Emperyalizm çıplak

Donald Trump’ın konuşması bıktırıcı derecede yinelediği Amerikan üstünlüğü saplantısına rağmen, önümüzdeki dönemde ABD’nin dünya düzeni üzerindeki hegemonyasının zayıflayacağını ortaya koyuyordu.

Beyaz üstünlükçü, ırkçı, Amerikan-merkezci, homofobik, emek düşmanı, ezilen halkların düşmanı gibi saydıkça sayacağımız özellikleriyle, yeni ABD başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’a oturdu. Daha ilk konuşmasında Trump, emperyalizmin yüzündeki “liberal” maskeyi çıkarıp attı. Lenin’in “emperyalizm, tekeller, özgürlük değil egemenlik ister” özdeyişinin altına imzasını attı. Marksizmin, sosyalizmin en büyük düşmanı olsa da, tavırları ve politikalarıyla sosyalizmi doğruladı, ona büyük bir güç verdi. Soğuk savaş döneminde sosyalizme karşı oluşturulan tüm liberal frenleyicileri, dünya düzenindeki tüm ılımlaştırıcı unsurları hedefe koydu.

Trump’ın başkanlık konuşması “Emperyalist Manifesto” olarak adlandırılabilir. Ama diğer yandan bu emperyalizm, ABD liderliğindeki kolektif Batı bloğunun emperyalizminden daha ziyade tek başına ABD’nin emperyalizmiydi. ABD başkanlarına hemen her konuşmasının ayrılmaz unsuru olan “allies” (müttefikler) kelimesi, Trump’ın konuşmasında bir kere bile geçmedi. Amerika, Amerika ve sadece Amerika vardı bu kavuşmada!

Donald Trump, konuşmasında 25. Başkan William McKinley’i andı ve onun mirasını yüceltti. ABD emperyalizminin açık ilhak biçimiyle geliştiği dönemin başkanı McKinley, 1898’de İspanya’ya savaş açarak Filipinler’i ilhak eden başkandı. Yine Guam, Hawaii ve Porto Riko onun döneminde ilhak edildi. McKinley’nin politikaları, Lenin’in tabiriyle “burjuva demokrasisinin son mohikanları” olan anti-emperyalistleri harekete geçirmiş ve ABD’de emperyalizme karşı dernekler kurulmuştu. Panama Kanalı’nın yapımına da McKinley döneminde başlanmıştı.

Politik ufkunu Batı Yarıküre ile sınırlandıran Trump, Amerika kıtasının geniş kesimlerini işgal ve ilhak etmeye yöneliyor. Kanada, Grönland, Panama Kanalı açık hedefleri. Dahası o bir bütün olarak Amerika kıtasını ele geçirmeyi hedefliyor. Bu politikalarıyla Trump, Latin Amerika’da yeni bir mücadele dalgasını tetikleyecektir. Keza Kanada ve Grönland’da (Danimarka’ya) yönelik politikalarıyla o “kolektif” Batı emperyalizmini parçalıyor.

Trump’ın konuşmasındaki bariz çelişkiler, kapitalizmin varoluşsal bunalımını yansıtıyor. O bir yandan ABD’yi “yeniden imalatçı bir ülke yapmaktan” söz ediyor; ki ABD sanayi sermayesinin kaçışı düşük kâr oranlarının ve yüksek ücretlerin kaçınılmaz bir sonucuydu. Emperyalizmin çağında tekeller ortalama kâr ile yetinemez, azami kârı arar. Bu arayış 1970’lerden itibaren ABD sanayi sermayesini Çin’e ve sair ülkelere kaydırmıştı. Şimdi Trump onları çağırıyor. Fakat Amerikan sanayi tekellerini doyuracak süper-sömürü ancak göçmen emeğiyle sağlanabilir. Gel gör ki, Trump bu konuşmasında göçmenlere de savaş ilan etti. Bırakın yeni göçmen kabulünü, var olanları da ülkeden kovacağını söyledi. Zira o sadece ABD’yi imalatçı bir ülke yapmak istemiyor; aynı zamanda ABD’yi beyaz-Anglosakson-protestan bir devlet olarak muhafaza etmek de istiyor. O bir yandan sermayenin dışarıya göçünü diğer yandan emeğin içeriye göçünü durdurmak istiyor. Bir göçmenler ülkesi olan ABD’ye göçü yasaklarken bir tekeller ülkesi olan ABD tekelci kapitalizmin birinci yasası olan sermaye ihracını da engellemek istiyor. Böylece kâr oranlarını daha da düşürüp, sanayi sermayesi kaçışını hızlandıracaktır.

Donald Trump’ın konuşması bıktırıcı derecede yinelediği Amerikan üstünlüğü saplantısına rağmen, önümüzdeki dönemde ABD’nin dünya düzeni üzerindeki hegemonyasının zayıflayacağını ortaya koyuyordu. Zira Trump, tam da bu hegemonyanın temelini oluşturan Transatlantik (AB-Britanya-ABD) ittifakının zayıflayacağının ve ABD’nin sadece kendi nüfuz alanına (Batı Yarıküreye) çekileceğinin sinyalini verdi. Bir yandan Çin emperyalizmine yönelik rekabeti tırmandırırken, diğer yandan (örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmek gibi adımlarla) Çin’in küresel liderliğinin yolunu döşeyeceğini gösterdi. Trump “America first” (önce Amerika) çizgisiyle küresel olanı Çin’e terk ederek Batı Yarıküre’ye doğru geri çekilmektedir. O Kanada’ya göz dikerek Büyük Britanya’nın, Grönland’a göz dikerek AB’nin sinirlerini hoplatırken, diğer yandan ise Rus emperyalizmi ile uzlaşma sinyallerini yoğunlaştırıyor. Trump’ın ABD’si Putin Rusya’sı ile bir nüfuz alanları paylaşımını anlaşması yapmaya hazırlanıyor. Böyle bir anlaşma Avrupa Birliğini hazırlıksız yakalayacaktır. AB, eğer dağılmak istemiyorsa ABD’den bağımsız bir odağa dönüşmek durumunda kalacaktır.