın yazdığına göre, sarayda yapılan gizli bir devlet toplantısında "AİHM kararlarının uygulanmasını" savununca, görevinden azledildi. Yerine ise AİHM kararlarını uygulamamayı savunan Bekir Bozdağ getirildi.

Gelinen noktada, AİHM kararları, fiili ve süreklileşmiş OHAL'in, cunta tarzı yönetimin panzehiri konumundadır. Erdoğan, Bahçeli, Çavuşoğlu, Bozdağ ve diğer iktidar sözcüleri, AİHM'in Türkiye yargı sisteminin bir parçasını oluşturduğunu karartıyorlar. Meselenin Türkiye'deki insan hak ve özgürlükleri meselesi olduğunu halktan gizliyorlar. Kof ve içi boşaltılmış bir milliyetçi propagandayla "Avrupa'ya meydan okuyorlar"! Oysa mesele Avrupa'dan ziyade 84 milyon Türkiye yurttaşıyla ilgilidir. Evrensel insan haklarının Türkiye'de uygulanıp uygulanmayacağı ile ilgilidir.

AKP-MHP'nin AİHM kararlarını uygulamama ısrarı, Türkiye'yi Avrupa Konseyi'nin dışına sürükler ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nden çekilirse, anayasal güvencelerini yitirecek olan; Almanlar, İngilizler ya da Fransızlar değil, Türkiye yurttaşlardır. Keyfi tutuklamalara maruz kalan, Türkiye yurttaşlarıdır. İfade özgürlüğü çiğnenen, sosyal medyadan bir paylaşım yaptı diye gece yarısı kapısına polis dayanan yine bu ülkenin insanlarıdır. Grev hakkı, sendikal örgütlenmesi OHAL yetkileriyle engellenen Türkiye'nin işçileridir. Haklarında bırakın yargı kararını, idari soruşturma dahi açılmadan devlet memurluğundan atılan on binlerce kamu emekçisi Türkiye'de yaşıyor. 2016'dan bu yana 657 sayılı yasanın getirdiği güçlü iş güvencesini yitiren, her an işten çıkarılma tehlikesiyle yaşayan Türkiye'nin kamu emekçileridir. Valiliklerin getirdiği keyfi "sokak gösterisi yasaklarıyla" (Anayasanın 34. Maddesi çiğnenerek) sokağa çıkma, seslerini yükseltme hakları elinden alınan, başka bir ülkenin değil, Türkiye'nin halklarıdır.

O anlamda, mesele ne sadece Kavala-Demirtaş'la ilgilidir; ne de "Avrupa'ya meydan okuma" meselesidir. AKP-MHP'nin meydan okuduğu aslında Türkiye Anayasasıdır, hukuk devletidir. "Direnişleri" ilelebet OHAL yetkileriyle yönetmek içindir. Çünkü OHAL varsa siyasal ve toplumsal muhalefet sesini yükseltemez, fikirlerini örgütleyemez, medyada yer bulamaz, işçiler grev yapamaz, halk talepleri için sokağa çıkamaz. Dolayısıyla gelinen noktada, Avrupa insan Hakları Mahkemesi'nin kararlarının uygulanması, 2016'dan bu yana süren fiili OHAL idaresinin sonlandırılması için elzemdir. Bu bakımdan, AİHM'deki "ihlal süreci" Türkiye'nin aleyhine değil, aslında lehine işleyebilecek bir süreçtir. Yeter ki, toplumsal ve siyasal muhalefet, "AİHM kararlarının uygulanması" için sesini yükseltebilsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi