Çakıcı dışarıda, milletvekilleri hapiste

Döndük dolaştık, 7 Haziran’da dayandığımız eşiğe geldik. Demokratik değişim mi? Savaş, zorbalık ve darbeler sarmalı mı?

Tarih yeniden hız kazandı. Gelişmeler baş döndürücü bir hızla akıyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin azınlığa düşmesi büyük bir siyasal krizin başlangıcını oluşturmuştu. 7 Haziran Türkiye’de demokrasiye giden yolun kapılarını aralamıştı. 7 Haziran seçim sonuçları tanınmadı. Devlet Bahçeli'nin 7 Haziran akşamı, oyunu artırmış, milletvekili sayısını yükseltmiş bir genel başkan olarak, "biz bu sonuçları kabul etmiyoruz, seçimler tekrar edilmeli" açıklaması, bu yeni durumun bir yansımasıydı. AKP azınlığa düştüğüne göre, yanına MHP eklenmeliydi. Yoksa maazallah, HDP’nin önü açılabilirdi.

Egemenlerin farklı kanatları, aralarındaki kavganın Türkiye ezilenlerinin birleşmesine, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin bütün Türkiye halklarıyla buluşmasına, HDP'nin barajı yıkarak Meclis'e girmesine yardımcı olduğu kanısına vardılar. Ve 8 Haziran itibariyle Erdoğan, Baykal ve Bahçeli, aynı geleneksel devlet refleksinde buluştu. İmralı Görüşmeleriyle ortaya çıkan "devletin demokratikleşmesi" olasılığını boğmak, çatışmasızlık süreciyle filizlenen, halklar arasında demokratik birlik olanağını ezmek amacı etrafında birleştiler. Bu bir statüko ittifakıydı.

Sonra Suruç geldi. 10 Ekim. 1 Kasım "tekrar seçimleriyle", Bahçeli 7 Haziran oylarının bir kısmını AKP’ye devretti. Günümüze değin süren AKP-MHP fiili koalisyon iktidarı başladı. AKP MHP’leşti. MHP AKP’leşti. Bu kaynaşmadan Türkiye tarihinin gördüğü en kan dökücü, en zalim iktidarlardan birisi doğdu. MHP devlet kadrolarında oldukça geniş bir parseli ülkücülerle doldurdu. AKP yitirdiği çoğunluğu MHP desteğiyle tuttu.

Ancak ne AKP’nin İslam-Türk sentezi, ne de MHP’nin Türk-İslam sentezi, Türkiye’nin temel sorunlarına çare olabilirdi. İçeride yoğunlaşan çelişkileri aşmak için yapılan askeri hamleler de beklenen sonuçları vermedi. 2010/’14’te bir tur iflas eden Osmanlıcı siyasetin ikinci baskısı da fazla sonuç elde etmedi. İdlib Osmanlıcılığın iflasının nişanesi oldu.

Nihayet 31 Mart seçimlerinde, AKP’nin girdiği her seçimi kazanamayacağı tekrar görülmüş oldu. Tıpkı 7 Haziran gibi, AKP darbeci tarzda İstanbul seçimlerini de tanımadı. 23 Haziran’da halkın yanıtı çok sert oldu.

Ekonomi çok kötüleşti. Emekçi, üreten kitlelerin sosyal şartları bozuldu. Gerçek işsizlik %30’lara dayandı. AKP’nin içinden iki, MHP’nin içinden bir parti çıktı.

İşte bu şartlarda, MHP’nin önerisi ile Çakıcı affı gündeme geldi. Uyuşturucu satan, mafya çeteleri kuran, kadınlara şiddet uygulayan, taciz, tecavüz hükümlüsü, çoğu aynı parti mensubu onbinlerce hükümlü, bozkurt işareti yapa yapa hapisten çıktılar. Her türlü çete faaliyetinde kullanmak için hazır bir eleman havuzu oluşturdular. Daha da önemlisi, siyasi tutuklanmalar için hapishanelerde yer açılmış oldu.

Hapisten kurtarılan Alaattin Çakıcı, Bahçeli tarafından MHP Genel Merkezinde kabul edildi. Zira o, bir "kahraman" ve "vatan sevdalısı" idi Bahçeliye göre. "Çakıcı suçlu değildi", onun "vatan millet için verdiği mücadeleyi bilen bilir" idi. Bahçeli bu cümleleri, eşi Uğur Kılıç’ı çocuklarının gözü önünde katleden, mafya reisi olduğunu cümle alemin bildiği bir kişi için ediyordu.

Aradan çok zaman geçmeden, 2 HDP ve 1 CHP milletvekilinin, haklarındaki mahkeme kararı gerekçe gösterilerek, milletvekillikleri düşürüldü. Hemen aynı gün çıkartılan yakalama kararlarıyla hapise atıldılar. Aynı Bahçeli, milyonların oyunu alarak seçilmiş milletvekillerinin hapse atılmasını ise "adaletin ve demokrasi ahlakının zorunlu bir gereğidir" sözleriyle savundu.

Enis Berberoğlu’nun geçici, Leyla Güven’in kalıcı tahliyesi kuşkusuz sevindiricidir ama yaşanan darbeyi ortadan kaldırmamaktadır. Henüz Anayasa Mahkemesinde başvuruları varken, Saraydan gelen bir tezkere ile 3 muhalefet vekilinin Meclisten hapise gönderilmesi toplumun en geniş kesimlerinden o denli yoğun bir tepki gördü ki, iktidar geri adımlar atmak durumunda kaldı.

Tuzun koktuğu, umudun çürüdüğü, bıkkınlığın dipten gelen bir dalga gibi biriktiği bir döneme girdik. Değişim talepleri o kadar çoğaldı ve o kadar birikti ki, statükoyu korumak imkânsız hale geldi. Anketlerin kısmen yansıttığı toplumsal durum, iktidara yaşadığı parçalanmayı gösterdikçe, sadece AKP-MHP çevreleri değil, bunlar giderse kimler gelir ürküntüsü içindeki "güvenlik bürokrasisinin" tümü mide krampları geçiriyor. 2015’te AKP azınlığa düşmüştü, şimdi ise AKP+MHP azınlığa düşmüş durumda.

Döndük dolaştık, 7 Haziran’da dayandığımız eşiğe geldik. Demokratik değişim mi? Savaş, zorbalık ve darbeler sarmalı mı? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi