Hayatın sıradanlığı içinde aniden beliriveren çatlaklar

Hayatın sıradanlığı içinde aniden beliriveren çatlaklar
Didierlaurent, komik ve kimi olağanüstü durumlarla metni örerken felsefi zemini itinayla döşer ve okura, kendi hayatını, o hayatta alıştığı düzeni düşünmesi için bir çatlak yaratır. Sıradan insanın kendi gerçekliğinden kaçacağı bir metin meydana getirir.

Merve KÜÇÜKSARP


Fransız yazar Jean-Paul Didierlaurent’nin kaleme aldığı “Çatlak” isimli roman, Can Yayınları etiketi ve Mehmet Moralı çevirisi ile yayımlandı. Didierlaurent bu eserinde bir adamın evinde ortaya çıkan çatlaklar üzerinden sürükleyici bir hikaye kuruyor ve sıradanlığın içinde bir yarık açarak oradan dışarı taşan olağandışılığı gösteriyor.

İlk defa “6.27 Treni” (2017) ile ülkemizdeki nitelikli edebiyat okurlarının karşısına çıkan Jean-Paul Didierlaurent (1961-2021) dünyanın pek çok ülkesinde okunuyor, edebiyat eleştirmenlerinden övgüler alıyor, hatırı sayılır ödüllere layık görülüyor. Kaleme aldığı metinlerde genellikle hayatın sıradanlığının, monotonluğunun içinde ne gizler saklı olduğunu anlatıyor.

Diğer eserlerine benzer bir hat üzerinden ilerleyen bu romanında ise ana karakter Xavier Barthoux, ellili yaşlarında, uzun yıllardır bahçe cücelerinin ihracat satışı konusunda uzmanlaşmış bir şirkette çalışan, hatta çalıştığı kurumu bir Amerikan şirketi devraldığında dahi şirkette çalışmaya devam eden birkaç kişiden biri olan, evli ve orta halli bir adamdır. Xavier'nin profesyonel ve duygusal hayatı, günlük hayatın sıradanlığı içinde kurak bir haldedir. Her ne kadar Cévennes'deki ikinci evde kalmak bu hayatta ona bir alternatif nefes sağlasa da, bu, yine de Xavier'nin duygusal dünyasını hareketlendirmeye yetmemekte, iş hayatı, müşterileri, eşi, köpeği ve iki evi arasında sıkışıp kalmış bir hayatta, halini sorgulamadan, o sıradanlığın içinde yaşamaktadır.

Ne var ki, bir gün evinin duvarında bir çatlak bulduğunda hayatının aşina surlarında yarıklar, gedikler meydana gelir ve o andan itibaren Xavier saplantılı bir şekilde çatlak üzerine düşünmeye başlar. Artık en büyük arzusu bu çatlağı doldurmak ve gözden saklamaktır. O, bu saplantıyla duvarındaki çatlağı onarmaya koyulurken, anlatı hız kazanır ve kimi trajikomik durumlar bir bir ortaya serilir. Xavier’in dış dünyada yaptığı yolculuk iç dünyasına da sirayet eder, varoluşunun bakir sularında keşfe çıkar.

“…İnsanların hep onları bir yerlerde bekleyen bir çatlakları vardır, sadece onlara ait, DNA’lar kadar eşsiz ve kişisel bir çatlak. Ve insanların çoğu hayatlarını hiç onlara denk gelmeden geçirseler de, senin gibi küçük talihlilerin bir sabah kendi çatlaklarıyla burun buruna geliverdiği, düşünmeye başladığı ve her şeyi sorguladığı, aniden yanıt bulması gereken doğru soruları sonunda kendine sormaya başladığı görülür, bu yanıtların gezegenin öte yanında, fırtınalı bir okyanusun ortasında rüzgarların dövdüğü bir adanın üzerindeki viranede olmasının da hiçbir önemi yoktur. Her yıl gerçekleşen ve aydınlığa kavuşturulamayan tüm o kayboluşların nedenini hiç kendi kendine sormamışsındır. Çatlaklar, ahbap, daha uzakta aramamak gerek: Çatlaklar.”

Xavier’nin işyerindeki sıkıntıların ve hissettiği tükenmişliğin yanı sıra eşiyle evliliğinin yıpranmışlığı da gözle görülür hale gelir. Romanda Xavier’in eşi Angele ile olan sevişme sahnesindeki duygularının ayrıntılı tasviri ilişkilerindeki yıpranmışlığa, rutinin tatsızlığına ve gitgide kendi bedenine yabancılaştığına örnektir:

“…İsteğe karşılık veriyordu, ama her zaman da hoş olmayan bir şekilde penisinin ihtiyaçları doğrultusunda bir işlev görecek şekilde kendine özgü bir hayat yaşadığı izlenimine kapılıyordu. Xavier gerçek bir zevk almadan işinin görürken,(…) kendini çırılçıplak kilisenin pembe taşlarının üzerinde uzanmış hayal etti, papaz da, ‘Göklerdeki Babamız’ duası eşliğinde üzerinde eğilmiş cömert su kabıyla organlarını ıslatıyordu. Nefesi kesilmiş bir şekilde yastığa devrilmeden önce, sümkürür gibi tatmin oldu.”

Jean Paul Didierlaurent, komik ve kimi olağanüstü durumlarla metni örerken felsefi zemini de itinayla döşer ve okura, kendi hayatını, o hayattaki alıştığı düzeni düşünmesi için bir çatlak yaratır. Sıradan insanın kendi gerçekliğinden kaçacağı bir metin meydana getirir. “Çatlak” bu açıdan ufacık bir çatlakla sarsılan ve sorgulanmaya başlanan bir hayatın hikayesidir. Değişmek zorunda hisseden sıradan insanın, kimi zaman bir çatlakta bilenen, kimi zaman da “8 numara” ismini verdiği bir bahçe cücesinin cisminde beliren deliliğinin hikayesidir aynı zamanda.

Öne Çıkanlar