Celal Başlangıç
Alın size AKP’nin ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonu!
Özlemle sarıldık birbirimize. Uzun süredir görüşmemiştik.
Geçtiğimiz Cuma akşamı, Ren Nehri kıyısında bir dost mekanında buluşmuştuk Şebnem Korur Fincancı’yla. Yanında Almanya’dan başka dostları da vardı.
Beş gündür yurtdışındaydı Fincancı; bir dizi panele katılmak üzere.
Son toplantısı ertesi gün Köln’deydi.
Panelden hemen sonra Türkiye’ye dönmek istiyordu. Dönüş biletinin birkaç saat geç bir uçağa alınmasına bile karşı çıkıyordu “Pazar günü 15.00’de toplantım var” diye.
Bu arada üç gündür hakkında büyük bir linç kampanyası yapılıyordu Türkiye’de.
PKK, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak Kürdistanı’nda geçtiğimiz Nisan ayından bu yana sürdürdüğü operasyonla ilgili görüntüleri servis etmişti. Örgütün iddiasına göre TSK, Zap-Havaşin bölgesindeki operasyonlarda kimyasal silah kullanmıştı. Görüntülerde iki gerillanın yaşamını yitirdiği anlar da yer almıştı.
O sırada Almanya’ya yeni gelmiş olan Fincancı sorulan sorular üzerine kimyasal silah kullanılmasına ilişkin kuşkusunu dile getirmiş ve bu iddianın uluslararası kuruluşlar tarafından araştırılmasını istemişti.
İşte Fincancı’nın bu isteği “müesses nizam”ın başındakileri, ortasındakileri, yardakçılarını fazlasıyla rahatsız etmişti. Dört bir koldan Fincancı’yı linç etmeye başlamışlardı.
Verdikleri tepkiler “suçluların telaşı içinde” olduklarını apaçık gösteriyordu.
Bazı dostları Fincancı’nın hemen Türkiye’ye dönmesinden duydukları kaygıyı aralarında fısıldanarak konuşuyorlardı.
“Acaba birkaç gün daha mı kalsa Almanya’da, bu linç kampanyası dindikten sonra mı dönse Türkiye’ye” diyorlardı.
Fincancı’yı yakından tanıyanlar bu fikre anında karşı çıkıyorlardı:
“Mümkün değil. Yapmaz. Teklif dahi etmeyin.”
Köln’deki panelin ertesi günü Köln’den İstanbul’a uğurlandı Fincancı. Herkes uçağının inişine, pasaport kontrolünden geçişine kadar endişeyle izledi.
Sonunda Fincancı havaalanında gözaltına alınmadan ülkeye girebilmişti.
Herkes yarım bir “oh” çekti. “Yarım” diyorum çünkü sonraki günlerde yaşanacakların endişesi henüz geçmemişti.
Nitekim de öyle oldu.
Daha uçağı Türkiye’ye indiği saatlerde, kabine toplantısı sonrası AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan Fincancı’ya saydırıyordu:
“Türk Tabipleri Birliği Başkanı ile ilgili yargı harekete geçmiştir. Hem bu kişiyle, hem bu kurumla ilgili adımlar atılacak… Gerekirse yasal düzenlemeyle bu ismin değişmesini sağlayacağız.”
Yamağı Bahçeli de Erdoğan’dan geri kalmadı. Ertesi günkü (Salı) grup toplantısında akla ziyan hezeyanlarını dile getirdi TTB ve Fincancı hakkında:
“Türk düşmanı bu birliğin başında Türk olamaz, Türk yazılamaz. Türk askerlerine hain ve zalimlerin ağzıyla kimyasal silah çamuru atanları, mesela TTB Başkanı ile diğerlerinin Türk vatandaşlığından çıkarılması, vatansız ve ülkesiz olmaya mahkum edilmesi en akla yakın yollardan birisidir.”
Zaten Salı gününe gazetecilere dönük büyük bir gözaltı dalgasıyla başlamıştı Türkiye. Ankara’dan Diyarbakır’a uzanan altı ayrı kentte, Mezopotamya Ajansı ve JİNNEWS’te çalışan 11 gazetecinin evleri basılıp gözaltına alınmışlardı.
Sanki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu film yönetmenliğine sıvanmış, emrindeki polisleri kameraman yapmış, gazetecilerin gözaltına alınış görüntüleri Saray beslemesi medyaya servis ediliyordu.
Gözaltına alınan gazetecilerin aktardığına göre polisler görüntüler çekilmeden önce üzerlerine yeleklerini giymişler, kimilerini Türk bayrakları önünde görüntü vermeye zorlamışlar, bazı gazetecilere görüntü çekilirken başlarını öne eğeceklerini söylemişler.
Elbette Kürt haber ajanslarına ve gazetecilere yapılan bu gözaltı operasyonu tesadüf değildi. PKK’nin kimyasal silahla ilgili iddiasını ve yayınlanan görüntüleri bir gazetecilik sorumluluğu gereği haber yapmışlar, konuyla ilgili olarak uzman kişilerden görüş almışlardı.
Değil iktidar medyası, “majestelerinin muhalefeti” olan medya da bu vahim iddiayı görmezden gelmişti.
Salı sabahına 11 Kürt gazetecinin gözaltına alındığı haberiyle uyanmıştık ya, Çarşamba sabahına da Şebnem Korur Fincancı’nın gözaltı haberiyle kalktık.
İktidar hedef göstermiş, yargı da bunu emir telakki edip Fincancı hakkında soruşturma başlatmıştı. O da açılan soruşturmayla ilgili olarak istenildiği zaman gidip ifade verebileceğini bildirmişti. Savcılık da “biz size haber veririz” karşılığını vermişti.
Evet, haber verdiler. Sabahın köründe bir polis baskını olarak geldi Fincancı’ya haber.
Belli ki yine yönetmenliği sıvanmıştı İçişleri Bakanı Soylu. Fincancı’nın evinde sanki cephane ve yasak kitap deposu bulmuşlardı. Görüntüleri çarşaf çarşaf yayınlıyordu AKP devletinin TRT’si ve Saray’dan beslenen medyası.
Mermi dedikleri, birkaç yıl önce yaşamını yitiren asker babasının beylik tabancasına aitti. “Örgütsel doküman” dedikleri de Bejan Matur’un Dağın Arkasına Bakmak adlı kitabıydı.
Fincacı’nın avukatları müvekkilleriyle ilgili gelişmeleri gözaltı kararını uygulayan İçişleri Bakanlığı yetkililerinden değil, Saray’dan beslenen havuz medyasından alıyorlardı.
Yutamayacakları kadar büyük bir lokmaydı Fincancı ve bu yüzden büyük bir kumpas kurarak eli silahlı bir örgüt militanı gibi göstermek istemişlerdi.
Sadece ulusal değil, uluslararası alanda da az bulunan bir adli tıp uzmanıydı Fincancı. Türkiye’nin sınırlarını aşmış, sınırlar ötesindeki birçok ülkede insan hakları ihlallerinin ortaya çıkarılması için hayatını ortaya koyarak mücadele etmişti. Amasız ve fakatsız bir insan hakları savunucusuydu Fincancı.
Belli ki son olarak gündeme gelen TSK’nın kimyasal silah kullanmasıyla ilgili iddialar Saray iktidarını ürkütmüş; bu konuyla ilgili haber yapan ajanslara, gazetecilere, “uluslararası bağımsız kuruluşlar araştırmalı” diyen uzmanlara, insan hakları savunucularına ağır bir gözdağı vermek gerekmişti.
Suçluların telaşı içerisindeki AKP devleti; son iki gün içerisinde önce 11 gazeteciyi, ardından da Fincancı’yı servis edilen yalan haberlerle, dezenformasyonla gözaltına almıştı.
Kimyasal silah iddiası aslında Türkiye’deki pek çok kurum için de tam bir turnusol kağıdı oldu.
İktidar sözcüleri ve yalakaları “uluslararası kuruluşlar araştırsın” talebine küfürle, hakaretle karşılık verdiler. Hatta bu koroya “çakma muhalifler” de hemen katılıverdi.
AKP yerine iktidara “sol”dan talip olanlar bile “TSK soruşturulamaz, eleştirilemez” diyerek içlerinde yatan küçük faşistleri uyandırarak harekete geçirdiler.
Kimileri de Dersim katliamıyla ilgili ortaya saçılan belgeleri, meclis tutanaklarını, Nazi Almanyası'ndan ithal edilen kimyasal silah faturalarını unutarak “TSK’nın tarihinde yoktur” savunmasına geçtiler.
Bu iddianın yarattığı infiale, telaşa, paniğe; gazetecilerin, Fincancı gibi bir insan hakları savunucusunun gözaltına alınmasına bakarak insan “suçüstü yakalandılar, suçluların telaşı içindeler” demekten kendini alamıyor.
Yarın da (Cuma) AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyon toplantısı var. Bugüne kadar toplantılarına sokmadıkları, uçaklarına almadıkları, mitinglerinden uzak tuttukları bazı “muhalif” gazetecileri de bu toplantıya davet etmişler.
Kimi yandaşlar bunu “AKP’nin büyük açılımı” olarak pazarlıyor. Davet edilen “çakma muhalif” gazeteciler de “iktidar partisini izlemek meslek gereği” diyerek koştura koştura gideceklerini söylüyor.
Basın özgürlüğünü katleden, ifade özgürlüğünü rafa kaldıran, gazeteleri ve televizyonları satın alarak Saray’ın reklam broşürüne dönüştüren, bağımsız yayın kuruluşlarına ceza yağdıran, sansür yasaları çıkarmaya doymayan, Türkiye’yi en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüren, yalakalık yapmayanlara basın kartı vermeyen, olanları iptal eden AKP iktidarı şimdi yeni bir açılım yapıyormuş.
İşin aslı, seçime beş kala AKP kendi reklamı için yapacağı “Türkiye Yüzyılı” lansmanına bugüne kadar suratına bile bakmadığı bazı gazetecileri bir kenar süsü, sofradaki bir tuzluk, kendini bilmez bir kuyruk kaldıran kuşu olarak kullanmak üzere davet etmiş.
Boş verin şimdi TSK’nın kimyasal silah kullanma iddialarını, 11 Kürt gazetecinin sadece yaptıkları haberler nedeniyle gözaltına alınmasını, katıksız insan hakları savunucusu olan Şebnem Korur Fincancı’nın içeri atılmasını.
Koşun arkadaşlar koşun, böyle bir açılımı kaçırmayın, sorular sorun, yorumlar yapın, izlenimler aktarın, sonra da “görevimizi yaptık” diye yandaş kanallarda gerim gerim gerinin ki milletin sadece “çakma muhalif” ya da sadece “çakma gazeteci” göre göre kararan gözleri, ikisi bir arada olan “çakma muhalif-gazeteci” görsün.
İşte alın size AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyonu! Tepe tepe kullanın.