Doğan Özgüden
1977'nin Eco'sundan 2018'in İnce'sine…
İki gün sonraki 11 Mayıs, 1971 darbesinin bizi zorladığı sürgünümüzün 47. yıldönümü… Sürgün öncesi Türkiye'de oy kullanabildiğim son seçimleri düşünüyorum. 1963 ve 1968 yerel, 1965 ve 1969 genel seçimleri. Hepsinde Türkiye İşçi Partisi'ne oy vermiştim.
Oy kullanma çağına ermemden sonra yapılan daha önceki seçimler? Demokrasi vaadleriyle iktidar olup kısa zamanda demokrasinin canına okuyan Demokrat Parti'ye tabii ki oy vermeyecektim... Ya CHP? Gazeteciliğe bu partiyi destekleyen bir günlük gazetede başlamıştım... Başta genel başkan İsmet İnönü olmak üzere parti liderlerinin tüm seçim gezilerini izlemiş, tartışmalarına katılmıştım. Ama 1925'te Takriri Sükun rejimi kurarak sola ve Kürt halkına karşı akla gelebilecek her türlü baskı ve zulmü uygulamış olan bu partinin ana muhalefet partisi olduğu yıllarda da sol ve Kürt karşıtlığı aynen sürgelmekteydi. Bu nedenle CHP'ye de hiçbir zaman oy vermedim. Ne de ufak tefek diğer düzen partilerine...
Seçimler dışında katıldığım tek oylama, 1961 anayasası için yapılan referandumdu. O referandumda da, Türkiye'de sol düşünce ve örgütlenme üzerindeki yasakları ortadan kaldıracak hiçbir madde içermediği, ilerideki yıllarda askerin siyasal yaşam üzerinde hakimiyetini garantileyecek Milli Güvenlik Kurulu'nun kurulmasını öngördüğü için, CHP'nin tüm varlığıyla desteklediği bu anayasaya kırmızı oy kullanarak "hayır" demiştim.
Yarım yüzyıla yaklaşan sürgün yaşamımda oy kullanma olanağım olmasa da sol muhalif gazeteci olarak tüm seçimleri ve referandumları, sorumluluğunu taşıdığım kurumlar ve yayınlar aracılığıyla dünya kamuoyuna çeşitli dillerde doğru bilgi iletebilmek için büyük bir titizlikle izledim.
Faşist generallerin emireri gibi davranan, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamını onaylama yüzkarasını taşıyan 14. Dönem milletvekillerinin ve senatörlerin süresi 14 Ekim 1973'te sona eriyor ve Türkiye darbe sonrası ilk seçime gidiyordu.
Seçimlerin bir an önce yapılmasını zorlayan en önemli etkenlerden biri Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde mevcut rejim sürdüğü takdirde Türkiye'nin, tıpkı daha önce Yunanistan'a yapıldığı gibi, Avrupa Konseyi'nden atılması eğiliminin güçlenmesiydi.
Biz Demokratik Direniş Hareketi olarak Avrupalı parlamenterlere Türkiye'deki baskıları belgeleyen İngilizce üç kalın dosya sunmuştuk: Türkiye Dosyası, Türkiye'de İnsan Avı ve İşkencede Türkiye.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 22 Ocak 1973’te Strasbourg’ta yaptığı toplantıda İngiliz İşçi Partisi Milletvekili Frank Judd, kendilerine ulaşan belgeler ışığında Türkiye’nin Konsey’de yeri olup olmadığının ciddi şekilde tartışılması gerektiğini, aksi takdirde Avrupa Konseyi’nin insan hak ve özgürlüklerini savunan bir kurum olma niteliğini yitireceğini vurgulamıştı. Çeşitli ülkelerden 20 milletvekili de Konsey başkanlığına Türkiye’deki sıkıyönetim uygulamalarını ve siyasal davaları yerinde izlemek üzere özel bir komite oluşturulmasını önermişti.
Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden dışlanması ihtimalinin kuvvetlenmesi üzerine, o güne kadar Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu kanıtlamak için her türlü yalana, iftiraya, tehdide başvuran AP ve CGP milletvekillerinin saflarına bu kez daha ince taktiklerle CHP milletvekilleri de katılmıştı.
Ecevit’in talimatıyla hareket eden bu milletvekilleri, ilk genel seçimde CHP’nin iktidara gelerek demokrasiyi gerçekleştireceğini, bu bakımdan "Türkiye’yi Avrupa Konseyi’nden çıkartmak" yerine, CHP’nin durumunu güçlendirecek şekilde zaman zaman askeri yönetime eleştiri yöneltmekle yetinilmesi görüşünü lanse ediyordu.
Genel seçim ihtimalinin güçlenmesinden sonra da CHP’liler "Türkiye’de demokrasiye dönüşün başladığını" ileri sürerek bundan böyle Avrupa Konseyi’nin dıştan müdahalelerinin demokratikleşmeyi sabote edeceği şantajını kullanmaya başlamışlardı.
AKPM Siyasal İşler Komitesi'nin 3-5 Temmuz 1973 tarihlerinde Floransa’da yaptığı toplantı, CHP'nin de dahil olduğu "millet ittifakı"nın dayatması nedeniyle Ankara rejiminden hesap sorulmasının pratik olarak olanaksızlaştırılmasıyla sonuçlandı.
Bunda en büyük rolü oynayan ise CHP Milletvekili Mustafa Üstündağ'ın Ecevit'ten getirdiği mesaj oldu: "Demokratikleşmeyi bana bıraksınlar, dışarıdan müdahalelerle benim bu yöndeki gayretlerimi sabote etmesinler!"
Ecevit’in o sıradaki manevrası yüzündendir ki, kendisi iktidar olduktan sonra da, Türkiye’de insan hakları ihlalleri, komünist örgütlenme ve Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri üzerindeki yasaklar aynen devam edecek, askerlerin siyasal hayata müdahaleleri durmayacak ve 12 Mart’ın daha kanlı, daha hunhar bir tekrarı olan 12 Eylül Darbesi’ne varılacaktı.
Türkiye İşçi Partisi ve diğer sol kuruluşlar kapatılmış olduğu için 14 Ekim 1973 seçimlerinde vatandaşlar yine 50'li yıllarda olduğu gibi düzen partilerine oy verme zorlamasıyla karşı karşıyaydı. Seçimler, alternatif yokluğundan ötürü solun önemli bir bölümünün de oylarını alan CHP'nin kısmi başarısıyla sonuçlandı.
Erbakan'ın Milli Selamet Partisi'yle koalisyon yaparak başbakan olan Ecevit eksikli bir siyasal af yasası dışında AKPM'ye söz verdiği demokratikleşme adımlarından hiçbirini atmadan 1974'te Kıbrıs'ın kuzeyini işgal ederek "milli kahraman" payesi kazandı.
MSP ile görüş ve çıkar çelişkilerinden dolayı 18 Eylül 1974'te başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalan Ecevit, 5 Haziran 1977 seçimlerine "Kıbrıs fatihi Karaoğlan" etiketiyle girecek ve yine iyi örgütlenmiş bir sol alternatif olmadığı için sol eğilimli vatandaşların da oylarını alarak yeni meclise 213 sandalyeyle girecekti.
CHP'nin seçim kampanyasında kullandığı Selda'nın türküsü o günlerde esen rüzgarı çok iyi dile getiriyordu:
O yana dönder beni
Bu yana dönder beni
Sağ yanımda Sülo var
Eco’ya dönder beni
Öyle ki, o yıllarda Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de örgütlenmeye başlamış olan Türkiye Komünist Partisi ve yandaş kuruluşları da 1977 seçim kampanyasında bütün propaganda olanaklarıyla vatandaşları CHP'ye oy vermeye çağırmaktaydı.
Siyasal aftan sonra kurulan sol partilerden Türkiye Sosyalist İşçi Partisi seçime katılamamış, Behice Boran'ın başkanlığında kurulan 2. Türkiye İşçi Partisi ise, hem Ecevit lehine esen rüzgardan ötürü, hem de 1971 darbesi öncesinden kalan sol potansiyeli örgütlemekte hayli geç kaldığı için Türkiye genelinde oyların binde birini alabilmişti.
1977'nin üzerinden tam 41 yıl geçti. CHP'nin baş rolde olduğu benzeri bir senaryo yine gündemde...
24 Haziran'da yapılacak seçime yine ağırlıklı olarak her soydan ve boydan milliyetçi düzen partileri ağırlıklı olarak katılıyor:
Bir yanda, Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanı olmasını amaçlayan, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP)'nin "Cumhur İttifakı".
Öte yanda, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Saadet Partisi (SP), İyi Parti (İP) ve bu sonuncusunun şemsiyesi altında devreye giren Demokrat Parti (DP')'den oluşan ne idüğü belirsiz "Millet İttifakı".
Bir de hiçbir ittifaka kapılanamayan milliyetçi düzen partilerinden Büyük Türkiye Partisi (BTP), Vatan Partisi (VP) ve de Hizbullahçı'ların HÜDA-PAR'ı…
Ama 1977'ye göre bir fark var… 1977 seçimlerine solu gerçekten temsil edecek güçlü bir parti katılımı yoktu.
Ya bu kez? Tüm bu milliyetçi ittifaklar ve partilerin dışında seçimlere Türkiye halklarının gerçek demokratik partisi olan HDP de katılıyor.
CHP, tek başına seçime katılmak zorunda bırakılan HDP'nin barajı aşamaması halinde Kürdistan illerinden onlarca milletvekilliğinin AKP'ye kayacağını ve Tayyip'e yine tek başına iktidar olma olanağı sağlanacağını bile bile demokrasi ittifakı yerine "Millet İttifakı'nı yeğledi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de, bir yanda hepsi milliyetçi damardan beslenen adaylar: Recep Tayyip Erdoğan, Muharrem İnce, Meral Akşener, Temel Karamollaoğlu ve Doğu Perinçek, öte yanda demokrasi ve özgürlük cephesinin tek adayı Tayyip zındanındaki Selahattin Demirtaş.
Evet, CHP yine baş rolde… Mevcut Meclis'in üçüncü partisi, ezilen halklarımızın, emekçi sınıf ve tabakaların gerçek savunucusu HDP'yi demokrasi ittifakından dışlayarak asena eskisi Meral ve Sivas kırımı sorumlularından Temel'le ittifak kuran CHP bu ihanetini örtbas ederek sol eğilimli seçmenlerin oylarını çekebilmek için Kılıçdaroğlu'nun rakibi Muharrem İnce'yi cumhurbaşkanı adayı gösterdi.
İnce'nin ilk büyük şovu, Demirtaş'ın bir buçuk yıldır mahpus yattığı Edirne'de… 70'lerin "Karaoğlan Ecevit" sloganının yerini artık "Gariban Muharrem" alıyor.
"Gariban Muharrem", bir buçuk yıldır arayıp sormadığı Demirtaş'a hapishane ziyaretinde bulunarak ona gidecek oyların bir kısmını kendine çekme hesabında… Ardından Kürt oyları hesabı… Hakkari'de miting…
41 yıl sonra "Karaoğlan"dan "Gariban"a…
Belki de yakında sosyal medyada ya da miting meydanlarında Selda türküsünün "Gariban Muharrem"li yeni versiyonu…
Neden mi?
6 Mayıs 2018 tarihli Cumhuriyet'in bir haberine göre Selda sosyal medya hesabında ilan ediyor:
"Sevgili Muharrem İnce… Gönlümdeki aday sizdiniz zaten… "
O yana dönder beni
Bu yana dönder beni
Sağ yanımda Reco var
İnce'ye dönder beni
Hayır… Hayır… 1977'den farklı olarak bu kez gerçekten demokrat, solcu, emekten ve halkların özgürlüğünden yana olanlar için temsil gücü tartışma götürmez tek seçenek var…
Parlamento için HDP, cumhurbaşkanlığı için Selahattin Demirtaş.
Sirenlerin sesi artık kimseyi kandırmasın!