Gerçek bir 68'liden tarih dersi...
Sosyalist hareketimizin ve sendikacılığımızın başarıları kadar, işlenmiş hatalarını ve tutarsızlıklarını da bu mücadelelerin içinde aktif yer almış bir halk çocuğunun kaleminden öğrenmek isteyenler için okunası bir kaynak.
Gençlik lideri, Ant yazarı, sosyalist gazeteci, DİSK eğitim sorumlusu ve kültür turizminin duayeni Faruk Pekin'in sol hareketin geçmişini de irdeleyen kitabı
Yeni yıla girerken aldığım en güzel hediyelerden biri, dostluğum ve mücadele arkadaşlığım nerdeyse 60 yıla yaklaşan, 68'li gençlik liderlerinden, Ant yazarı, DİSK eğitim sorumlusu ve kültür turizminin öncüsü sevgili Faruk Pekin'den geldi.
Faruk Pekin, 1968-69’da Robert Kolej Yüksek Okulu’nu bugünkü Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştüren süreci başlatan Öğrenci Birliği’nin başkanıydı. 68 direnişinin ön saflarında yer aldıktan sonra mücadelesini önce Ant Dergisi'nde, ardından çeşitli gazete ve dergilerde gazeteci, DİSK’e bağlı Maden-İş, Lastik-İş ve Kimya-İş sendikalarında da eğitim uzmanı olarak sürdürdü. Ocak 1978-12 Eylül 1980 arasında DİSK'in Eğitim ve Koordinasyon daireleri müdürüydü. Sol yazıları ve etkinlikleri nedeniyle 12 Mart 1971 darbesi sonrasında yaklaşık 2 yıl, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da DİSK'teki çalışmaları nedeniyle yaklaşık 3 yıl hapiste tutuldu, işkence gördü.
1985 yılından beri İstanbul’da 280, yurt içinde 200, yurt dışında onlarca "kültür turizmi" güzergahı yaratan FEST Travel’ı yönetiyor. "Kültür turizminin öncüsü” olarak tanınan Faruk Pekin "Dedem Koruk Yemiş..." adlı 720 sayfalık kitapta "Emekçilerle Yanyana Bir Yaşam"ı, yani kendi öz yaşamını anlatırken, Türkiye sol hareketinin geçmişini de belgelere dayanarak büyük bir titizlikle irdeliyor.
Faruk Pekin, 60'lı yılların ikinci yarısında, yakından tanıdığım gençlik liderlerindendi...
Gazeteciliğe, sendikacılığa ve siyasal mücadeleye genç yaşta katıldığım için, gençlik liderlerinin görüşleri, önerileri ve eleştirileri benim için her daim büyük önem taşıyordu.
1963 yılında Türkiye İşçi Partisi genel merkezinin basın ve etüd bürolarında görev yaparken, gençliğin de sosyalist uyanışa katılmasını sağlamak için mücadele veren TİP gençlik kolları genel başkanı Ali Yaşar'a da özellikle yardımcı oluyordum.
Ne var ki, Türkiye İşçi Partisi'nin 1964'teki ilk büyük kongresinde gençlik kollarının genel yönetim kurulunda da temsil edilmesi karara bağlandığı halde, partinin bazı tanınmış yöneticileri gençliğe güvensizlik ifade ederek ikinci bir oylamayla bu kararı iptal ettireceklerdi... Bu haksızlığa ve genel yönetim kurulu seçiminde beden işçileriyle fikir işçileri arasında ayrım yapılmasına itiraz edenlerden biri olduğum için partiden ihraç edilmiştim.
Buna rağmen, aynı yıl genel yayın yönetmenliğini üstlendiğim Türkiye'nin en eski gazetesi Akşam'ı sol hareketimizin günlük sesine dönüştürdüğüm için gençlik liderleriyle sık sık bir araya geliyor, istemlerini eksiksiz yansıtıyor, Türkiye'nin sorunları üzerine düzenledikleri açık oturumlara da katılıyordum. Deniz Gezmiş'i, daha o yıllarda Türkiye İşçi Partisi'nin Üsküdar İlçesi üyesi olarak tanımıştım.
1966 yılından itibaren Robert Kolej Öğrenci Birliği'nde önce başkan yardımcılığını, ardından başkanlığını üstlenen Faruk Pekin'i ise şahsen daha geç tanıdım. Akşam'da da, daha sonra yayınlamaya başladığımız Ant Dergisi'nde de diğer ilerici gençlik örgütleri gibi Robert Kolej Öğrenci Birliği'nin haberlerine de geniş yer veriyorduk, bu nedenle Faruk'u da ismen biliyordum.
Faruk o dönemini şöyle anlatıyor: "1964-1969 yılları arasında Robert Kolej içinde ve dışında sayısız öğrenci etkinliğinde, siyasi faaliyette bulundum. Bunlar ciddi anlamda zamanımı aldı. Bursumu yitirdim, bir yıl geç mezun oldum. Ama bu çalışmalarım bana müthiş bir deneyim ve özgüven sağladı, kişiliğimin oluşumuna katkıda bulundu. Daktilo, teksir makinesi kullanmak, mumlu kağıda yazı yazmak… Bildiri, makale kaleme almak, rapor hazırlamak, imlâ kurallarını öğrenmek, kitle karşısında konuşabilmek, görüşlerimi doğru, özlü, anlamlı ifade edebilmek…"
Faruk ile şahsen ancak 1969 sonbaharında, Harun Karadeniz'in başını çektiği devrimci gençlerin Hakkari'de çok can alan Zap Suyu'na köprü yapma seferberliğinden dönüşünde tanıştım. O Zap'a giden gençler arasında Ant'ın sorumlu müdürü Osman Saffet Arolat ve bir yıl önceki İstanbul Üniversitesi'ni işgal eylemini şiirsel bir şekilde Ant'a yazan Ragıp Zarakolu da vardı.
FARUK'UN KALEMİNDEN ANT'TAKİ BİRLİKTE MÜCADELEMİZ
Faruk, kitabında, Ant yazarları arasında yer alışını şöyle anlatıyor:
"Zap Köprüsü çalışmaları benim Türkiye’nin doğusunu, Kürt halkını ve sorunlarını, Kürt gerçekliğini, Ortadoğu bölgesinin dinamiklerini anlamama çok yardımcı oldu. Hakkâri dönüşünden kısa bir zaman sonra Ant dergisindeki ilk özgün yazım olan 14 Ekim 1969 tarihli 'Doğu Gerçeği ve Ortadoğu Devrimci Çemberi'ni o çalışmanın izlenimleriyle yazdım. Bu yazı Türkiye solunda 'Türk ve Kürt Halkları' terimlerinin geçtiği ilk yazılardan biridir.
"Ant dergisiyle ilk ilişkimi Osman S. Arolat sağlamıştı. 1969 yılı ortalarında Ant dergisi ve Ant Yayınları’nın sahibi Doğan Özgüden ve eşi İnci Özgüden’le daha sık görüşmeye ve Ant dergisine daha fazla gitmeye başladım. Yakından tanıyınca çok çalışkan ve yaratıcı o iki insana hayran kalmıştım... Ant dergisi Akşam gazetesini 40 bin tirajdan alıp 230 bin tirajlı sol bir gazete yaptığı için 1964-66 yıllarında efsaneleşen Doğan Özgüden’le birlikte Fethi Naci ve Yaşar Kemal tarafından 1967 başında yayınlanmaya başlamıştı... Ant’ta ilk yazım 14 Ekim 1969’da yayınlandı. Onu Müfide’yle birlikte yaptığımız iki çeviri izledi. Doğan Abi ve İnci Abla’yla yaptığımız görüşmelerimiz daha da sıklaştı. Zaman zaman Müfide’yle birlikte onların Kazancı Yokuşu’ndaki bir asansörsüz apartmanın 7. katındaki kiralık dairelerine de gitmeye başladık. Bazen ortak yazıları bitirebilmek için onlarda kaldığımız olurdu. Müfide’yle birlikteki dergi çalışmalarımız Ant dergisi kapanıncaya kadar sürdü.
"Ant’ta çıkan ilk yazım 'Doğu Gerçeği ve Ortadoğu Devrimci Çemberi' başlığını taşıyordu. Yazıda Kürt ve Türk halkları terimlerini kullanıp şu vurgulamayı yapmıştım: 'Doğu sorunu aynı zamanda etnik ve sınıfsal bir sorundur…Doğu Anadolu’daki ana çelişki Türk ve Kürt halkları arasında olmayıp, Türk ve Kürt emekçi halkları ile Türk ve Türk egemen sınıfları arasındadır.' O dönem için 'Kürt halkı' terimini kullanmak oldukça önemli bir açılımdı. O yazıyla birlikte ondan sonraki tüm yazılarımda 'Türk halkı' değil, 'Türkiye halkları' ibaresini kullandım. Yazı stratejik değil, taktik hedefli bir yazıydı. Yarım asır önce yazılan bu yazı o dönem için oldukça cesur, ileri bir yazıydı ve bugünkü gelişmelere ışık tutacaktı. Ben bu yazıdaki görüşleri, izleyen Ant dergilerinde geliştirerek sürdürdüm.
"O zamanlar Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) yayınlarında bu terime çok sık gönderme yapılırdı. DDKO’nun ilk başkanı Necmettin Büyükkaya, Türkiye devrimci gençliğinin önemli liderlerindendi. Benden 3 yaş büyük uzun boylu, yakışıklı bir arkadaştı. Ne yazık ki Necmettin, 12 Eylül Darbesi sonrasında Diyarbakır zindanında saldırı ve işkence altında öldürüldü.
"6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş ve Hüseyin İnan’la birlikte siyasi suçlamalarla hukuk dışı biçimde idam edilen Yusuf Aslan Ant’a gönderdiği 'El Feth’e Niye Gittim?' (24 Şubat 1970 tarihli Ant dergisi) başlıklı yazıda bu söylemi kullanarak şöyle diyordu: 'Günümüz koşullarında, özellikle emperyalizmin bir sıcak savaş bölgesi haline getirdiği Ortadoğu’da da bütün halkların bir antiemperyalist cephe kurmaları, Ortadoğu Devrimci Çemberi’ni oluşturmaları, emperyalizme karşı kahredici darbenin indirilmesinin başlıca şartlarından biridir. Bu yüzden Ortadoğu’da senelerden beri verilmekte olan devrimci kavganın pratiğinden geçmek ve ezilen Arap halklarının kurtuluş mücadelesine nefer olarak katkıda bulunmak için El Feth’e gittim'.
"Ant’ın 6 Ocak 1970 tarihli sayısında yayınlanan 'Ne Yapmalı? Bilimsel Sosyalist Teorinin Rehberliğinde Sosyalistleri İdeoloji ve Örgüt Birliğine Çağırıyoruz' başlıklı ortak kaleme aldığımız yazıda işçi sınıfının öncülüğü vurgulanıyor, Türkiye’de ilk kez kesintisiz devrim kavramı dile getiriliyor ve 'devrimci halk muhalefeti', 'demokratik halk iktidarı', 'Türkiye halkları' terimleri kullanılıyordu. 1970 başından 1971 Mayısına kadar 16 ay boyunca imzalı yazılarımın yanısıra bunun gibi Ant’ta onlarca imzasız yazı yazacaktım."
Faruk anılarında, Ant'ta yazmaya Ragıp Zarakolu ile birlikte başladıklarını, onun ayrılmasından sonra kendisiyle birlikte Harun Karadeniz, Osman S. Arolat, Çetin Özek, Tektaş Ağaoğlu, Can Yücel, Ersin Kaya, Erol Tulpar, Mehmet Can Köksal, Asaf Savaş Akat, Süleyman Üstün, Müfide Aynibal (Pekin), Mehmet Kaytaz'ın yazılarıyla, Yalçın Çetin ve Tan Oral'ın da çizgileriyle dergiye katkıda bulunduklarını hatırlatıyor.
Ant dergisi üzerine daha kapsamlı bir değerlendirme de yapıyor:
"Ant dergisi deyince aklıma gazeteci namusu, yayında cesaret ve izleyiciye sorumluluk geliyor. Sosyalist bir tavır içinde, işçi, köylü ve öğrenci eylemlerini birinci elden izleme, Türkiye’deki gelişmeleri ücra köşelerdeki sosyalistlere, devrimcilere aktarma, onlarda sosyalizme umut ve güven yaratma çabası geliyor. Sözde devrimci görünen darbecilere, cuntacılara karşı tavır, Kemalizmin erken eleştirisi geliyor. Ant’ın Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) hakkındaki yayınlarını ve 'Kapitalistleşen Subaylar İşçileri Yargılayamaz' başlığını unutamıyorum. Bir de kimsenin yayınlamadığı Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) bildirisini, Deniz Gezmiş’in sözleriyle birlikte Nisan 1971 sayısında yayınlamasını.
"Ant dergisi üzerine bir genelleme yapacak olursam derginin yayınlarında şu özelliklerin ağır bastığını söyleyebilirim: Sosyalist mücadelede işçi sınıfının öncülüğü konusundaki ısrarlı tutumu, köylü ve devrimci gençlik eylemlerine ciddi yer vermesi, medya dünyasındaki tüm gelişmeleri ayrıntılarıyla duyurması, dinci ve sağcı siyasi örgütlenmelere dikkat çekmesi, Ağustos 1969 sonrasında OYAK konusunu sürekli gündeme getirmesi, Eylül 1970 sayısında 'kapitalistleşen subaylar işçileri yargılayamaz' başlığını atması, günümüzden yaklaşık yarım asır öncesinde MDD tezlerinin ortalığı kapladığı bir zamanda Kemalizmi, Kemalistleri ve cuntacıları açık bir dille eleştirmesi, Ortadoğu’da darbeci, milliyetçi, BAAS’çı yaklaşımların ne olduğunu ortaya dökmesi, 'Ortadoğu Devrimci Çemberi' yaklaşımıyla ilgili yazılarda 'Kürt halkı' terimiyle Kürt halkını savunması, halklar ve Kürt sorununu açıklıkla dile getirmesi, coşturucu, küçük burjuva uyuşukluğunu giderici, yüreklendirici üslubuyla okurlarda heyecan ve kararlılık yaratması, sürekli teknik yenilikler sunması...
"Doğan Özgüden gibi bir gazeteci yanında dergi yazıları yazarken ondan her gün yeni bir şey öğreniyordum, imlâda, tashihte de İnci Abla’dan. Çok ileri miyop gözlükleriyle son okumayı o yapar ve bizimle yanlış harf üzerine bahse girerdi. Ant sayesinde dünya görüşlerinden ödün vermeden mücadelelerini sürdüren çok sayıda önemli siyasi kişi ve yazarla, değişik sanatçılarla tanıştım. Onlarla yaptığım sohbetler ufkumu açtı. Bazıları kalıcı dostluklara dönüştü. Hepsini de minnetle anıyorum."
12 MART CUNTASI'NA KARŞI DİRENİŞ'E FARUK'UN BÜYÜK KATKISI
Faruk ile mücadele birliğimiz,12 Mart 1971 darbesinin ardından Ant Dergisi'nin kapatılmasına rağmen farklı bir yapıda sürdü... Hakkımızda yüzlerce yıl hapis istenen davalar açıldığı, anti-militarist yayınlarımızdan dolayı ordunun tehdidi altında bulunduğumuz için sahte pasaportla Türkiye'yi terk ederek sürgünde Demokratik Direniş'i örgütleme görevini üstlenmiştik.
Faruk, kitabında o dönemdeki birlikteliğimizi şöyle anlatıyor:
"Özgüdenler'den gelen adreslere Türkiye’den bilgi ve belge göndermeye başladım. Hem Ant’a ilişkin bilgiler, hem de Türkiye’deki baskı, işkence ve yargılamalara ilişkin bilgiler ve belgeler. Onların da bana gönderecekleri malzeme için kaçak olmama rağmen çok fazla yabancı uyruklunun kullandığı Bebek postanesinden bir posta kutusu edindim. Doğan Özgüden anılarının 2. cildinde 'Ant’la ilişkilerimizi Türkiye’den ayrıldığımızdan beri hiç aksatmadan Faruk Pekin yürütüyordu. Tamamen şifreli ve takma adlarla yapılan yazışmaları değme polisin çözmesi mümkün değildi. Faruk hem Türkiye’deki hem de Ant’taki gelişmeler hakkında bize sistemli bir şekilde bilgi veriyordu' diye yazacaktı.
"Ben sürekli olarak gazetelere yansımayan haberler peşindeydim. Hangi davalardan kimler içeri alınıyor, içeri alınanlara neler yapılıyor? Türkiye’deki baskı, şiddet ve işkenceye ilişkin haberleri aktarmaya çalışıyordum. Bazen avukatlar kanalıyla elime elyazılı işkence belgeleri bile geçiyordu. Onları Özgüdenler’e gönderiyordum. Doğan Abi anılarında 'Faruk Pekin aracılığıyla bize ulaştırılan işkence belgeleri ve dava dosyaları hayli artmıştı' diye yazar. Bu çalışmalarım 1971 sonu 1972 başındaki kısa tutukluluk dönemim dışında 1972 Ekim ayına kadar devam etti.
"Zaman zaman Avrupa’dan gazeteciler, diplomatik kişiler, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu üyeleri gelirdi. Onlara değişik kişilerle randevu ayarlama, ilişki sağlama konularında her türlü yardımı yapmaya çalıştım. Yine Doğan Abi anılarında 'Bu ilişkilerin kurulmasında bir yandan Faruk Pekin öte yandan Onat Kutlar büyük rol oynadılar' diye yazar. Aslında birkaç arkadaş daha vardı. Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Siyasi İşler Komitesi üyesi Hollandalı parlamenter Piet Dankert’in Türkiye’ye gelişini Doğan Abi şöyle anlatır: 'Türkiye’deki arkadaşlara Dankert’in illegal programını günü gününe saati saatine bildirdik. Dankert’in gizli misyonunun organizasyonu gerçekten son derece başarılı oldu. Jane Türkiye’ye daha önceden giderek organizasyonun yürümesinde herhangi bir aksilik çıkmaması için gerekli önlemleri almış, Onat Kutlar ve Faruk Pekin aracılılığıyla görüşülecek kişilerle bağlantıları kurmuştu."
Faruk, 720 sayfalık kitabında, "Anılarım esas olarak üç konuda yoğunlaşıyor: Çocukluğum, 68’li yıllar ve DİSK. Kendini feda etme özverisiyle 'sömürüsüz ve baskısız bir dünya ve Türkiye için', var olan dünyayı değiştirme mücadelesini seçen bir gençlik içinde yer aldım. Genç yaşta hayata işçilerle, emekçilerle birlikte müdahil olmayı seçtim. Bu nedenle işçiler, sendikalar ve DİSK ilerleyen sayfalarda geniş yer tutacak. İşçilere o kadar geniş yer verilmesi belki genç okurlara tuhaf gelebilir. Ama 1960-80 yıllarının 'Zaman ve Mekân'ı içinde işçi sınıfının öylesine bir ağırlığı vardı" diyor.
Ve ekliyor: "Cumhuriyetin 100. yılında, gördüklerimi, duyduklarımı, yaşanmışlıkları, tanıklıklarımı, deneyimlerimi, gözlemlerimi, değerlendirmelerimi, yorumlarımı, kısacası yaşadıklarımı, başkalarının unuttuklarını, unutulanları, vefa borcumuz olanları, yaşadığım yılların ekonomik, toplumsal, siyasi, ideolojik ve kültürel boyutlarına göndermeler yaparak tarihe bırakmak, yanlışlarımızı genç kuşaklara aktarmak istedim. Yukarıda saydığım sakıncaları dikkate alarak. Eskiden bize taşınan yanlışlar nelerdi, biz hangi yanlışları geleceğe taşıdık? Bunları tarihe, kolektif bilince not düşme anlamında sergilemek istedim."
Faruk'un kitabına "Dedem koruk yemiş" adını koyması da bundan kaynaklanıyor... Bir atasözüdür: "Dede koruk yer, torununun dişi kamaşır".
Sosyalist hareketimizin ve sendikacılığımızın başarıları kadar, işlenmiş hatalarını ve tutarsızlıklarını da bu mücadelelerin içinde aktif yer almış bir halk çocuğunun kaleminden öğrenmek isteyenler için okunası bir kaynak.
İnci de, ben de, Faruk'u, onun yaşam ve mücadele arkadaşı sevgili Müfide'yi yürekten selamlıyoruz.
* Faruk Pekin, "Dedem Koruk Yemiş.." Emekçilerle Yanyana Bir Yaşam, Literatür Yayınları, Kasım 2024, İstanbul