Erol Köroğlu
2023: Umudun ve kolektif çabanın yılı
Yeni bir yıldayız.
2023 güzel bir yıl olsun.
İnsanca ama insan dışı varlığın daha çok farkında olarak yaşayalım.
Umudu hiç kaybetmeyelim, şartların çok ağır olacağını bilerek...
Korkuların, aklımızın katili olacağını hep hatırlayarak...
Dayanışmanın, sadece bir his değil, bir eylem olduğunu öğrenelim bu yıl.
Toplum ve insanlık için emek harcamanın hayatımızı anlamlı kıldığını anlayabilelim.
Ötekini duyduğumuz ve duyumsadığımız anlarımız çok olsun.
Her koşulda kahkaha atabilelim.
Gözyaşlarımızı da birbirimizden sakınmama cesaretimiz olsun.
İnsan olduğumuzu birbirimize gösterebilelim.
Aptalca davrandığımızın farkına vardığımız akıllanma zamanlarımız sık ve bol olsun.
Ve özür dileyebilme cesaretimiz de...
Ne kadaaaaarrrr da zeki, güçlü, şöyle, böyle olduğumuzu kurduğumuz aptallık donmalarımız az olsun ve hep azalsın.
Her zaman ve her yerde, vapurda, metroda, yollarda, bizi sevmeye, güzelliğimizi fark etmeye, hoş görmeye hazır pek çok insan kardeşimizin var olduğunu da hep aklımızda tutalım.
Bizim de gönül gözümüz bu noktadan açık olsun.
Her kimliğin dünyaya bir katkı ve sahibi için bir zenginlik olduğunu artık anlayabilelim.
Fakat o kimliklerle rengarenk giyinen herkesin en temelde bizim gibi bir insan olduğunu da akılda tutabilelim.
2023, yaşadığımız ve yaşadım diyebileceğimiz bir yıl olsun.
OMELAS’I TERK ETMEYE KAÇ GÜNAH KEÇİSİ GEREKİR?
2018’te kaybettiğimiz ünlü Amerikalı yazar Ursula K. Le Guin’i bilim-kurgu ve fantastik romanlarıyla tanıyoruz daha çok. Mülksüzler ve Yerdeniz altılı roman dizisi başta olmak üzere, üzerimde en çok emeği olan yazarlardandır. Pek çok kişi için de öyle olduğunu biliyorum. Hâlâ okumadıysanız, 2023’te okuma listenize koymanızı hararetle tavsiye ederim. Okuduysanız, o zaman özellikle gençlere, genç yetişkinlere okutmayı hedefleyebilirsiniz. Doğru yaşanacak yaşamları kurmak konusunda muazzam bir yol göstericidir. Birey ile toplumun ilişki ve etkileşimi açısından emek vererek düşünmenin önemini gösteren öyküler söylemiştir. Anısı hep daim olsun.
Le Guin’in “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” olarak çevrilmiş bir kısa öyküsü vardır. Omelas adlı çok mamur, her açıdan insanı etkileyen, inanılmaz medeni, herkesin akıl ve nezaketle hareket ettiği bir şehirde buluruz kendimizi. Anlatıldığı kadarıyla Omelas, kesinlikle İstanbul değildir, onu söyleyebilirim. Fakat anlatıcı bizi bu güzelim şehirde ve oradaki güzel, tatlı insanlar arasında dolaştırırken, yavaş yavaş kale gibi bir binaya getirir ve onun alt katına, dar ve karanlık bir zindana indirir. Orada zincirlerle bağlanmış son derece zayıf ve kötü durumda bir genç kızla karşılaşırız. Pislik ve yara bere içindeki kızla kimse ilgilenmemekte, bu soğuk ve korkutucu hücrede çürümeye terk edilmektedir.
O zaman anlarız ki, güzel Omelas’ın müreffeh yaşamı bu kızcağızın bu zindanda acı çekmesine bağlıdır. Bu kız burada acı çektiği için, şehir o güzel yaşama sahip olmaktadır. Zavallı mahpus, Omelas’ın günah keçisidir. Omelas denen cennet, bu bir tek kişiye çektirilen acı sayesinde var olmaktadır. Bunu herkes bilir ama kimse müdahale etmeye cesaret edemez. Çünkü kız zincirlerinden kurtarılırsa, Omelas’ın güzle yaşamı, yüz binlerin mutluluğu yerle bir olacaktır.
İşte bu ikilemin getirdiği kilitlenme durumunda, yeni bir olguyla karşılaşıveririz. Her gün daha fazla kişi, ama gruplar halinde değil, tek başlarına, yanlarına aldıkları ufak tefek eşliğinde Omelas’ı terk etmekte, bırakıp gitmektedirler. Nereye gittikleri belirsizdir. Onlar da bilmezler ama çekip giderler. Bir günah keçisine dayanarak tatlı bir yaşam sürdürmeyi artık kaldıramayanlardır bunlar.
MESELA 152.000 GÜNAH KEÇİSİ YETERLİ Mİ?
