Alp Altınörs
Mali kriz
Merkez Bankası başkanı Naci Ağbal'ın bir gece yarısı kararnamesi ile görevden alınması, yerine Berat Albayrak'a yakın Şahap Kavcıoğlu’nun getirilmesinin dolarda bir miktar kur artışına yol açabileceğini iktidar da bekliyordu. Ama bir mali krizle karşılaşmayı beklemiyorlardı.
Dört aydır sürdürülen ‘Merkez bankamız bağımsızdır’ tiyatrosu, alan memnun veren memnun havasında giderken AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın ani bir hamlesi bunu bitiriverdi. Bununla birlikte İstanbul Sözleşmesi'nin bir CB kararnamesi ile feshedilmesi, öncesinde de HDP'ye açılan kapatma davası ile birleşerek 22 Mart pazartesi günü Türkiye'den kitlesel bir yabancı sermaye kaçışına sebep oldu. Çıkmak için TL bulamayanlar borsadaki hisselerini satmak için sıraya girdiler. Garanti, İş, Vakıf, Ziraat neredeyse tüm başlıca banka hisseleri bir günde yüzde ona yakın değer kaybetti. BIST toplamda günlük olarak TL bazında yüzde 9,79 dolar bazında yüzde 16 değer kaybetti. Dolar kuru önce 8.35’lere geldi sonra kısmen geriledi. Ama haftayı 8.13'ten kapattı.
Bankalardaki döviz rezervleri 15 Mart'ta 250 milyar dolar iken perşembeye kadar 2.2 milyar dolar arttı. Cumadan pazara ise üç buçuk milyar dolar daha arttı. Nihayet 22 Mart Pazartesi günü bir günde 6,1 milyar dolarlık satış yaşandı (TCMB verileri). Kısacası bir haftada yaşanan artış kadar bir günde satış oldu. 7.2 -7.3 seviyelerinden alım yapan 6 milyar dolarlık bir sermaye bunu 8.2-8.3 seviyelerinden satarak 6 milyar TL'ye yakın bir vurgun yaptı.
Özellikle kararname yayınlanmadan önce cuma günü yapılan 450 milyon dolarlık alımın mercek altına alınması ve içeriden ise bu alımı yapanların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu rakamlar sadece banka hesaplarındaki işlemlerdir. Döviz büfelerinde yapılan tezgah üstü alım satımları kapsamamaktadır.
22 Mart'ta günde Türkiye'den 5 ila 6 milyar dolarlık bir sermaye çıkışı yaşandığı tahmin edilmektedir. Bu çıkış haftanın diğer günlerinde de sürdü. Kısa ve öz olarak, AKP dört ayda güç bela topladığı yabancı sermayeyi bir haftada geri kaçırmış oldu.
Türkiye'nin ülke risk primi (CDS) 22 Mart'ta 470’e, 23 Mart'ta ise 486 baz puana fırladı. İki, beş ve on yıllık hazine tahvillerinin faizlerinde 5’er puanlık artışlar görüldü. Böylece sadece Merkez Bankası'nın (kısa vadeli) politika faizi değil, uzun vadeli faizler de %19-20 seviyelerine çıktı. Bu durum sadece borsadan değil tahvillerden de yoğun yabancı çıkışına işaret etti.
Mali kriz haftası içerisinde Merkez Bankası rezervlerinde de belli bir erime görüldüğü tahmin edilebilir. Henüz net veriler elimizde yok ama Merkez Bankası rezervlerinde de son aylarda yaşanan artışın tersine döndüğünü kestirebiliriz. Merkez Bankası rezervlerinin içinde emanet paranın (swapların) payı ise yine yükselmeye başladı: Ocakta %76,7 Şubat'ta %61 iken yeniden %67 oldu swapların rezerv içindeki payı. Merkez Bankası'nın elinde her 100 dolarlık dış borca karşılık 9.5 dolarlık rezerv var (2001'de 16.5 dolar vardı)
Mart 2021 mali krizi 2018'de yaşanan çifte mali krizden bu yana yaşananları en şiddetlisi oldu. Aslında kasım ayında kapıya dayanan ama damat Berat'ın istifası ile ertelenen kriz dört ay sonra yaşanmış oldu. Dolar dört ay sonra yeniden 8 liranın üstüne çıktı -ama o dönemde faiz 10,25’ti- şimdi %19. Buna rağmen TL’nin değer kaybı önlenemiyor. Böylece faizleri indirmek misyonuyla MB Başkanı atanan Kavcıoğlu, tersine %19’luk faizin bile etkisiz kaldığı bir tablo ile karşılaştı. Böylece faiz indirimi kararı nisan ayına ertelendi.
Ancak kurdaki artışın yol açacağı sonuçlar dünya emtia piyasalarında halihazırda görülen fiyat artışları zaten enflasyonu yükseltiyor. PPK’nın nisan toplantısı geldiğinde mevcut %19 politika faizi zaten enflasyonun altında kalmış olabilir (Yani %20’yi bulan ve aşan bir enflasyon söz konusu olabilir).
Bütün bu yaşananlar AKP'nin rant üretmeden ve dağıtmadan yönetemediğini bir kez daha ortaya koydu. Kanal İstanbul'u ‘inadına’ yapma ısrarı da buna işaret ediyor. Nasıl ki HDP'ye kapatma davası MHP'nin ve devlet içindeki ülkücü kadrolaşmanın bir eseriydi ise, nasıl ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması devlet içinde kadrolaşan tarikat ve cemaatlerin baskısının sonucu idiyse faiz indirme basıncı ve Naci Ağbal'ın bu sebeple görevden alınması da AKP çevresindeki müteahhit ve kent rantından beslenen diğer grupların eseri oldu. Ucuz kredi oluşturup dağıtmak kent rantını toplamanın başlıca vasıtası olduğu için AKP bunu önceledi.
Ancak bunu tam da dünya ekonomisinde doların değerlendiği, ABD 10 yıllık tahvillerinde faizlerin arttığı, ABD ekonomisinde enflasyon artışının beklendiği, dolayısıyla küresel para-sermayenin ABD'de toplanma eğiliminde olduğu bir anda yaptıkları için sonuçları beklediklerinden de ağır oldu. Bir kez daha görüldü ki, AKP kendi müteahhitlerini kurtarmak için bu tür riskli adımları sakınmaksızın atabilir. Tabii ucuz kredi dağıtımı aynı zamanda ekonomide bir afyon etkisi yaratarak ekonomik krizin etkilerini de hafifletmektedir. Aşılama henüz çok sınırlı sayıda yapıldığı halde hızla atılan ‘normalleşme’ adımlarının da esas motivasyonunun ekonomik olduğu açıktır. Oysa kovid-19 vaka sayısı 30 bini aşmış durumda.
Mart 2021 mali krizi önümüzdeki aylarda reel ekonomiyi de etkileyerek daraltıcı rol oynayacaktır. Enflasyon ve işsizlikte artışa sebebiyet verecektir. ‘Normalleşme’ adına kısa çalışma ödeneğinin de kaldırılması ile işsizlik Türkiye tarihinde görülmedik seviyelere çıkacaktır.’ Ekonomide reform’ paketinin henüz mürekkebi kurumadan AKP iktidarının ekonomiyi yönetemediği bir kez daha tescillenmiştir