Omelas’ta bunların yaşanması için bir günah keçisi yetmiştir. Peki ya bir toplumda, diyelim 2023 Türkiye’sinde 152.000, yazıyla yüz elli iki bin günah keçisi varsa? Saçmalıyor muyum? Bu sayı da nereden mi çıktı?
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle işlerinden edilen devlet memurlarının sayısı bu. Hatta özel sektörde de aynı dönemde yaşanan işten çıkarmalarla bu sayının 400.000 civarında olduğu söylenmekte. Ayrıca bir buçuk milyon civarında insan soruşturma geçirmiş ve ailelerle birlikte sekiz milyon civarında Türkiye vatandaşı bu durumdan etkilenmiştir.
Türkiye nüfusunun % 10’u KHK’lılar gerçeğiyle bir biçimde ilintilenmiş ve etkilenmiş demek ki. 2016’dan beri neler yaşadığımızı bir an için unutalım ve KHK eziyetinin sadece bu sekiz milyona bir biçimde değdiğini varsayalım. Nüfusun % 90’ının selameti için kurban edilen % 10. Sevgili Le Guin’in havsalası bunu alabilir ve bu sayılar için bir öykü yazabilir miydi acaba? Eğer yazacak olsaydı, ne başlık koyardı? “Omelas’ı Bırakıp Gitmeyenler” ya da “‘E, Onlar da FETÖ’ye ya da Teröre Karışmasalardı Canım’ Deyip Yüzünü Çevirenler”?
KHK’lılarla ilgili sayılara, KHK’lı Platformları Birliği’nin sayfasından ulaşıyorum. Fakat bu sayfadaki bilgiler size yeterince tarafsız gelmezse, devlete ait bir sayfaya, Ohal İşlemleri İnceleme Kurulu sayfasına da bakabilirsiniz.
Bu kurula 125.000 civarı başvuruda bulunmuş KHK’lılar. Bunların 17.000 kadarı kabul, 107.000 kadarı ise reddedilmiş. Yani kabul edilip işe iade imkânı yaratılanların oranı % 15’i bulmuyor bile. KHK ile işinden edilme süreçlerinin büyük bölümü de TCK 31. Madde ile, yani silahlı terör örgüt üyeliği suçlamasıyla bağlantılı. KHK’lı platformlarının oluşturduğu bir incelemeye göre, böyle bir suçlamayla milyonlar yargılandığı halde, örneğin Ohal Kurulu’nun ret kararlarının % 63,70’i Bank Asya’da hesap sahibi olmaya dayanıyor. Bu süreçte on binin üstünde akademisyen devlet ya da vakıf üniversitelerindeki işlerinden oluyorlar. Bunun Türkiye’nin akademik başarısındaki 2016’dan bu yana görülen düşüşe büyük etkisi var.
KHK’lılarla ilgili olarak en çok kullanılan kavramlardan biri, bildiğiniz üzere “sivil ölüm.” Ölüden farksız hale getirmek demek bu. İş bulamıyorsunuz. Devletten atılmış olmanız özel sektöre girmenize de engel oluşturuluyor. Sağlık hizmetlerine erişiminiz kısıtlanıyor. Çoluğunuz çocuğunuz, etrafınızdaki herkes damgalanıyor. Toplumda ve kamusal yaşamda vebalı muamelesi görmeniz sağlanıyor. Bütün bu olup bitenler de, gayet normal bir şeymiş gibi gösteriliyor.
KHK’lılar Platformları Birliği’nin bu konuda gayet ayrıntılı talepleri var. Tabii ilk ve en önemli talep, KHK uygulamasına tüm sonuçlarıyla birlikte son verilmesi. Bu ve bağlantılı adımlar, milyonlarca insana yaşatılan adaletsizliklerin giderilip zararlarının tazmini doğrultusunda ilerleyecek zorlu, Türkiye’nin belki on yıllarını alacak ama olmazsa olmaz sürecin başlamasını sağlayacak.
Bu yazıya, 2023’ün ilk yazısı olması nedeniyle burada son vereceğim. Lafı çok uzatmak istemiyorum. Türkiye’nin insan hakları ihlalleri ve rejimin yol açtığı çeşitli siyasal baskılar açısından çok kalabalık bir gündemi var. Hepsi önemli. Ne var ki, KHK’lılar sorunu, ülkenin geleceği üzerine vurulmuş hoyrat bir kilit. Bu kilidi açmak için harekete geçmeden, farklı bir siyaset ve geleceğin hayalini kurmak mümkün değil. Bu konuyu daha çok düşünmeli ve KHK’lı platformlarıyla daha yakından dayanışma içerisine girmeliyiz.
Omelas’ı terk etmiyoruz, bırakıp gitmiyoruz. Fakat günah keçisi haline getirilen milyonların farkındayız. O zincirler çözülecek. Omelas bu yüzden artık eski Omelas olamayacaksa bile, bu olacak. Yeni ve daha adil bir Omelas’ı hep birlikte kuracağız.
2023 bu umudun ve onun yaratacağı kolektif çabanın canlanacağı ve güçleneceği yıl olsun.
Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir.